29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

CHP, ADD ve ATATÜRKÇÜLÜK

CHP Türkiye Cumhuriyetini inşa eden bir parti olarak, işin hep inşaat aşamasında kalmış ve bir bakıma çağı kaçıran bir görünüm sergilemektedir. Ve TC’nin inşaat aşaması Kemalizm olduğundan, bu aşamada kalan CHP ve ADD ne yazık ki, Atatürkçülükten çok Kemalist’tir. Oysa önceki yazılarımda ikisi arasındaki ayrımda da belirttiğim gibi, çağdaş bir yönetimde Kemalist kalmak, hem Kemalizm ve hem de Atatürkçülüğe terstir.

Kaldı ki, yönetimin çağdaş olmadığını ileri sürmek bile, yeniden Kemalizm ve yeniden bir kuruluş felsefesini gerektirmez. Çünkü temel unsurlar belirlenmiş ve temel kurumlar kurulmuş olup, sorun bunların yanlış veya eksik olmasından değil, güncellenmemesinden kaynaklanmaktadır. Bunları güncellemek için ise, Kemalist değil Atatürkçü olmak gerekir. Hatta Kemalizm, güncellemeyi engelleyip, her şeyi 1923’lerden algılamaya ve 1923’leri yaşatmaya çalışmak şeklinde önümüze gelmektedir.

Bu yüzden ADD ve CHP’liler kusura bakmasınlar, ama doğrusu bu güne dek, Atatürkçü Düşünce Derneğini gerçekten Atatürkçülüğün savunulduğu bir yer olarak göremedim. Savunduğu Atatürkçülüğü benimseyemedim, içime sindiremedim. Hatta çoğu yerde Atatürk’e ve Atatürkçülüğe ters faaliyetler içinde olduklarını düşündüm.

Ama bir şeyi daha belirtmeden geçemeyeceğim. Hiçbir zaman için, bu insanların Atatürk sevgilerinden ve Atatürk’e bağlılıklarından da, asla şüpheye düşmedim. Çalışmalarında art niyet aramadım. Fakat buna rağmen Atatürk anlayışlarındaki dar çerçeveli sahiplenme ve kitlesel dışlama, Kemalizm’le karıştırma ve demokrasiye sırt çevirmiş, içi boş katı ve dayatmacı cumhuriyet ve tarikatlaşmış laiklik anlayışlarını asla benimseyemedim ve kendi Atatürkçülük anlayışımla bağdaştıramadım.

Böyle düşünmemin temel nedenlerin birincisi, ADD’nin Kemalizm’i Atatürkçülük olarak savunmasıdır. Ya da Kemalizm ile Atatürkçülüğü bir bütün olarak kabul etmeleridir. Belki de bir bakıma bu ikisini bir bütün olarak düşünmek yanlış da olmayabilir, fakat ikisi aynı şey değildir. Önceki yazılarımda da açıklamaya çalıştığım gibi, Atatürkçülük amaç, Kemalizm ise araçtır. Ortak noktaları: akıl, bilim ve çağdır. Fakat Kemalizm bunların, yani akıl, bilim ve çağın dayatıldığı, sınırlı süreli kuruluş aşaması, Atatürkçülük ise dayatmasız ve sonsuza dek yaşanacağı yerdir. Onun için Kemalizm’de demokrasi aranmaz. Akıl bilim, fayda ve çağdaşlık aranır.

Yani ikinci Cumhuriyetçilerin, cumhuriyetin ilanı, saltanat ve hilafetin kaldırılması veya medeni kanunun kabulü, demokratik bir ortamda demokrasi kuralları içinde değil, daha çok baskı ve hatta zaman zaman tehdit altında gerçekleşmiştir demeleri aslında doğru bir tespittir. Ama böyledir diye Kemalizm’i eleştirmeleri yanlış bir yaklaşım olup, Kemalizm’de demokrasi aramanın bir mantığı yoktur. Çünkü söylemleri ne denli doğru şeyler olsa da, inşaat halindeki binada çağdaş yaşamdan söz edilemez.

ADD’nin ise burada demokrasi yoktur diyene, demokrasi vardır diye savunması da aslında birincisi kadar saçmadır. Her iki karşıt düşüncenin içinde de, ne Atatürk ne Kemalizm vardır. İkisi de 2013’ten 1923’e, desteksiz ve boş bir bakıştır.

Çünkü Atatürkçülükte hiç kimsenin hiçbir şeyi dayatamayacağı yer milli iradeydi. Fakat yönetenler hep milli iradeye çıkarlarını dayatmaya kalkışırken, ordu da kendini milli iradenin yerine koyarak, milli iradeye dayatıyordu.

Yani sonuç olarak, Kemalizm’in inşa ettiği binada Atatürkçülüğü yaşayacağız diye 1946’da çıktığımız yolculukta, Hiç Atatürkçülüğü yaşayamadık, hep dayatmalarla karşılaştık. Üstelik bu dayatmaların sahipleri kendilerini Kemalist olarak halka yutturmaya kalkışsa da, bunların Kemalizm’le de ilgisi olmadığı gibi, Kemalizm halkın zararına ve çağa ters de olamaz, Atatürkçülükte yeri de yoktur.

Yani binanın inşası bitmiş, binada yaşamanın kuralları, yöntemleri bellidir. Kuralların yetmediği yerde akıl bilim ve çağa uygun güncellemelerin önü açıktır. Devrimcilik ilkesi bunun içindir. Atatürkçülük dayatma yeri değil, çağa uygunu yakalama ve uygulama yeridir. Fakat maalesef ADD ve CHP hatta bunların karşısındaki 2. Cumhuriyetçiler, Atatürkçülüğü hep 1923’lerde aramaktadır.

Birinciler Kemalist olarak Atatürkçülüğe, ikinciler Atatürkçü bir düşünceyle Kemalizm’e sırt çevirmiştir. Oysa bu ikisi ayrılıp kendi yer ve zamanı içinde değerlendirilebilse, gerçek sorun ortaya çıkacaktır. Olaya böyle baktığımız zaman Kemalizm’in görevini tam anlamıyla yapıp tamamladığı, varsa eksikleri bunların dayatmalarla değil, çağdaş güncellemelerle yapılabileceği ortadadır. Öyleyse Kemalizm’le ilgili bir sorunumuz yoktur. Sorun bir türlü Kemalizm’den sıyrılıp da Atatürkçü olamamak sorunudur. Oysa Atatürkçülük geçmişte veya Kemalizm’de değil, yaşadığın günde, hatta tam da bu gündedir.

Olaya bu açıdan bakıldığı zaman, Atatürk’ün uygulamalarına bağlı kalmak bile Atatürkçülüğe terstir. Çünkü Atatürk’ün uygulamaları, 1920’li, 30’lu yılların doğrularıdır. Dünya o günden buyana belki on kat değişmiş ve gelişmiştir. Özellikle bilim ve teknoloji alanında, dünya kurulduğu günden 1980 yılına dek geçen sürede sağlamış olduğu teknolojik gelişme, 1980-1990 arası on yıllık gelişmenin gerisinde kabul edilmektedir. Ve bu alanda dünya her on yılda bir, ikiye katlanmaktadır.

Üstelik Atatürk böyle sapmaların olabileceğini düşünerek görüşlerini de açıkça ortaya koymuştur. "Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı'ı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış düstur bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır.” Dedikten sonra “Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğim iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur” demektedir. Yani Atatürk de, kendi uygulamalarına saplanıp kalınmasını tutuculuk ve kendi düşüncesine aykırı bulmaktadır.

Onun için böylesi bir dünyada, Atatürk’ü 1920’li, 30’lu yılların uygulamalarında aramak, her şeyden önce Atatürk’ü dondurmak, dogmalaştırmak ve Atatürk’e saygısızlıktır diye düşünüyorum. Eğer Atatürk bunu istemiş olsaydı, akıl, bilim ve çağı rehber olarak göstermezdi. Devrimcilik diye bir ilke benimsemezdi.

Görüldüğü gibi burada CHP ve ADD’lilerin, Atatürk sevgisi ve Atatürk’e bağlılığı çok güzel bir şey olmakla beraber, Atatürkçülük anlayışları Kemalist, yani muhafazakârdır. Üstelik kendilerini aydın ve ilerici olarak tanımlayan bu kesimlerin, Atatürk konusunda muhafazakar bir tutum içinde olması Atatürk’e en ters düştükleri noktadır. Bu durum onları Atatürk’ten uzaklaştırdığı gibi, Türkiye’nin gerçek ve genel anlamda muhafazakar kesimlerini de dışladıkları için, alanlarını daraltmaktadır.

Cumhuriyet yürüyüşlerinde o gün için Türkiye’nin en sağcı ve en despot partisi durumundaki Baykal CHP’si ve Milli İrade karşıtı Ordu ile işbirliği yapmaları, demokrasinin ne kadar uzağında kaldıklarını kanıtlamaktadır. ADD’nin bu duruşu, Atatürkçülükten ne denli uzak ve Kemalizm’e ne kadar yakın ve yatkın olduğunun da göstergesidir.

Sonuç olarak, birlikte gibi görünen iki farklı kurumdan, bir siyasi parti olan CHP, Baykal döneminde bir derneğin güdümünde, onun bir şubesi veya ulusalcıların fikir kulübü durumuna düşerek, halktan ve Türkiye siyasetinden kopmuş, bir seçkinler kulübü haline gelmiştir. Bu gün de seçkinler kulübü olmakla, halkın ve Türkiye genelinin partisi olmak arasında bocalamaktadır.

Bir sivil toplum örgütü olan ADD ise, kendini bir partinin yandaşı ve başka bir partinin karşıtı pozisyonuna düşürmüştür. Oysa Atatürk TC’nin kurtarıcısı ve kurucusu olarak partiler üstü bir kişiliktir. ADD bunu bir parti ile bütünleştirince, öteki partili vatandaşların, Atatürk’ten uzaklaşmalarına neden olarak, Atatürk ve Atatürkçülüğe zarar vermiştir. Kaldı ki, yanında olduğu partinin dünyevi muhafazakârlığı ile karşısında olduğu partinin dinsel muhafazakârlığı arasında önemli bir fark da yoktur. Oysa Atatürk, muhafazakârlık değil: değişim, dönüşüm ve çağdaşlıktır.

Ayrıca bu tür davranışları nedeniyle, toplum içinde saygınlığını da yitirmiştir. Bugün ADD’nin yaptığı toplantı ve konferanslara kendileri katılmakta ve ADD’liye ADD propagandası yapılmaktadır. Konferansların konusu ise Türk milliyetçiliği, Kurtuluş Savaşı ve 1920’li yıllardan, Nutuktan hain ve kahraman üreterek kendi alanını iyice daraltmaktan ibarettir.

Oysa bugün Türkiye’de üç kez üst üste seçim kazanmanın sarhoşluğu içinde, kestiği kestik, astığı astık, Türkiye’nin başını her an için bir savaş belasına sokabilecek, muhalefetsiz başıboş bir iktidar vardır. Eğitim sistemi ile nelerin hedeflendiği belli değildir. Ordunun elinden alınan milli iradenin halka değil, camiye verilmesi gündemdedir. Yeni bir anayasayla Türkiye’nin geleceği belirlenecektir.

İşte bu durumların, muhafazakâr vatandaşlarımıza da, gerçek anlamda ve Atatürkçü bir düşünceyle anlatılması gerekmektedir. Fakat ADD daha önce karşıt partiyle işbirliği içinde olduğu ve bu partiye oy veren vatandaşlarımızı aşağılayıp dışladığı için, bunlar üzerinde etkili olamamaktadır. Konferanslarına bu kesimler gelmemektedir. Konferanslardaki Atatürk de, günümüzden çok uzak ve anlatılanlardan doğru bir anlam çıkarmak zordur.

Yani ADD’nin konferanslarına halk gelse bile, Kemalist bir ayrıntıda kaybolan yaklaşımları nedeniyle, halka yararlı olacağına da inanamıyorum. Çünkü bu tür toplantılarda, herkes dışlanıp atılarak, Nutuk okunup hainler falan sergilenerek, bugünün hainleri onlara benzetilerek, Atatürk kutsallaştırılmaya, putlaştırılmaya çalışılıyor. Bu durumun Atatürk’ü toplumdan soyutlamak, dışlamak anlamına da gelebileceği düşünülmeden, bu yönde öyle bir yarış yapılıyor ki, çok derin ayrıntılara inmek gerekiyor.

Sonuçta amaç ayrıntılarda kaybolurken, Atatürkçülük de Brahmanizm’e dönüşüyor. Bir gün Wolongong-Sydney arasında bir Brahman tapınağında “Araba Festivali” törenlerini izlemiştim. Ayin için rahiplerin Hindistan’dan geldiğini söylediler. Çünkü Brahmanlar kendilerini vazgeçilmez kılmak için, din kurallarını öylesine karışık bir hale getirmiştir ki, rahipler olmadan tören yapılamaz. Hatta bizdeki hocalar bile, dinin alenen anlaşılması halinde kendilerine gerek kalmayacağı düşüncesiyle dinin anlaşılmasını, Kuran’ın Türkçeye çevrilmesini istemez.

Bu yüzden Atatürk ve Atatürkçülüğü böylesi ayrıntıların içinde boğan ADD’nin konferanslarından, Atatürkçülüğü her vatandaşın kolayca anlayıp çıkarabilmesi de olanaksızlaşmakta, hatta bir rehber gerektirmektedir. Oysa defalarca tekrarladığım gibi dünyanın en kolay, en kısa ve öz, en basit bilgisidir Atatürkçülük. Yani akıl, bilim ve çağdaşlıktır Atatürkçülük. Bu yüzden dünyada herkesin kolayca kavrayabileceği gibi, dünya durdukça da geçerliliğini koruyacak bir yaşam biçimidir.

Bu yüzden Atatürk 20. yüzyılın tartışmasız tek lideridir. Çünkü iyi, güzel, doğru, faydalı ve insani olan her şeyi, üç sözcükte toplamıştır. Lenin’in, Hitlerin, Stalin’in, Mao’nun sistemleri belli bir süre sonra güncelliğini kaybederken, Atatürkçülük ebediyen güncel kalacaktır. Ama bu güncellemeyi yapabilen ve yakalayabilenler için tabii ki.

İşte ADD konferanslarını, Brahmanizm’in dini törenleri gibi karmaşık hale getirmeden, anlatacaklarını bu üç sözcüğün anlamına uygun biçimde, basit ve anlaşılır yöntemle tüm halk tabakalarına anlatabilirse, ülkedeki yanlış ve Atatürk’e ters giden işleri de, yine toplumun her kesiminden herkese kolayca anlatabilir. Örneğin, Talibanlaşmak akla, bilime ve çağa uygun mudur? Milli irade orduda mı, camide mi, yoksa halkta mı olmalıdır. Bunların hangisi akla, bilime ve çağa uygundur. Sonuç olarak da akla, bilime ve çağa uygun olan Atatürkçülüktür.

Fakat doğaldır ki, bu Atatürkçülük testini önce herkes kendi üzerinde denemelidir. Örneğin CHP ve ADD yukarda eleştiri olarak yönelttiğim hususlarda kendini iyi bir testten geçirmelidir. Özellikle demokrasi anlayışları ve savundukları cumhuriyet ne kadar akıla, bilime ve çağa uygundur. Çünkü 21. yüzyılın en öncelikli değerleri, ne devlet, ne cumhuriyet ve ne de laiklik değildir. 21. yüzyılın en öncelikli değeri insan ve demokrasidir.


nazmioner@mynet.com

Yayın Tarihi : 6 Nisan 2013 Cumartesi 12:29:52


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Dr. S. A. IP: 95.15.247.xxx Tarih : 12.04.2013 18:55:00

Sayın "corrector" rumuzlu şahıs; Ben sana değil, tarihî gerçeklerimizi gençlerimizi aydınlatmaları için ehil kişilere hitap etmiştim. Anlaşıldı ki, senin de bilgilendirilmeye ihtiyacın var demektir ! Şahsıma karşı göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkürlerimi sunarım !


Dr. S. A. IP: 95.15.241.xxx Tarih : 9.04.2013 23:36:53

Sayın Teoman Törün; Öncelikle, şahsıma gösterdiğiniz teveccühlerinizden dolayı sizlere teşekkürlerimi belirtirim. Benim tarih ile ilgilenmem sadece ilk-orta-lise eğitimimin süreçleriyle münhasır kalmamış, sahip olduğum mesleğim süresince daima tarihle ilgilenmişimdir ve buna da - kendimi yetersiz görmemin susuzluğu içinde- halen devam etmekteyim. Atatürk ile ilgili, yakın tarihimizle ilgili kitaplığımda 200 ü aşkın yapıt mevcuttur ve buna rağmen bunların yetersizliğini kabulleniyorum. Kendimi bir tarihçi olarak değil, ama tarihimizi çok iyi ve içime sindirerek okuyan bir kişi olarak görüyorum. Bu sayede dün ile bugünün mukayesesini - kendimce - yaptığıma inanıyorum. Varsın, bu da bana münhasır olsun ! Şu an -eksiklerim olsa da - sahip olduğum tarihî nosyonumu, gerçek bir tarihçi ile hiçbir zaman tartışamam ve bu hususta aciz kalırım. Bana "kuzum" olarak hitabenizden de büyük bir şeref duydum zira bunu, bana karşı göstermiş olduğunuz bir samimiyetin ifadesi olarak kabullendim. İçten saygılarımı sunarım.


Teoman Törün IP: 88.243.230.xxx Tarih : 9.04.2013 18:58:40

Sayın DR. S. Kuzum, Tüm öğrenim kademelerinde (ilk, orta, lise, yüksek) okutulan inkilâp tarihlerinin sınırları dışına çıkıp Atatürk hakkında çok kitap okumanız gerektiği anlaşılıyor. Ben bu konuda sizi suçlayamam, mazur görürüm; zira sizi ziyadesiyle meşgûl eden ve yoğun çalışmanızı gerektiren bir mesleğiniz var. Ama ben size vaktiniz varsa daha okula başlamadan okuma öğrendiğim için rahmetli babama müellifi Suat Tahsin Türk'ün armağan ettiği ödüllü kitabı 1933 yayın tarihli "Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Haliki Mustafa Kemal"den başlayarak, "Anadolu İhtilâli" Sabahattin Selek, "Çankaya", (Şevket Süreyya Aydemir'in 3'er cilt "Tek Adam Atatürk", "2. Adam İnönü, "Enver Paşa" ve inkilapla ilgili pek çok ciltlerl kitabını siz hesaba katmıyorsunuz), "Kendi Ağzından Atatürk" ve şu anda tamamanı aklıma getiremiyeceğim Atatürkün uşağı Cemal Grandanın anılarından İsmet Bozdağın "Atatürkle İnönünü İhtilâflarına kadar irili ufalı kitaplar, yabancı Armstrong'un "Grey Wolf"uunda, Alman müellif Hanns Froembgen'in Kenneth Kirkness tarafından İngilizceye çevrilmiş "Kemal Atatürk'ü, Amerikalı Edward j. Ericson'un "Ordered to die-Öimeleri Emredildi"si. Lord Kinross'un "Atatürk, Rebirth of a Nation"ı ve en yeni piyasaya çıkan İtalyan Fabio Grassi'nin daha önce andığı kitabı, gene yeni Louis de Berniere'in Atatürk hakkında kurgusal öyküsü (Andrew Mango'yu ben okumadım ama Grassi ondan çok alıntı yapmış. sonunda Rusyasının onayı ile İngiltere ve Fe  ransa arasında imzalanan “Osmanl

Benim "Rus edebiyatı dizimin 16. bölümünün sonuna bakarsanız şu satırları görürsünüz "Bu arada Lenin, hemen Devrim sonrasında, Çarlık Rusyasının onayı ile İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Osmanlı topraklarının çok büyük bölümünün paylaşılmasını öngören 16.Mayıs.1916 tarihli ve Sir Mark Sykes ile Georges Picot adlarındaki müzakerecilere izafetle “Sykes-Picot” denilen gizli antlaşmayı Dünya kamuoyuna ifşa etmiş ve Rusyaya ait bölümünü iptâl ettiğini açıklamıştı. Bu jesti Sovyetlerle sıcak ilişkiler kurulmasının bağımsızlık Savaşına destek almada çok önemli bir fırsat olarak gören Mustafa Kemal 23.Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmasından hemen üç gün sonra  Rusyadaki Devrim Hükûmetine diplomatik ilişki kurma teklifinde bulundu. Sovyet Rusya Dışişleri Halk komiseri Çiçerin bu teklife 2.Haziran tarihli mektubu ile yanıt vermiş; 20.ağustos. 1920’de iki hükûmet arasındaki olumlu müzakereler sonucu çekişme hâlinde olduğumuz Ermenilerle de yaptığımız 3.Aralık.1920 tarihli “Gümrü Barış Antlaşması” kurulduktan sonra 1877-78 Osmanlı Rus savaşından beri Rus işgâline geçmiş olup Ermenistan Sovyetine ait olduğu ilân edilen topraklar Türkiyeye iade edilmiş; 16.Mart.1921’de yapılan Moskova Antlaşması ile Sovyetlerle diplomatik ilişki pekiştirilmiştir" Ben bu bilgileri rüyamda almadım. Sayın Doktorum. Atatürk tam bir dirayetli kurmay subay ve politikacının yapacağı gibi strateji izlemiş; Sovyetlerin gönlünü yapmak için Komunist "İştirakîyun Fırkası"nı kurmuş (hatta bu Fırkaya en başta yeminli komünist düşmanı Fevzi Paşa (Çakmak) girmişti. Bir yandan Sovyetlerle geçim sağlanıyor.  Hattâ bunun için (çok defa revizyondan geçmiş) Misak-ı Millî içindeki "Batum"Gürcistana bırakılmıştı.  Bir yandan samimî komünistler (Sizin buyurduğunuz Mustafa Suphi gibi) ifna ediliyordu. Komünizmin bir ütopya olduğunu yazılarımda defaatle dile getirdim. Fakat sizin kendine göre idealist Mustafa Suphi için "mel'un" tabiri kullanmanıkz aşırı duygusallığınızı gösteriyor. Duygusallıkla sağduyulu siyaset yapılamaz. Yukarda Osmanlıyı bölme planları yaptığını söylediğm Fransız Georges Picot TBMM kuruldıktan sonra Atatürkün ayağına geldi. Türkiyedeki Fransız silah ve araçları yok pahasına Türklere bırakıldı.  İtalyanlara gelince onun tafsilatına da Grassinin yazdığı kitabı okumanıza bırakayım. Sovyetlerden alınan altınlarla Fransızlar silah taşıdılar. İtalyan gemileri İstanbuldan Ankara Hükûmetinin emrine personel taşıdılar. Benim şimdi rahmetlik olmuş yazlık komşum (adını da vereyim Tahir Kartal) İstanbulda Harbiye talebesi iken tüm diğer talebeler ve askerî personelle birlikde bir İtalyan gemisine binip Anadoluya çıkarıldıklarını söylerdi. Çocukları da tanıklık ederler. Prof. Emre Kongar'ın anlattığı bir anekdota göre o zaman TBBM Hükûmeti nezdindeki Spvyet Büyükelçisi Aralov Atatürke: "Paşam," demiş: "Komünist Parti tüm halkın Partisidir; başka parti olmaz" Atatürl: "Ekselans Yoldaş," demiş:"Ben sizi tüm erlerimle görüştüreyim, hepsi çiftçidir. işçi ideolojisinden anlamaz, zaten, ben şu anda toplumun tüm kesimlerinin desteğine muhtacım; çiftçisi, ağası, memuru, askeri, kadını, hocası, imamı). Ben Atatürk'ü ağzıma kaşık etmiyorum.  Zira bu onu tanıtırken gaf yapmamıza, halkın yanlış anlamasına sebebiyet veriyor. Bugün istisna oldu. Şimdilik bu kadar.  


Dr. S. A. IP: 95.15.240.xxx Tarih : 8.04.2013 20:14:08

Mustafa Kemal, Millî Mücadele yıllarında Sovyetlerle hiçbir zaman antlaşma yoluna tevessül etmemiştir. Bunun örneğini de, Komünist rejime kendi ülkesinde mahal vermemek için Mustafa Suphi gibi melunlara fırsat vermemesiyle göstermiştir. Mustafa Kemal'in İtalyanlarla ve Fransızlarla yaptıkları antlaşmalar konusuna da  yarınki yorumlarımda değinmek zorunda kaldım; zira (yaz-yapıştır, yaz-yapıştır) hazırladığım yorumum elektrik kesintileriyle yok olup gitti. (bu kent Alanya'dır)


Dr. S. A. IP: 95.15.217.xxx Tarih : 10.04.2013 20:48:02

08,04 2013 tarihli yapmaya çabalayıpta sonunu getiremediğim yorumumu şimdi sorular şeklinde yapmak gereğini duydum: 1- Millî Mücadele ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal niçin Bolşeviklerle birlikte hareket etmek gereğini duymuştur ?; 2- İtalyanlar, Batılı emperyalistlerce hangi maksatla Anadolu'ya gönderilmiştir ?; 3- Emperyalistler tarafından dolduruşa getirilen ve kandırılan hangi işgalci ülke, Kurtuluş Mücadelesi sırasında cephaneliklerin kapısını açarak veya anahtarlarını vererek Türklere yardımcı olmuştur ?; 4- 1919-1926 yılları arasında başgösteren Kürt-İslâm isyanlarında -bugünün primitifleri olan-  asilerin giyim, erzak, silah, cephane ihtiyaçlarını hangi ülke karşılamıştır ?; 5- Gaziantep katliyamı sırasında Fransızlar hangi etnik gruplarla işbirliği yapmıştır ?; 6- Çanakkale Savaşlarında masum Anzaklar gibi, Yunanlıların Anadolu'da telefatlarına neden olan emperyalist ülke hangisidir ?; 7- Bu zamanlarda Amerikan devlet adamı Thomas Wilson'ın Kongre'ye sunduğu "On Dört Madde" nin içeriği ve anlamı nedir ?; 8- Mustafa Kemal'in hangi ülkelerle yaptığı gizli antlaşmaların hangi belgelerini bugün kim sunabilecektir ? 9- Amerikan emperyalizminin ülkemiz üzerinde oynadığı oyunların yakın tarihimiz ile bu günün arasında bir benzerlik var mıdır yok mudur ?; 10- Günümüzün malumlarının geçmişteki benzerleri kimlerdir ?; 11- "Türkiye Cumhuriyeti" sıfatıyla temelleri atılıp kurulan devletimizin adını -iç ve dış düşmanlarımızın istekleri doğrultusunda- değiştirmek mümkün olabilecek midir ?; 12- Son olarak, Mustafa Kemal Atatürk yaşamış mı yoksa yaşamama mıştır ?  (sorularımın cevaplarını, bilinçsizce ve aciziyet içinde yorum yapmaya çalışanlardan değil, gerçek tarihçilerden beklerim)    


Teoman Törün IP: 88.243.232.xxx Tarih : 8.04.2013 13:34:49

Bağımsızlık tüm ulusların hakkıdır. Başka unsurlar üzerinde tahakküm arzusu emperyalizmdir. Atatürk döneminin bambaşka koşullarına göre kendine itibar sağlayan bir başarıya imza atmiştır. O zamanlar hâlâ Osmanlının eski sınır gernişliğiin türküleri söyleniyordu. Bazı aşırı sağcılar nezdinde 1980 öncesi Atatürk fotografları yerine Fatih Sultan Mehmetg'in fotoğrafları yer almaya başlamıştı. Kürt sorununun ABD emperyalizmi altında yönetildiğini iddiaya kalkmak sen bizim emperyalizmimize karışma anlamına gelir. Keşki haklı talepleri başkalarının müdahalesi olmadan onurumuzla kendimiz hak teslim edilerek yerine getirebilseydik.Atatürk itilâf devletleri donanmasını bir kaç ay içinde Çanakkaleden geriye püskürtmüştür. Fakat 30 yılı geçmiş bir süredir terör dediğimiz olaay bastırılamadı. Atatürk Millî Mücadeleyi de önüne gelene posta koyarak değil Sovyetlerle, işgâlci İtalyanlarla, Fransızlarla,anlaşarak, yerine göre strateji, taktik değiştirerek, ince politikalarla yaptı. Atatürke ait yerli yabancı tüm eserleri okumak gerek. Ben bu daracık alanda daha fazla izahat veremem.    


corrector IP: 58.172.236.xxx Tarih : 10.04.2013 16:42:02

Sayin Nazmi Oner yazisi tek kelime ile bir mihenk tasi. bir aydinlanma seli.
 Sayin Torun'un okuduklarina ve birikimlerine hayran olmamak elde degil. gonulden tebrik ederim. yorumlarindaki izahatlarinin cogunu baska yerlerde okumustum. sovyetlerle ilgili yazdiklarini teyid ederim. Italyan ve Fransizlarla ilgili okumadiklarim varmis, sayesinde yararlandim.

yalniz Sayin Dr. S.A'nin bu yaziya yorumlarini, kendisini diger yorumlarindan tanidigim kadariyla, kendisinden beklemedigimi belirteyim. ayrica, bu yorumlardaki "dramalar", nedense bana "bu millete usakligi ogretemedim" sozunu hatirlatti. belki benim de nosyonum ve misyonum geregi sunu soylemek zorunda hissettirdi bana: "bu millete en buyuk hizmet: yanlis oldugun zaman yanlisini en az drama ile kabul edebilmektir".  sunu da belirtmem sart: Sayin S.A'nin yorumlarini ilgi ile takip edip, yararlaniyorum ve bunun da buyuk bir hizmet oldugunu dusunuyorum.

sayin Nazmi Oner'in gozumuze soktugu: en buyuk sorunlarimizdan "kemikleserek zitlasmaya / kutplasmaya" ancak boyle hizmet ederek ve boyle davranislari "norm" veya "normal" yaparak engel olabiliriz diye dusunuyorum. bu arada, "drama" oyuncular icin yazilan bolumlerin duygusalari one cikararak canlandirilmasidir.

sanirim "kutsal" kabul edilen ile ilgili her turlu konusma, "didaktik" (deduction) ve hatta "olgu"lardan (kanitlanabilir bilgiden) dem al-a-miyor. 


corrector IP: 58.172.236.xxx Tarih : 12.04.2013 08:21:03

iste bizim muassir medeniyetler seviyesini gecemeyi bosver, yaklasamamamizin en buyuk sebeplerinden biri aydinlarimizin cok nazli olmasidir bence.
 yahu bir sey biliyorsan yaz be adam!
 su meyanda sorulan sorular cok guzel de olsa, artik sadece "ben bu az karsilasilmis ama cok vahim sorularin cevabini biliyorum" anlamina gelmekten oteye gidemiyor.
 madem cok biliyor, niye aydinlatmiyor?
 hemen her seye icerliyor!
 yazdigini unutuyor!
 sonra tam tersini soyluyor!
 bir gocunuyor, bir kiziyor, bir muhatap almiyorum havalari falan...
inanin hintlilerde bile gorulemez bu kadar drama.
 cok naif!
 cok da traji-komik!
 niye yerli yerinde, olcusunde ve zamaninda kendimizi dogru ifade edemiyoruz?
 hatta belki bu husus bu sacma sapan gurur, bizim rejimde (ki onu koruyacak) ozgun bir burjuvasinin olusmamasina neden olarak gosterilebilir.
 gercegi gostermek icin illa biraz agir konusmak, illa paldir kuldur elestirmek mi lazim?


Teoman Törün IP: 88.243.231.xxx Tarih : 7.04.2013 11:26:55

Atatürkün hedefi dinamizmdi; dogma karşıtlığı idi. Şimdi kendilerine Atatürkçü diyenlerin muhafazakârlığı havsala alır şey değil.


Dr. S. A IP: 95.15.240.xxx Tarih : 7.04.2013 18:50:21

Atatürk'ün felsefesini bilmekten/kavramaktan aciz olanların bu günümüzde bilinçsizce feveran etmeleri, - ne yazıktır ki, bu günümüzün - Atatürk düşmanlarına bir vesile olmuş ve onların ekmeklerine yağ sürmekten öteye geçememiştir. Mustafa Kemal'in emperyalistlere karşı gösterdiği mücadele sırasında, ülkemizin bağımsızlığı (!) uğruna ABD emperyalizminden medet uman "yüz ellilikler" ile, bunların şimdiki zamanımızda kimlerle benzerlik gösterdiğinin tefrikini veya benzerliğini belirtmeleri hususunda Sayın Teoman Törün' ün açıklamalarına muhtaç olduğumuzu belirtir, kendilerine içten saygılarımı sunarım.


Teoman Törün IP: 88.243.232.xxx Tarih : 8.04.2013 13:45:16

Kürtlerle savaşacağız diye, ithâl ettiğimiz predatorlarla, hummer cihazları ile, heronlarla, envaı çeşit uçaklarla ABD, İsrail ekonomilerini besliyoruz. Buna ne demeli ?


Nazmi Öner IP: 178.233.80.xxx Tarih : 9.04.2013 15:14:38

 Sayın Törün ve Sayın Dr. S. A.

Akıl ve mantık yüklü, soru ve açıklamalarınız, beni yüreklendirmekte ve yazılarıma çok büyük katkı sağlamaktadır. Çok teşekkür ederim.


corrector IP: 58.172.236.xxx Tarih : 13.04.2013 13:26:05

doktor abi:elbette bilgilendirilmeye ihtiyacim var.  hem de her zaman. ozellikle tarih konusunda.ama siz beni bosverin.tanri size uzun omur versin.  bildiklerinizi omrunuzun sonuna kadar kimse ile paylasmamaya dikkat ediniz.
 zaten size, "ben cok biliyorum, bunlari bunlari bile biliyorum" demek yetiyor. sizi tedavi ediyor.lakin bir mevzu var. sizden bir istirhamim olacak: her zaman her haberi okuyamiyorum. bana atifta bulunacaginiz zaman yorumlastigimiz yazilarda karar kiliniz.