1-BURDUR’UN ANTİK KENTLERİ
NOT: Burdur İli Müze Müdürü Sayın Hacı Ali Ekinci yirmi yıla yaklaşan bir süredir Burdur müzesinde çalışmaktadır. Göreve başladığı zaman Burdur Müzesinde doğru dürüst bir sergileme solonu bulunmadığından, müzenin bir tarihi eser deposundan farkı yoktu. Gerçi sergi salonları şu anda da istenilen düzeyde olmasa da, eskisine oranla en az üç dört kat daha fazla ve daha modern salonlarda sergilenmektedir eserler. Yine müdürlük yaptığı dönemde, Burdur Kültür Envanteri çıkarılmış ve ören yerlerinde kurtarma kazıları yapılmıştır. Sayın Hacı Ali Ekinci’yi başarılı çalışmalarından dolayı kutluyor ve bu söyleşiye gösterdiği ilgi için teşekkür ediyorum.
![]() |
Burdur Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci |
Sayın Ekinci, şu andaki Burdur ili sınırları içinde, ilkçağda Likya, Frigya ve Pisidya uygarlıklarına ait kentler bulunduğu ileri sürülmektedir. Burada belki de eyalet sınırlarının Helenistik ve Roma dönemlerinde sıkça değişmiş olması da etkili olmaktadır. Ama devlet veya imparatorluklarda eyalet sınırı, bir soy ve kültür sınırı olmaktan ziyade, yönetim kolaylığını amaçlayan, siyasi bir taksimatı gösterir sanıyorum. Bu yüzden kentlerin hangi devlet ve eyaletin sınırları içinde kaldığına değil de, üzerinde yasayan halkın dil, kültür ve soy özelliklerine göre bir değerlendirme yapıldığı taktirde, Burdur İlinin tamamında Pisidyalıların yaşadığını söylemek olanaklı mıdır? Olanaksız ise, çok net biçimde farklılık gösteren kentler hangileridir.
Burdur İlimizin bugünkü sınırları üzerinde, tarafıma yönlendirdiğiniz bu soruda; Tarihi sırasına göre Frigya, Likya ve Pisidia tarihi coğrafyasında yer alan antik kentler bulunmaktadır. İlimiz sınırları içerisinde Frigya coğrafyasına giren Yeşilova İlçesi, Yarışlı Gölü çevresinde Tymbrianassos antik yerleşimi bilinmektedir. M.Ö. 8-7 yüzyıllar aralığında göl içindeki yarımada üzerinde kurulu olduğunu bildiğimiz bu yer için bir eyalet kenti ya da yönetim diye adlandırmak olası değildir. Ancak yerel bir idare içinde, Orta Anadolu’nun batı kesimindeki yerel bir halk oldukları bilinmektedir.
Çoğunlukla merkezi, Muğla İlinin Fethiye bölgesi ile Antalya İlinin batı bölümünü, Burdur İlinin güneybatı bölümünü içine alan Likya Antik coğrafyası kentleri Pisidya kentlerinden daha önce (M.Ö.1.yüzyıl) Romanın Asya eyaletine dahil olmuş kentlerdir. Burdur İlimizin güneybatısında bulunan Kibyra ve Boubon gibi kentlerin birlikte hareket ettiği Balbura ve Oinanda kentleri ile oluşturduğu tetrapolis sisteminin bulunduğu küçük bir coğrafi bölgeye Kibyratis Bölgesi deniliyordu. Yarı bağımsız olarak Likya Eyaletine bağımlı olmakla beraber, lokal olarak özgür davranarak daha sonradan Asya Eyaletine (Likya) bağlı kaldı.
Burdur İlinin büyük bölümünde Pisidya Coğrafi bölgesi bulunmaktadır. Bu bölge Beyşehir Gölünün batısından, Burdur İlinin batı bölümüne kadar Isparta İlinin de tümünü içine alarak Antalya İlinin kuzey bölümünün de içinde olduğu, bu coğrafya da adına müstakil kent sikkesi bastıran 35 kentten 12 tanesinin Burdur İli sınırları içinde olması çok önemlidir. O nedenle Burdur İlinin büyük bir bölümünde Pisidya bölgesinin insanlarının yaşadığını söylemek yanlış olmaz.
Burdur ili sınırları içinde, ilkçağdan (Arkaik, klasik, Helenistik ve Roma dönemlerinden) kalma tespit edilebilmiş kaç tane antik kent vardır? Bunlardan kaç tanesinde yüzey araştırması yapılmış ve hangilerinde kazı yapılmıştır. Halen kazı çalışmaları devam eden kentler hangileridir?
Burdur İli sınırlarında sözünü ettiğiniz ( Arkaik, Helenistik ve Roma ) dönemlerinden kalma sayıları birkaç yüze varacak kadar çoğunlukta yerleşim yerlerinden 25’in üzerinde antik kent bulunmakta olup, diğerleri küçük köy yerleşimleridir.
Burdur’da son 40 yıldan buyana yüzey araştırmaları yapılmakta olup, bugüne kadar Hacılar, Kuruçay, Höyücek Höyükleri ile Sagalassos ve Kibyra Antik kent kazıları yapılmış olup, bunlardan Sagalassos ve Kibyra kazıları devam etmektedir. Hacılar kazısı ise 50 yıl aradan sonra 2011 yılında yeniden başlayacaktır.
Yüzey araştırmalarında son 50 yıldır ilimiz sınırları içerisinde yapılmaktadır. Bu yüzey araştırmaları kentsel düzeyde olmayıp bölgesel olarak yapılmaktadır. Bütün Burdur İli sınırlarını kapsamaktadır.
İnsanlığın geçmişi toprak altında saklanmaktadır dersek, sanırım büyük ölçüde doğru bir ifade olur. Ve bunu ortaya çıkarmak da kazı biliminin görev alanına girmektedir. Fakat biliyoruz ki kazı, oldukça zorlu ve ince uzun bir yoldur. Yani sınırlı süreli ve çok az kazı yapılabilmektedir. Yerel kaynaklardan da faydalanarak kazı sayısını ve süresini artırmak mümkün müdür? Bu konuda yerel yönetimlerle görüşmeleriniz var mıdır? Kazı çalışmalarında karşılaştığınız sorunlar nelerdir?
Arkeolojik kazılar sizinde belirttiğiniz gibi, çok uzun soluklu bir çalışmadır. Arkeolojik kazılar Üniversitelerin Arkeoloji, Sanat Tarihi, Antropoloji, Eski Şark ve Klasik Filologlar tarafından ve hemen birçok uzmanlık dalını ilgilendiren uzmanların da içinde yer aldığı bir heyet tarafından yapılmaktadır. Takdir edersiniz ki bu tür çalışmaları yapan yerli ve yabancı bilim adamlarının mensubu bulundukları üniversitelerin ancak yaz tatilleri dönemlerinde kazı işlerine zaman ayırdıkları görülmektedir.
Böyle olunca sürenin sınırlı kaldığı, bunun dışında bilim adamlarının da bizzat iştirak ettiği kazı çalışmalarının insan gücüyle olduğu bilinmektedir. İş makinesiyle yapılarak hızlandırılması halinde bilimsel veriyi kaybetmekle karşı karşıya kalınabilinir.
Ülkemizde 2010 yılı içinde 120 kadar yerli ve 40 kadarı da yabancı olmak üzere her yıl 160’a yakın bir sayıda bilimsel kazılar yapılmakta olup, bunun yanında sayıları 200’e varan Müzelerimizin yaptığı kurtarma kazıları vardır. Ayrıca kazılar yapıldıktan sonra höyüklerde konservasyon (koruma), antik kentlerde de restorasyon (eski haline kavuşturma) işlemlerinin yapılması gerekiyor. Bu tür çalışmalar maddi olarak çok büyük paralar gerektiren uygulamalardır. Arkeoloji ile kazıların en büyük problemi maddi kaynaktır. Bu konuda maddi kaynak sağlayan tek kurum Kültür ve Turizm Bakanlığı ile az sayıda yerel yönetimlerdir.
Kazı çalışmaları en alt seviyelerde devam ederken, öte yandan kaçak kazılar almış başını gitmektedir. Burada kaçırılan eserler biryana, ören yerleri felaket derecesinde tahrip edilmektedir. Genel yönetimlerin Osmanlıdan bugüne bu alanda tavrı, maddi bahanelerin ardına saklanarak tam bir duyarsızlık sergilemektedir. Oysa bu eserler bizim değil, tüm insanlığa aittir. Bu yüzden bunların böyle hoyratça tahribine göz yummaya kimsenin hakkı ve bence bunun hiçbir mazereti yoktur. Eminim ki, bu durum sizi ve il yönetimini de üzmektedir. Bu tarih talan ve yağmasının önlenmesi konusunda ne gibi önlemler düşünülmektedir?
Eski eser kaçakçılığı ve tahribatçılığı belki de antik çağlardan günümüze kadar devam edegelen bir hadisedir. Kültür varlığının yasalar çerçevesinde ( 2863 Sayılı Yasa ) Devletin elinde olması gerekli bir obje olarak bilinmesine rağmen bunun dışında yasal olmayan yollarla kültür varlığı edinenler var. Bu tür varlıkları bulmaya çalışan kişiler bilmeden bilimsel veriyi tahrip etmektedir. İşin en korkunç yanı da budur. Kültür varlığına sahiplenmenin en geçerli çözümü eğitimden geçmektedir.