SAVAŞA KATILMAMIZ KAÇINILMAZ MIYDI?
Önceki yazımda da belirttiğim gibi, Avrupa’daki bir devletin savaştan kaçabilmesi olanaksız gibi görünse de, savaşa mutlaka katılmak zorunda da değildi. Katılmasa, taraflardan birisinin saldırısı ve işgaline uğramayacak mıydı derseniz; elbette bu büyük bir olasılıktı. Ama hangi taraf saldırırsa saldırsın, karşı tarafın Osmanlıyı, kendi ülkesini savunurcasına savunmak zorunluluğu vardı.
Çünkü Osmanlı coğrafyası, her iki taraf için de kilit rolündeydi, Yani Osmanlı kimseyi karşısına almadan, topraklarının savunmasını taraflardan birisinin tam desteği ile gerçekleştirebilecekti.
Örneğin olası bir senaryoda, bir an için savaşa katılmadığını düşünürsek, Osmanlıya ilk saldırmak zorunda olan taraf Almanya idi. Çünkü savaş sömürge savaşı olup, Almanya sömürge istiyor ve sömürgelere giden yol da Osmanlı topraklarından geçiyordu. Osmanlıya saldırmak zorundaydı.
İtilaf Devletleri ise, bu savaşı sömürgelerini korumak için yapmakta olup, Almanya’nın yolunu kesmek için, Osmanlıyı savunmak zorunda kalacaktı. Yani savaş başlamadan önce, İttihatçıların sivil kanadı ve padişahın istediği gibi, İtilaf devletlerinin yanında ve üstelik isteğimiz dışında, zorunlu olarak yer almış olacaktık.
İtilaf Devletlerinin saldırması halinde ise, Almanya kendi çıkarları açısından Osmanlıyı savunmak zorunda kalacaktı. Çünkü Osmanlının düşmesi, yolunun kesilmesi demekti. İtilaf Devletlerinin bütünleşmesi, Almanya’nın çembere girmesi demekti.
Yani Osmanlı tarafsız kalsa, en kötü olasılıkla 1. Dünya Savaşında yaşadıklarını, saldırgan bir devlet olarak değil de, saldırıya uğramış mazlum bir devlet olarak yaşayacaktı. Dünyanın düşmanlığını üzerine çekmeyecekti. Savaş sonrasında da, İtilaf Devletlerinin düşmanlığını kazanarak, onların kin ve intikamına maruz kalmayacak ve İtilaf Devletlerinin imparatorluğu tasfiye etmesi zorlaşacaktı. Ve insan kaybı çok daha az olacaktı.
Ama maalesef, Çanakkale Savaşları baz alınarak, emperyalizme karşı verildiğimiz bir savaşa dönüştürdüğümüz bu savaşta Osmanlı da, öteki emperyalist taraflar kadar olmasa dahi, yine de emperyalist amaçlarla hareket ettiği kesindir. Hatta bu amaç kaybedilen toprakları geri almanın ötesinde, İran’ı ve Turan’ı ele geçirmeyi de kapsamaktaydı.
Bence savaşa Almanya’nın yanında emperyalist amaçlarla katılmakla en kötü olasılık tercih edilmiş ve hatta intihar edilmiştir. Çünkü o dönemde Almanya’ya güvenmek de mümkün değildir.
İtilaf Devletleri tarafı, dengeler sağlayarak kendi çıkarına olan mevcut dünya düzenini sürdürmeye çalışırken, yani daha esnek bir yapıdayken, Almanya tam bir gözü dönmüşlük içindedir. Yani başarıya ulaşılsaydı bile, bırakın kaybedilen toprakları ve Turan’ı bize bırakmayı, Osmanlının o andaki Ortadoğu topraklarını bile sömürgeleştirip kendine bağlaması kaçınılmaz bir gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır.
Örneğin, İtilaf Devletleri tarafsız kalmamız karşılığında kapitülasyonları kaldırmayı teklif ederken, Almanya bizim kapitülasyonları kaldırmamıza, onun müttefiki olduğumuz halde şiddetle karşı çıkmıştır. İşte peşine takılarak emperyalist hayaller kurduğumuz Almanya, hiçbir kimseye, hiçbir hak tanıyamayacak kadar, dünyanın yalnızca kendisinin olması gerektiğine inanan bir düşünce yapısındaydı.
Yani bir bakıma dostluğu düşmanlığından daha tehlikeliydi. Define avcıları gibi define bulununcaya dek herkesi kullanıp, define bulununca da onları temizlemek felsefesinde yol aldığı tüm davranışlarından açıkça anlaşılmaktaydı. Bunu görememek için ya kör, ya da aynı çılgınlıkta olmak gerekirdi diye düşünüyorum.
Peki, bu denli açık bir gerçeği Osmanlı nasıl görememiştir derseniz; aslında Enver Paşa’nın dışında herkes bunu görmüş ve Almanya ile ittifaktan sonuna dek kaçınmıştır. Ama Enver Paşa, önce kendini zorla harbiye bakanı yaptırmış ve sonra da yarattığı olup bittilerle, Osmanlıyı, Almanya’nın yanında, bu savaş felaketlerine ortak etmiştir.
gundem-ler-imiz belki cok onceden hazirlanmis ve bizi icinde bulundugumuz zamanlarda epey "pre-okupiye" yani "mesgul" ediyor. ama her yeni gelen gundem ile eskini hemen unutuyoruz. sorunlarimizin kaynaklarinin, cozumlerinin vs gundem ile alakasi ya yok ya da pek bariz degil. yani: gundem bizim olmasi gereken gundemimiz degil anlayacaginiz. bu yuzden, sayin hocamin eklektik konulardaki diagnostik tehsislerini, durum degerlendirmelerini, muhtelif alternatif cozumler dusundurmelerini, sonuc degerlendirmelerini vs. ve bunlari metodolojik bir sekilde ve mantik gudumunde isleyisine aboneyim. tarihi bilgiler yuzeysel olarak amennah ilgilenenlerin asagi yukari bildigi seyler. ama sayin hocam "hindsight-knowledge" yani simdiden gecmise bakmanin getirdigi luks ile bile de olsa hala alamadigimiz -fakat almamiz gereken- onemli dersleri/rol sablonlarini/stratejik acilimlari/vs gostererek anatemalara parmak basiyor. insan unsurundan dolayi tek ayakli tarihsel tehsisler yanlis olmak zorunda. cozumlerimizin ayaklari da eklektik. ingilizcede "history repeats unless you break its cycle" yani "tarih tekerrur eder carkini kirmazsan" diyorlar. sayin hocamin tasvir ettigi bu tehsis ve carklari hic bir yonetim stratejik olarak goz ardi edemez. hocam gecmisten bahsetti. ben simdiden bahsediyim: iste Cin, iste Rusya, iste Hindistan, iste Japonya, iste Amerika ve iste AB. hadi bu saydiklarimiz belki, tematik olarak ve kismen sablona uydu ama ya Iran, ya Israil veya da Venazuella? stratejik yonetim: tarihin ibriginden gecer, varsayim ve senaryo yaratarak gelecege bakar. karar verirken de ozunde "flexible" yani "esnek" olur. ki her daim onunde mumkun oldugu kadar ozgurce karar verebilecegi secenekleri olsun.