Çözüm için birlik nasıl sağlanmıştır. Taraflar birbirinden ne alacaktır? Bu alışveriş halka nasıl yansıyacaktır? Şimdi biraz da bunlar üzerinde düşünecek olursak, sanıyorum Türkiye’nin kazançları şöyle sıralanmıştır diyorum. PKK ile savaş bitecek, huzur ve refah gelecek denilmiş ve çözümün önceki yazılarımda açıkladığım tüm kazançları Türkiye’nin önüne konulmuştur.
Bunca kazanca karşılık vereceklerinin çoğu zaten çağdaş bir devletin, çağdaş bir demokrasinin gerektirdiği insanların en doğal hak ve hürriyetleridir. Herkes dilini, kimliğini özgürce kullanacak, bundan dolayı herhangi bir ayrıcalık ve aşağılamayla karşılaşmayacaktır. Ve aslında bunlar, TC’nin zaten çoktan vermesi gereken insani ve etik açıdan kendisini yaralayan, utandıran ve Türk kesimi için de gerekli şeylerdir. Bu yüzden de, buraya kadar Türk kesimin, çok büyük kazançlarına karşın, hiçbir kaybı yokmuş gibi görünmektedir. İstenmeyen en büyük taviz belki federasyon olabilir ki, sınırları iyi belirlenmek koşuluyla bu bile bir kayıp sayılmaz. Hatta yerelleşmenin artılarıyla kazanca bile dönüşebilir.
Fakat önemli olan ABD’nin buna karşılık, neler isteyeceğidir. Gerçi bunlar da üç aşağı beş yukarı bellidir. Kesin olan birinci istek, bir ABD-İran savaşında Türkiye, ABD’nin yanında savaşa katılmasa bile, topraklarını kullanmasına izin vermesidir. ABD üsleri bu hazırlık içindedir. Buraya kadar belki her şey olağan görünse de, sanıyorum göremediğimiz yerlerde başka pazarlıklar da dönmekte olabilir. Muhalefetin ve vatandaşın bunun için uyanık olması gerekmektedir.
Yalnız söylediklerim birer komplo teorisi değil, sadece biraz akıl yürütme olup, bu alanlarda hiçbir saplantı içinde olmadığımı da belirtmek isterim. Ve ayrıca hiçbir kimsenin hiçbir yere saplanıp kalmasını da doğru bulmam. Şimdi bu doğrultuda neden uyanık olmak zorundayız?
Çünkü Türkiye, 1. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi, her an için çok büyük bir maceraya sürüklenebilir. Bugün ulusalcılarımız Atatürkçülükten çok, Kemalizm ve ittihatçılığa yatkın ve hayrandır. Başbakanımızdan nefret etseler bile, ittihatçı pervasızlığında Başbakanımız ile ulusalcılarımız birleşebilmektedir. Hatta başkanlık, yeni Osmanlıcılık derken Başbakanımız padişahlık havalarına, Napolyon havalarına girmiştir.
Nasıl ki bu heveslere sahip ittihatçıları Almanya: İran, Turan ve kaybedilen topraklar masalıyla savaşa çektiyse, Halep, Musul hikâyeleriyle Erdoğan da Türkiye’yi bu savaşın içine sürükleyebilir. Hatta ona daha fazlası, İran’da bir Türk devletiyle, Turan’a köprü bile vaat edilmiş olabilir. Fakat bu büyüme hayalleri Türkiye’yi çok büyük felaketlere sürükleyebilir. Ayrıca Türkiye topraklarını büyüterek değil, küçülerek büyüyebilir.
Dünyanın en büyük ekonomileri ve siyasal güçleri olan, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve İtalya gibi devletlerin hiç birisinin toprakları Türkiye’den daha büyük değildir. Türkiye Kürt sorununu bütünlüğünü koruyarak çözerse 20 yılda, bölünerek çözerse on yılda bu ülkelerin seviyesine gelir. Avrupa’nın ilk beş, dünyanın ilk on devleti arasında yerini alır. Sorun çözülmez ise, her zaman hastalıklı ve sakat kalır. Yönetimi de hep dışa bağlı kalır.
Kürtlere ise, Türkiye’de federatif bir yapı sözü verilmiş olabilir. Bunu nereden çıkarıyorum, derseniz: Başbakanımız çözümle ilgili bir açıklamasında, muhalefeti çözümden kaçmakla suçladıktan sonra, Osmanlının eyaletler halinde yönetildiğini belirttikten sonra, biz büyük ve güçlü tarafız neden korkuyoruz tarzında bir açıklama yaptı. Yani böyle bir yapılanma olmayacaktır, uydurulmaktadır, böyle bir düşüncemiz yoktur demedi. Aksine federasyon veya eyalet sisteminin faydalarını anlattı.
Sayın başbakana katılıyorum. Federasyon demek, tehlike demek değildir. Ama katılmadığım nokta, Sayın Başbakanın bu konudaki görüş ve düşünceleri, tarihsel bir zemine oturmamaktadır. Osmanlıda başarılı olmuştur, biz de uygulayabiliriz demek, hiç tarih bilgisi olmayan birisinin bile ihtiyatla söylemesi gereken bir sözdür. Oysa Başbakanımızın tarih bilgisinin derecesini bilmesem de, en azından Osmanlı tarihini çok iyi bildiğini düşünüyorum. Ve yine iyi bildiğini düşünerek soruyorum.
Sayın Başbakan, Osmanlıda Eyalet sistemi için baştan sona başarılı olmuştur diyebilir misiniz? Değilse nereye kadar başarılı, ne zamandan sonra başarısız ve hangi tarihten sonra zararlı olmuştur. Lütfen bunu bir daha değerlendirin.
Benim kıt kanaat bilgilerime göre, Ortaçağda, feodal beylikler döneminde bu sistem başarılıydı. Yeniçağda, Avrupa’da merkezi mutlak krallıklar güç kazandıkça, bunlar güçlüden yana bir tavır sergilemeye ve milliyetçilik hareketlerinin yaygınlaşmasıyla da, bağımsızlık için isyanlara başlamıştır. Fransız İhtilalından hemen 15 sene sonra 1804 Sırp ayaklanması ilk ayaklanmadır. Arkasından Yunan ayaklanması ve diğerleri…
Bunlar Türk ve Müslüman olmayan kesimdir. Ama devlet ve merkezi otorite zayıflayınca, Türk ve Müslüman kesimden bile ayaklanmalar başlamış, Kavalalı M. Ali Paşa Mısır’da kendi adına devlet kurmuş, Osmanlıyla savaşarak Suriye ve Filistin’i de eline geçirmiştir. 2. Mahmut’un ömrü, eyalet sistemine son verebilmek ve ayanlarla eşrafı, ortadan kaldırarak yönetimi merkezileştirebilmek mücadelesiyle geçmiştir.
Eyaletleri bölerek vilayetlere ayırmaya ve oralara merkezden maaşlı valiler göndermeye başlamış olup, tımar sistemine de son vermiştir. Osmanlının bundan sonraki ömrü, eyaletleri ortadan kaldırma mücadelesiyle geçmiştir.
Osmanlı genelinde devlete karşı gelebilecek yerel güçleri, ayan, eşraf, aşiret, ağa gibi, derebeyleşme ve devlete karşı ayaklanma tehdidi yaratabilecek güçlerle mücadele, Kurtuluş Savaşından sonra da sürmüştür. Yani başbakanımızın yükselme devrine bakarak ilk üç yüz senede çok iyi gördüğü eyalet sisteminin iyilikleri, son üç yüz senede kat kat geri tepmiştir. Bedirhan ayaklanmasından Şeyh Said ayaklanmasına dek, olayın kökeninde eyalet sistemi ve merkezi otoriteye karşı çıkmak düşüncesi vardır.
Merkezi otorite buralarda etkili olamayınca reform da yapılamamış, Osmanlı çağ dışı kalarak tarih sahnesinden silinmiştir. Kapitülasyonlar da bu şekilde güce güvenerek, güçlüyken verilmiş ama güçten düşünce Osmanlıyı bitiren ikinci temel etmen olmuştur.
Kaldı ki şu anda Türkiye güçlü değil, barışı, dirlik düzenlik ve birliği, başkalarının elinde olup, tam bir kırılma noktasındadır. Ekonomik alanda alınan bir miktar yol, kafanızı bulandırmasın, Türkiye Kürt sorununu çözmeden, değil güçlü olmak, sürekli bıçak sırtında demektir.
Fakat bununla federasyon kötüdür, ülkeyi böler falan gibi bir düşüncem de yoktur. Koşulları iyi düzenlenirse, çok faydalı da olabilir. Ama örnek Osmanlı değil, çağdaş federal sistemlerin, bize uyan ve uyarlanabilir, bizim ihtiyaçlarımıza cevap olabilecek biçimleri seçilmelidir. Bu uzun bir konu ama şu kadarını söylemek isterim ki, bizde federasyon en çok eşgüdüm ve yönetim bütünlüğü açısından gerekmektedir. Ucu feodalleşmeye açık olmayan ve komşu üç-beş vilayete bir bölge valisi gibi de düşünülebilir.
Ve yine federasyon olur veya olmaz, ama 20 yüzyıl merkeziyetçiliğiyle devlet yönetmek de mümkün değildir. Yani federasyonlu veya federasyonsuz, yerelleşme mutlaka gerçekleştirilmelidir. Bugünün iletişim ve ulaşım olanaklarında, merkeziyetçilik önemini yitirmiştir.
Burada halkın bu olaydan kazancı ise, en azından can güvenliğinin savaş haline göre biraz daha artması demektir. Acıların soğumasıyla olayların biraz daha soğukkanlılıkla değerlendirilebilmesi demektir. Gelecek planlarının daha uzun vadeli yapılabilmesi, zaman içinde güven duygusunun artması, Türkiye’nin demokratikleşmesidir, kalkınma ve gelişmedir.
sayin teoman törün ya yanlis anlasilma var ya yanlis yorumum var ama bu asiri baskiya ne gerek var herhoca bildigini okur önemli olan bu bilgilerden bir seyler anlamak var bundada anlamak anliyamamakta var hani yani beni eski okul yillarina götürdünüz hoca anlatirdi anlatirdi bazilari hemen anlar bazilari gec anlar bazilari anliyamazda anliyamaz anlamiyana ver ensesine tokadi vur eline cetveli yapardi ama yine anlayamazdi simdi bu devirlerin gectigi caga geldik saniyorum bilgili olanlar bu zaman eti senin kemigi benim illede benimki de benim dedigim sartlarla bilgilerini verceklerse hic vermesinler daha iyi derim yine kendi kendime sorarim ben bu zatta yorum yaptim ya sizin sayfaniza yorum yapsaydim kamyon carpmisa beni döndürümüydünüz bilemem ciddiyet yönünden beni biraz anlamissiniz biraz ciddiyet yerine mizahliligi seciyorum hakeretli yorumlar yerine sanirim bu daha iyidir atatürk konusuna tarih marih bilgilerine gelince ön yarginizdir derim bilgili adamlarin ön yargisindan cok korkarim hemserimede laf yok derim hatam varsa yine ben özürde dilerim ama bazi konularda mizahli yorumlarimi yaparim benimkisi yorumdur esas sizin yazilariniz benim yorumumun esas temelidir ayri ters düsüncelerin olmasidanda yanayimdir dogru yanlis bunu her okuyan kimse kimsenin baskisi altinda olmadan buna kendi karar vermelidir bu zaten böyledir biri cok bilir bir ukalamidir ukala biri bilmezmidir bilmez ama her kisi insandir bunlar el elle beraberce yasamak tadir ama örnek memlekette bizde bilmem böylemidir yoksa bilenler bu tarafta bilmeyenler bu tarafa sinif sinifmidir ne zamn siniflar kalkacak iste örnek memleketim olacak ben bunu bekliyorum bekliyen dervis muradina ermis ben nah ererim diyorum genede isinizde basari saygilar sevgiler kal saglicakla
Tarih hocası olan yazar sizin gibi mantık ve bilgiye dayanmayan öfke patlamaları ile yazmıyor. En büyük cehalet önyargıların kör ettiği duygusallıktır. Siz, okullardaki (hangi kademedeki, bilmiyorum) devrim derslerinden başka "Bağımsızlık Savaşı" ve "Atatürk" hakkında bir kitap okumamışsınız; bu açıkça görülüyor. Sadece Atatürk'ün "Büyük Nutkunu okumuş olsa idiniz. Atatürk'ün 19.Mayıs sabahı Samsına çıkar çıkmaz ilk işinin teftiş alanı içindeki askerî ve mülkî birimlere görev sahalarındaki nüfusu saymalarını ve Türk, İslam nüfusun bölgeyi terketmemeleri için tedbir almalarını emrettiğini bilirdiniz. Çünkü ulus devlet kurulması için belli bir alanda belli bir büyük etnik çoğunluğun olması şarttır. Atatürk, toplumları mukadderatlarının kendi iradeleri ile tayin edileceği, bu konuda uzlaşma olmadığı takdirde federasyon gibi, otonom bölge gibi kurulmasının müzakerelerinin yapılmasının Devletler Hukuku kuralı olduğunu biliyordu. Fakat o zaman ilk dönemler Güney Doğu vilayetlerinde Fransız baskısına karşı direnme hareketleri ile ilk ortak cephe kuruldu. Lozan Konferansı müzakereleri sırasında bir yandan, Arap toprakları üzerinde "manda", "protektera" adları altında sömürgeler kurma niyetinde olan İtilaf Devletlerinin plebisitlere yanaşmaması, bir yandan ulusal devletin ne olduğunu kafaları almayan Osmanlı İmparatorluğu özlemini de çekenleri susturmak için nüfus kompozisyonun çok büyük payının Kürt olduğu bölgeleri de sınırlarımız içine aldık. Seyrek nüfusumuza karşın En geniş Avrupa ülkelerinden daha geniş bir alana kavuştuk. Örneğin, bir doktor Urfa'da kısa dönemli bir hizmet anlaşması yapmış bir yıl kadar orada ıkamet etmişti. Urfanın nüfus kompozisyonunu sorduk: % 80, Kürt, % 10 Arap, % 5 Süryani ve Ermeni, % 5 de memur, asker, polis vb. hizmet erbabı Türk yanıtını aldık. Bu durumda kimliklerinin tanınmasını isteyen unsurlarla müzakereye oturmak zorundayız. Yoksa şimdiye kadar karşılaştığımız gibi ülkemiz mezbahaya döner. Yani vatanseverlik söyleminden önce millet severliği iltizam etmemiz; gençlerimizin kitleler halinde kurban edilmesinin önüne geçmemiz gerek. Kıbrıs'daki standartlarımız tümüyle farklı değil mi? "Ya taksim ya ölüm!" diyorduk. Şimdi haydi konfederasyon olursa razıyız. diyoruz. Ama Türkiyede bölücülük gâvurluk... Sayın Yaşar Ertaş da kendi kendine sormasın Dünyadaki emsaline baksın. ABD'ye dimdik dikilen, toprağı bol olsun Venezuela'lı Hugo Chavez 36 yerel dili resmîleştirmişti. Tekrar tekrar bu sütunlarda dile getiriyorum Birleşik Kraliyetin tümü bizim yarımız kadar, hepsinin müstakil bayrağı olan (sadece Britanya adasında) üç özerk bölgesi var. İskoçya 2014'de bağımsızlığının plebisitini yapacak. Bu arada Çetin Altan ustanın, epeyce eski bir makalesinden aklımda kaldığı kadarı ile bir alıntı yapayım.H em hukuk öğrencisi hem çiçeği burnunda muhabirliği sırasında, zannederim 1946 seçimlerinin hemen ertesi patronu (kısa bir süre bir süre Dış işleri Bakanı olacak) Necmettin Sadakla birilikde henüz Başbakanlık yapmakda olan (Milliyetçiliği ve Atatürke bağlılığı hiç tartışma götürmeyen, üstelik gayrı müslim azınlıkların canlarını yakmış) Şükrü Saraçoğlu yanında bir gazinoda sohbet ederlerken Sadak, Saraçoğluna: Güneydoğuya yatırım yapma gereğinden bahsetmiş; Saraçoülu: "Yarın ne olacağını bilmediğim yere" yatırım yapamam cevabını vermiş.Bütün bunları bilir ve bağımsızlık savaşını, Atatürkü her ağızdan durmadan okur öğrenirsek; yok bari Yunanlılara şu tavizi verelim, Bulgarlara boyun eğelim demagojilerine meydan kalmaz. Biraz ciddiyet lûtfen!
Sayın Ertaş, siz bu köşelerin gedikli izleyicisi, değerli dostumuzsunuz. Mukabil eleştirilerimin tümünü üstünüze almayınız. En tepedeki yorumu yapan arkadaşımızın, son derece müeddep yazar hocamıza karşı "cehalet" yakıştırmalı, eleştiri sınırlarını aşan, yüksek voltajlı agressif beyanlarına yanıt vermek gerekiyordu. O hızla size karşı da taşkın gelebilecek bir ifadeyi istemeden kullanmış olabilirim. Sizin sadece dil konusunda serdettiğiniz imale-i fikre karşı naçizane bir açıklama yapmayı gerekli buldum. Fırsat vermiş oldunuz.bu konuda biraz daha açıklama getirmeye çalışayım. Çeşitli toplum kesimlerimizden, özellikle hararetli ulusalcılarımızdan "Diyanet İşleri Başkanlığı" bütçesinin nice genel işlevsel bakanlıkların da üstüne çıkan muazzam bir ağırlık taşıdığı, buna mukabil toplumun "Sünnî Müslüman" kesimine hizmet vererek aynı vergilere iştirak etmiş diğer inanç gruplarına adaletsizlik yapıldığı şikâyetleri dile getirilir. Bence bu şikâyet çok haklıdır. Konumuzun dışında ama bu adaletsizlik "diyanetin" devlet hizmeti dışına çıkarılması ya da, "Kilise Vergisi" olan Almanyadaki uygulamada olduğu gibi bu vergiyi verenlerin, kendi vergi paylarının kendi gösterdikleri ibadethanelerde ya da hayır kurumlarında kullanılması kaydını tanımaktır. Haaa, "ana dile" gelince böyle bir kayda gerek kalmamaktadır; bu hizmetin otomatikman, belirli bir ana dil ağırlığı olan kesimlere bence tanınması gerekir. Örnekleri arttırayım: İsviçre: Almanca, Fransızca, İtalyanca, Romanş dillerinin konuşulduğu bir konfederasyondur. Sovyetlerden kopma, fukara ve geri kalmış, yurttaşlarının geçim kapısı bulmak için ülkemize akın ettiği Moldavyada Rusça, Romence ve sadece 200.000 nüfusun bulunduğu soydaşlarımız Gagavuzların dili resmî dillerdir. Avrupa Birliği dil çokluğuna olanak verilmesini zorunlu tutuyor. Zaten (Bask, Katalan, Oksitan, Bröton dillerine yol vermiş Fransa Luxembourgdaki AB Divanının hükmü ile 72 minyatür dile de yol açacak. CHP'li Sayın Büyük Elçi Onur Öymen bir açık oturumda Belçikada bir mahallede Fransızca (Valon) başka mahallede Flaman dili konuşulmasının kendisini rahatsız ettiğini söylüyordu. A, Devletlû Ekselansım, acaba bu yüzden Belçikada yılda kaç kişi canını kaybediyormuş, acaba?
SAYIN YAZAR NE KADARDA GÜZEL AÇIKLADIN TÜRKİNİN HİÇBİR KAYBI ÇOK KARI VAR DOĞUDA BİR FEDERASYON VERSEK NE OLACAKKİ KAN AKMIYACAK AKAN KAN DURACAK GİDEN GİTMİŞ ARTIK GERİ GELMELERİ MÜMKÜN DEYİL 12 ADALARIDA TAMAMİYLE YUNANLILARA VERELİM TABİ ZATEN BU ADALAR BİZİM DEYİL DOLAYISIYLA NE ZARARIMIZ OLURKİ NE VAR YUNANLILAR BUNA DAYANARAK KARASULARINI 12 MİLE ÇIKARIRLAR BUDA İZMİRDEN DENİZE AÇILAN BİR VATANDAŞ YÜZERKEN YUNAN KARASULARINA GİRDİ DİYE TUTUKLANABİLİR AMA OLSUN DİKKAT EDERİZ YUNANİSTANLANDA ARAMIZDA BİR SORUN KALMAZ İSTERSENİZ KAFKASLARIN BİR KISMINIDA ERMENİSTANA BIRAKALIM ORADADA ZATEN KÜRT VE ERMENİ ASILLILAR ÇOĞUNLUKDA ERMENİSTANLADA SORUN KALMAZ BALKANLARDANDA BİRAZ BULGARLARA VERDİKMİ İŞTE KOMŞULARIMIZLA AKRABA GİBİ GEÇİNİR GİDERİZ SİZ TAVİZ VERMEKDEN BAŞKA NE BİLİRSİNİİZKİ İLERSİNİ HESAPLAMADAN İŞKEMBEDEN ATARSINIZ BUGÜN FEDERASYONU ALAN YARIN OTONOM BÖLGE İLAN EDİP ÖBÜR GÜN BAĞIMSIZLIK İSDEYECEĞİNİ HESAP ETMİYECEK KADAR DÜŞÜNCESİZ VATANI SATANLARA YARDIMCI OLDUĞUNUZUN FARKINA VARAMIYACAK KADAR CEHALETE DÜŞMÜŞSÜNÜZ FARKINDA DEYİLSİNİZ
Sayin Nazmi Oner ve Sayin Teoman Torun'e aktardiklari muhim bilgiler, can alici mulahazalar ve sentez yaratacak cozumlemeleri icin cok tesekkur ediyorum.
Lutfen boyle aydinlatici yazilariniza devam ediniz. Gercek ulusalcilar sizleri hem uslari ile hem de yurekleri ile anliyor ve devamli takip ediyor.
kendi kendime soruyorum
soru1-herkeze bir dil verilirse ayni cati altinda nasil anlasilacak
soru 2-dünyada resmi diller vardir o memleketleden bu memlekete is as vs. icin gelenler vardir orada ikamet edenler vardir örnek memlekette resmi dili olanlara (yabancilara)dilerinde kurslar vs. konusmalarinda sakinca yoktur resmi olmuyan dillere bu neden yoktur
soru 3 -bas olsun bilgin olsun her kim ne olursa olsun her bu kisi her seyi bilenmi olur
soru 4- bir bas secimle bir bas olmus bunada süre konmus simdi bu bas bir yenilik bir fikir ortaya atinca bunu da uygulamaya gecirmeye calisinca federasyon olsun baskanlik olsun söyle böyle vs. olsun deyince hep ayni fikir bu kendine kendini garantiye aliyor atiyor (bir bas bir aylikla bu kadar nasil mal mülk ediyor hesabini yapalim kendini ve yedi ceddini garantiye atiyor sorusunu hesas soralim )nasil peki bu bir dahaki secim vs. kaybedince olurya bir muhalefet kazaninca bu muhalfette bas olunca bunada yaramiyormu
sorulari geceyim ya yanlis soru soruyorum ya soru sormayi bilmiyorum cevabini dersen hic veremiyorum her ne hikmetse millet olarak padisahlik dedik olmadi demokrasi dedik olmadi kralik dedik olmadi baskanlik dedik federasyon dedik olmadi olmazzzz örnek memleketlere bakliyorum bu zamanda krallik kraliceleri var diyorum bazilari demokrasi baskanlik var tikir mikir gidiyor ama zanedersem kirali bir tavuk yiyorsa bir butuda vatandasi yiyor bizdede aman fakirin karnini doyurma bilmem neyi kalkar ilk sana batar fakir olmassa zenginin varligi belli olmaz bu kafa nati kafaq olduktan sonra bu popoda don durmaz hangini getirirsengetir olmaz iste buisinsonubir gün pok olur iste o zaman abd gelir gelirmi gelir