29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

Çocuk Oyunları ve Eğitim Değeri (4)

MASALLAR VE UCCU NİNE

Benim çocukluğumda şimdiki Seydiköy İlköğretim Okulunun batı duvarından itibaren, musalla taşına dek harmanyeriydi. Ve harman zamanı dışında da, genelde çocukların ve büyüklerin her türlü oyun oynadıları bir oyun alanıydı.

Şimdi hayal meyal hatırlıyorum; harman öncesi yaz aylarında, hemen her gün ikindiye doğru beş on çocuk harmanyerinde toplanırdık. Üç-dört yaşlarındaki küçük kardeşlerine bakan yedi-sekiz-dokuz yaşlarındaki çocuklardan oluşan grubun lideri, gözeticisi Uccu Nine’ydi.

Genelde herkesin ana ve babası orakta, tütünde herhangi bir işte olduğundan, çocuklar evde yalnızdı. Aileler çocuklarıyla pek fazla ilgili de değildi.

Biz harmanyerinde toplanmaya başlayınca o da sanki başımızda bir görevliymiş gibi gelip, Süleyman Çavuş’un bahçe duvarının dibinde (sanıyorum orada bir ağaç gölgesi vardı) yerini alırdı.

Uccu Nine boyu 150 Cm’yi geçmeyen ufak-tefek tonton bir ihtiyardı. Civcivlerini gelebilecek hertürlü tehlikeden dikkatle koruyan, gözeten bir anaç tavuk gibi sorumlu ve sevgi doluydu.

Önce hepimizi tek tek bir gözden geçirir, birinin yüzünde ve ya üstünde bir pislik varsa siler temizler, tırnağı uzun olanı: paslı terzi makasıyla keserdi. Birkaç defa da benim sökülen paçamı diktiğini hatılıyorum.

Başına örttüğü kara yazmanın arkalarında bir yerde, iğnesi ipliği daima hazır olurdu. Bir defasında şayak donumun dizinde bir yırtık vardı. ”Akşam anan gelince oraya bir yama yapsın” dedi.

Ama anam zaten akşam geç geliyor, hayvanlara bakıyor yemek hazırlıyor, sabah da biz uyurken kalkıp gidiyordu. Bize sadece yapılmayan işlerin hesabını soruyor ve yapılacak işlerin talimatını veriyordu. Yani sökükle yamayla uğraşacak vakti yoktu.

İş yine Uccu Nineye düşüyordu. Uccu Nine’nin bunların dışında bir başka önemli özelliği de masallarıyla hepimizi ağzına bakıtmasıydı. Masalları çok canlı ve çok güzel anlatan tam bir masal nineydi.

Şimdi yeni nesil bu masalları bilmiyor. Türk-İslam dünyasının hayal aleminde, en alttakilere de yaşama sevinci, başarı umudu aşılayan, onu kimlik, kişilik ve kendini kanıtlama yönünde motive eden o masallardan, bugünün çocuklarının yoksun kalmasını önemli bir eksiklik olarak görüyorum.

Bu gün boş zamanlarını genellikle TV izleyerek geçiren çocuklarda televizyon bu boşluğu ne oranda doldurabiliyor bilemiyorum.

Ama yıllarca bu masalların insanları uyuttuğu, mücadeleden uzaklaştırdığı, başarıyı hayal aleminde aramaya yönelttiği gibi acımasız eleştiriler de getirildiyse de; şimdi daha iyi anlıyorum ki bunlar bardağın boş tarafı ve yüzde on bile değilmiş bence.

Bardağın dolu tarafındaysa, her şeyden önce insanları stresten uzaklaştıran, rahatlatan, yılgınlığın, yenilginin peşinen kabullenilmesini, karamsarlığı, umutsuzluğu önleyen ve insanı en azından nötr tutabilen bir yanı vardı o masalların.

Peki bugün televizyonlarda çocuların izledikleri böyle mi ya? Yaşamak için sürekli vurup kıracaksın, ya öleceksin ya da öldüreceksin. Tam bir Makyavelizm. Amaca ulaşmak için her araca başvurabileceksin. Önemli olan kullanılan araçlar ve tutulan yollar değil, başarıp başaramadığınızdır.

Oysa Uccu Nine’nin masallarıda biz gariban köylüler, basit ve yoksul bir yaşam sürdürdüğümüzün farkındayızdır. Ama şikayetçi de olmayız.

Bizim dışımızdaki, çok sıkı kuralları olan ve pek çok düşmanları bulunan, entrikaların cirit attığı lüks ve gösterişli yaşam tarzı da çok fazla arzulanan bir durum değildir. Çünkü: hem adil ve insani değil ve hem de zaten yetişmek de olanaksızdır.

Ama bir yerde yok sayılıyor, hiç sayılıyor ve adam yerine konulmuyorsak, bu noktada itirazımızı ortaya koyarız. Ama bu ortaya koyuş bir kavga, bir başkaldırı, bir restleşme şeklinde değildir. Alçakgönüllü, olgun, kendine güvenen, davasında haklılığına inanan bir insanın; padişahı bile kızdırmak bir yana düşündüren bir itirazdır.

Aslında padişah inanmaz, ciddiye almaz ve işine gelmese de itirazın ortaya konuş biçimi, doğrudan reddine de engeldir. Bu yüzden itirazcıya en zor kulvarda iddiasını ispatlaması için bir şans verilir.

Fakat verilen şans, neredeyse şanssızlık gibi bir şeydir. Sıfır şanstır denilebilir. Başarı için dağlar, çöller, denizler aşması gerekebilir, gariban yoksul itirazcının.

Ama diyelim ki tüm bu engelleri aştı, bu kez de hiçbir gücün aşamadığı devasa güç dev ile karşılaşması kaçınılmazdır ve devden kurtulmak da olanaksızdır.

Üstelik TV dizilrindeki gibi, her yol mübah da değildir. Üç –beş dolar için üç-beş insanı öldürüp de gidip üstüne barda viski içmek gibi, canlıların en kutsal hakkı olan yaşama hakkına hor ve hoyrat bakan bir yolu da seçemez.

Bizim masal kahramanımız; değil üç-beş dolar canı bile sözkonusu olsa, asla meşru olmayan bir yola başvurmayı aklından bile geçiremez. İnancını mücadele azmiyle birleştirir, paniğe kapılmaz, soğukkanlılığını kaybetmez, yere, zamana ve olayların akışına göre beyin gücünü sonuna dek kullanarak bir yolunu bulup, devi atlatıp, kulvarın en büyük engelini geçer, kaf dağını aşar, yolu tamamlar.

Padişah böylesi olmazı olur yapan, başarılmazı başaran, herkesi hayrate düşüren, şaşırtan, alçak gönüllülüğü de elden bırakmayan mert ve yigit insana kayıtsız kalamaz. Sözünü tutmak, hor gördüğü, küçümsediği, basit ve sıradan insana saygı duymak ve hakkını teslim etmek zorunda kalır.

Görüldüğü gibi Uccu Nine’nin masallarında herkesin ve her kesimin kendi adına çıkaracağı sonuçlar vardır. Yaşam gösterişsiz, sade, insancıl, insanca hak ve adalet duygusu vardır. Acıdan sevince, karamsarlıktan umuda, geleceğe, aydınlığa, bir çıkış yolu zor da olsa her zaman vardır. Yılgınlığa, umutsuzluğa ise yer yoktur.

“Kültüre Eleştirel Bakış” adlı dosyamda, “Şark kültürüne fazla yüklenmekle acaba haksızlık mı yapıyorum?” sorusu beynimi hep kemirir dururdu. Şimdi bu oyunları ve masalları düşündüğüm zaman, anlıyorum ki; eleştirilerimde pek haksız da değilmişim.

Çünkü o bizim beğenilerimize konu olan şark kültüründen bu günlere pek fazla bir şey kalmamış. O kültür, işte bu oyunlar, bu masallar ve bu yaşam tarzının terkedilmesiyle kaybolup gitmiş.

Her oyunda, her masalda fiziksel, ruhsal ve sosyal gelişimi etkileyen pek çok unsuru içinde taşıyan o kültürün içi boşaltılmış. Ve geriye yalnızca çıkar, kurnazlık ve ikiyüzlülük kalmış. Yoksa aslında Şark Kültrünün de güzel tarafları varmış.
 

Yayın Tarihi : 6 Eylül 2011 Salı 13:16:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?