29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

Çözüme katılmak ya da çözümden kaçmak

Önceki yazılarımda çizmeye çalıştığım gelecek tabloları dikkat edilirse, bizden çok dışa bağımlı tablolar. En çok da ABD’nin keyfine kalmış çözümler. Ve işin ilginci buna en çok bozulan, karşı çıkanlar ve bağımsızlığımıza müdahale sayanlarsa, içerde çözüme yanaşmayanlar. Çözümü içerde sağlayamazsan elbette ki, dışarıdan önüne konacak çözüm, bizden çok bize önerenin işine yarayacak. Ne getirip ne götüreceği de kestirilemeyecek.

Ama ben yine de bu bilinmezin neler getirebileceğini tahmin etmeye çalıştım. Bu böyle veya başka biçimde gelişir. Bu ABD’nin bileceği bir iştir. Ve nitekim son günlerde ne ABD, ne de AB Esad’ın gitmesi konusunda eskisi kadar istekli olmayıp, işin tüm sorumluluğunu Türkiye’nin üstüne yıkmış gibidir. Böyle bir durum, Kürt sorununun çözümü bir tarafa, Türkiye’nin Güneyine, Irak’tan sonra bir de Suriye bataklığı eklemek demektir. İlerde durum, İsrail ve küresel sermayenin arzuları doğrultusunda İslam dünyasının istikrarsızlaştırılması noktasına bile taşınabilir. Ve maalesef tüm bunların tek nedeni, iç politikadaki zıtlaşmalar yüzünden, içerde kendi sorunumuzu kendi kendimize çözemediğimiz için dışarıya havale etmemizdir.

Onun için sonucu ne olursa olsun, çözüme katılmak ve çözümden kaçmamak gerekir. Çünkü bir sorun varsa bunu elinde tutmak, yerinde saymak hiçbir zaman için çözümden daha iyi değildir. Ayrıca kaybedilen zaman, sorunu daha da büyüterek çözümsüz hale getirir. Boşa geçen otuz yıl bunun en güzel örneğidir. Çözümden kaçana halkın destek sağlamadığı da, geçtiğimiz son genel seçimlerde görülmüştür.

Bu yüzden açılıma karşı çıkan CHP; bu kez çözüme karşı olmadığını ve bu konudaki koşullarını bildirmiştir. Fakat önceki yazılarımda değindiğim gibi bu destekten bir sonuç alınamamışta olsa, CHP açısından bu kadarı da önemlidir. Fakat maalesef şu anda, desteğin bitmesi bir tarafa, tam da çözüme karşı bir tavır içine girilmiştir. CHP’nin bu desteğini Fikret Bila köşesinde şöyle özetlemiş.

“CHP Parti Meclisi bu konuyu enine boyuna tartışmış ve sonuçta oybirliğiyle kabul edilen bir metni kamuoyuna açıklamıştır. Bu metin hükümetin beklentilerini karşılayacak, CHP’yi koşulsuz sürece aktif olarak katacak bir metin değildir. Aksine, Kılıçtaroğlu’nun dile getirdiği kuşkuları vurgulayan, iktidara güvensizlik belirten bir metindir. CHP’yi sürece karşı özellikle engel olmaya gayret göstermeden, “izleme” pozisyonunda tutan da bu gerçektir.” Fikret Bila

Yani şu ana dek verilen destek CHP’yi uzak seyirci pozisyonunda tutmaktaydı ki, şu anda o da kalmamıştır. Oysa CHP çözüme gerçekten katkı sağlamak istiyorsa –ki istemelidir- olayın içine girip kendi çözüm alternatiflerini de getirip ortaya koymalıdır. Süreç boyunca da, AKP’nin tavır ve tutumlarından çok, karşılaşılacak durumlara göre, tavır sergilemeli, olayın AKP-CHP kapışması değil de, gerçekten ülke ve insanlarının çıkarlarına uygun bir barış için mücadelesi olduğunu halka fark ettirmelidir.

Fakat ne var ki, durum tersine işlemekte, şahinlik gösterileriyle, süreç zavallılık ve acizlik olarak algılanmaktadır. CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, "Ampul-Kandil ittifakının BDP'yi düşürdüğü halin düşündürdükleri" başlıklı yazılı açıklamada, BDP'nin CHP'ye yönelik sözlerine yanıt vererek şöyle demektedir.

"Talimatla yürütülen "the süreç'e CHP'yi bulaştırmak istemeleri ise en büyük acizlik ve hadsizliktir" derken, "akıl dağıtmadan önce akıl almalarını tavsiye" ettiğini söyledi.

Yine 2009’da açılım için yazdığım bir yazıda, açılıma katılmak veya açılımdan kaçmak başlığı altında şunları yazmışım. Bu gün de aynı şeyi, çözüme katılmak veya çözümden kaçmak şeklinde yineleyebiliriz.

Bu gün Türkiye’de hiçbir kimse, hiç bir grup ve hiçbir düşünce, bu sorunu inkâr ederek, sorunun çözümüne yanaşmayarak veya çözümün önüne engeller koyarak, ülkeye hizmet ettiğini söyleyemez ve bu engelleme politikalarının, kendisi açısından olumlu bir sonucunu da göremez. Belki kısa vadede hamaset rüzgârına kapılmış gruplardan küçük destekler sağlasa bile, uzun vadede büyük kayıplara uğraması ve hatta geleceğini karartmasına neden olabilir, hatta gelecekte bu davranışından utanç da duyabilir diye düşünüyorum.

Onun için herkesin çok dikkatli olması gerekir. Yani muhalefet unutmamalıdır ki, bu sorunun çözümünü engellediği için pirim yapamayacak, hatta çok şey kaybedecektir. Kan ve gözyaşının bitirilmesine yanaşmayan, ülkenin acılar ve yoksulluklar içinde yola devamını isteyen ve şimdi pislikten başka bir şey üretmeyen mevcut sistemin devamına çalışan, engelleyici bir güç olarak algılanacak ve bunların sorumluluğu, muhalefete yüklenecektir.

Ve bu vebal yıllar sonra da, sol veya sosyal demokrat partilerin başına kalkılacaktır. Tıpkı İnönü’nün 2. Dünya Savaşında ekmeği karneye bağlaması, bu gün hala nasıl başa kalkılıyor ise, ilerde bu daha fazla gündeme gelecek ve bu durumun savaş gibi makul bir mazereti de bulunamayacaktır.

Çünkü bu sıradan günlük bir sorun, bir türban açılımı ya da içkili lokantaların kapatılması gibi, iktidarın bağnaz ve tutucu tabanına pirim vermek gibi bir açılım değildir. Türkiye’nin geleceğinin yeniden planlanması, Türkiye’nin çakılı kaldığı bataklıktan kurtularak, yenilenip güçlenerek geleceğe açılmasıdır. Kan ve kin kapılarının kapatılıp, barış ve huzur içinde yaşama kapısının açılmasıdır.

Kürtlerin bağımsızlığını, Türkiye’nin toprak kaybı, küçülmesi ve güç kaybı olarak görenler çoktur. Kürtlerin içinde de, sanki Türkiye’den ayrılınca başlarının göğe değeceğini zannedenler de çoktur. Fakat zannedilenin aksine, Kürtlerin ayrılması Türklerin kurtuluşu olurken, Kürtler için belki şu andaki savaş ortamından kurtuluş gibi görünse de, uzun vadede düşünüldüğünde, Kürtlerin büyük üçlüde felaketi olacaktır.

Benim böyle düşünmem, bin senedir birlikte yaşadığımız Kürt kardeşlerimden ayrılmak istemediğim için onlara gözdağı vermek olarak algılanabilir. Ama etraflıca düşünülür, coğrafya ve sosyal yapı iyi incelenirse bunun gerçekliği kolayca görülecektir.

Onun için, herkesin açılıma dört elle sarılması, bir an önce barışı tesis ederek demokrasinin yerleştirilmesinin, hepimiz için en akılcı ve en sağlıklı çıkış yolu olduğunun görülmesi ve sahiplenilmesi gerekmektedir.

Şimdi 2009’da açılım için bu söylediklerim, bugün için de geçerli diye düşünüyorum. Nitekim CHP bu karşıtlığın seçimlerde yararını değil zararını AKP ise faydasını görmüştür. Şu anda da halk nezdinde durum aynıdır. Ulusalcı CHP’lilerin Türklük kaygıları kimsenin umurunda değildir.

Baykalcı zihniyet, Genel Başkanın yürütmeye çalıştığı, sosyal demokrat ve halka dönük politikaları gölgede bırakmaktadır. Halk ise her şeyin farkındadır. CHP’nin mevcut siyasi anlayışları ve kendi içinde kendine muhalefeti AKP’nin dördüncü iktidarını garantilemektedir.

Bir de diyelim ki, AKP’nin çözüm araçları bütünüyle yanlıştır. Ve siz de bu yanlışa ortak olmak istemediğiniz için karşı çıkıyorsunuz. Peki yarın sandığa vardığınız zaman, halk sizin bu tavrınızı taktir ederek size oy verecek midir? Bir seçmen içinden şunları geçirmeyecek midir? Peki, ey CHP, yanlışlara karşı durman iyi, güzel; ama ortaya çözüm çıkmadı. Sorun yerinde duruyor. Bunun yerinde durmasının sorumlusu hanginiz. O çözüm için bir şey getirmiş ve ortaya bir irade koymuş. Senin de bir çözüm projen var mıydı? Varsa nasıl bir şeydi? Bunu hükümete alternatif olarak götürdün mü, demeyecek midir?

Onun için muhalefet, çözümden kaçmamalı ve kendi çözüm önerileriyle çözüm sürecinin içinde kalmalıdır. Süreç boyunca da ana muhalefet görevini, kin ve intikam duygularının ve öfkenin esaretinde değil, akıl bilim ve çağdaş bir anlayışla en iyi biçimde yerine getirmelidir.

Çünkü Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye, içerde bütünleşmiş, vatandaşlarından korkmayan ve onlara korku ve gözdağı salgılamayan bir Türkiye’dir. Kaynaklarını savaşa değil, kalkınmaya, eğitime, sağlığa, huzura, mutluluğa harcayan, vatandaşını koruyan ve kollayan mutlu eden bir Türkiye’dir. Vatandaşlarını baskı altında tutmak için büyük ordular beslemesi gerekmeyecektir.

Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye, çağdaş bir anayasaya dayalı, çağdaş yaşam koşullarının hüküm sürdüğü, vatandaşının sevgi, saygı ve kesin desteğine sahip, çağdaş bir Türkiye’dir. ONUN İÇİN TÜRKİYE KÜRT SORUNUNU KESİNLİKLE ÇÖZMEK ZORUNDADIR.

Çünkü halk savaştan çok büyük zarar görmüştür, görmektedir ve savaşın devamında yaşanacaklar hepimizin ezberine kazınmıştır. Karşılıklı yaslar ve cenaze törenleridir. Gözyaşı döken analar veya eşler, yetim kalan bebeklerdir. İnsanlar şu dünyayı terk etmeden, huzur içinde mutlu günler de yaşamak istemekte, düşlemektedir. İyi ve güzel şeylerin düşlerde kalmaması için, acının, açlığın yokluğun, işkencenin, baskının kader olmadığının gösterilebilmesi için, KÜRT SORUNU MUTLAKA ve KESİNLİKLE ÇÖZÜLMELİDİR.

nazmioner@mynet.com
 

Yayın Tarihi : 29 Mayıs 2013 Çarşamba 10:35:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.241.60.xxx Tarih : 3.06.2013 14:43:09

Sayın Dr.S. I.Dünya Savaşı sonunda ülkemizi işgâl eden güçlerden Fransızlara karşı halk hareketi başlatan ve onları püsküten Güney doğulu yurttaşlarımızın temsilcilerinden Tarık ziya Ekinci, Kemal Burkay gibi son derece bilge ve ılımlı politikacılar başlangıçda, 12.Mart.1971 öncesi, dertlerini anlatmaya vakit bulamadan kimisi kendini kodeste buldu kimisi kendini yurt dışına attı. Kimileri Faik Türün zamanında, kimileri daha sonra Evren zamanında ölümcül işkenceler çektiler. 1980 sonrası Diyarbakır Cezaevinden 60 Güneydoğulu cesedi çıktı. Eee, o zamandxa iş PKK'lı primitiflere kaldı. Sonuç: bizim kolluk güçlerimizden 7918 şehit, PKK'dan 22.101 ölü, sivil 5.557 vefat, 17.000 fail-i meçhul, toplam 52.576 vatan evladı kaybı. Emperyalist ABD 56.000 telefat verince Viet-Kong'a karşı yenilgiyi kabul etti. Siz müspet bilim tahsil ettiniz. Acaba PKK ne kadarda dize gelir. Barışı o istediğine göre pek de primitif sayamayız değil mi?    


Teoman Törün IP: 88.241.60.xxx Tarih : 4.06.2013 13:06:44

Sayın Dr. S "Kürt sorununun barışçıl çözümü" başka konu, Başbakanın  kendini kibire kaptırması, dirayetsizliği başka konu. 3.Haziran.2013 gecesi CNN TV'de Ahmet Hakanın "Tarafsız Bölge" programında, sanırım tümü "Âkiller Grubu"ndan Sayın Prof. Ahmet İnsel, Murat Belge, Deniz Ülke Arıboğan, Oral Çalışlar'ın hepsi, artık gücünün sınırına, karizmasının çizildiği noktaya gelmiş Başbakan'ı yerden yere vurdular. Meclisdeki BDP grubuna dahil olmuş İstanbul bağımsız milletvekili Sırrı Süreyya Önder ise günler boyu Gezi Park" ında greyderlerin altına yattı. Yani ne alâkası var Gezi Parkı olayları ile Kürt sorunu çözümünün... "İnanç ve Hoşgörüsüzlük" dizisini yazmış benim, her bir işe girerken: "Ya Allah, Bismillah, Allahüekber" diye aldatılmış kitlelerin gönlünü çalmayı sürdüren Tayyip Beyefendiye karşı nasıl bir sempatim olabileceğine inanıyorsunuz?   


Teoman Törün IP: 88.241.60.xxx Tarih : 31.05.2013 19:30:37

Sayın Dr. S, Kürt sorunun Batılı Emperyalistlerle alâkası yok. Haaa! bizim Osmanlı Emperyalizmi özlemlerimizden yararlanarak bundan kendilerine çıkar yolu sağlayacak ve sağlamakda olan yığınla dış devletler var. E posta kutularımıza gelen bazı maillerden Abdullah Öcalan'ın yakalanıp ilk sorgulanmasının yapıldığında PKK'ya silah desteği vermeyen dış ülke hemen hiç yokmuş. Hâlen sizin de bildiğiniz ve benim de bu köşelerde defalarca tekrarladığım gibi onları silahla besleyenler yanında bu savaşı kızıştırmak için başta ABD ve İsrael bize de silah vb. savaş aracı satıp yolunu buluyorlar. Sonuçda  kazananlar bu savaş baronları ve silah ithalat komisyoncuları oluyor. Bunların çocukları metroplollerimizde son model lüks arabalarla cirit atıyorlar. Etnik onurlarını uğruna savaştan başka çare bulamayanlara primitif derseniz bizim bağımsızlık savaşımızı da hafife almış olursunuz. Savaş çığırtkanlığı artık kuşku uyandırır oldu. Terörün çaresi empati yapıp İsveç-Norveç'in 1905'de, Çeko-Slovakyanın 1990'da ayrılamaları, Britanya'da İngiltere, İskoçyaya. Galler özerk bölgelerine ayrılmaları, İspanyanın 15 özerk bölgeye ayrılması gibi medenî anlaşmalarla varılacak solüsyonlara bağlıdır. Siz her halde bir süre bu sütunlardan uzak kaldınız. Ben de aynı argümanları tekrarlamaktan bıktım. Söyleyin Bakalım; bir zamanlar Kıbrıs politikamız "Ya taksim ya ölümdü; daha   sonra konfederasyona döndü; bu iki çelişik politikayı nasıl bağdaştıracaksınız? Artık hamaset dönemi değil, sağduyu dönemi... Savaşlar meşhur Viet-Nam Savaşı fotolarında gösterdiği çocukları öldürüyor. Atatürk hakkında bie çok yabancı müellifin kitabı var: "En doğru kararları vermiş tek lider," diye.. ABD'yi yeneceğim diye 4 milyon yurtttaşının canı giderken kendisi dağlardaki ininde saklananan, en sonunda da yanlış ekonomik politikalarda ısrar etmesi yüzünde yakasından tutulup politbürodan atılan anlı şanlı Vietnamlı (Vietkonglu) generalin adını şimdi hatırlıyor musunuz? Onu anısına yazılmış bir kitap biliyor musunuz. Şimdi barış yapmak cesaret ve  erdem işidir. Güneydoğu meselesinin, Şükrü Saraçoğluna ait bir anekdota da referans yaparak "süspan" bir politika olduğunu daha önce anlatmaya çalışmıştım.


corrector IP: 58.172.236.xxx Tarih : 2.06.2013 11:03:44

 Taksim'dekiler ve diger yerlerdeki protesto yapan insanlar su slogani soyluyorlardi: "Biz dini AKP'siz Vatanı MHP'siz Atatürk'ü ve laikligi CHP'siz Kürdü BDP'siz Koruruz. Biz halkız. Siz kimsiniz?" bazi sosyal paylasim sitelerinde de bu soylemin cok begeni topladigini tetkik ettim. Bence halk: "bana insan gibi davran, ozel hayatima (ickime, opusmeme vs) karisma, hukuk devleti ol,din fasiti olma vs" demek istiyor protestolarinda. Simdilik bundan fazlasini soyleyebilmek -emperikal olarak- bence mumkun degildir.  Ama zaman ve gelismeler belki farkli seyler soyleyebilmemize olanak taniyacaktir.

 Simdi hem egosu cok guclu ve hem de Kemalizmden cagdas Ataturkculuge gecememis bir zat, elbette bu slogan/soylemi ve bu protestoculari anlayamaz.  Hatta kendini bilincaltindan "dusmanimin dusmani bendendir" diye farkinda olmadan bu protestocularla kendini ayni kefede bile gorebilir.  Ama bu protestocularin (bu protestolarda birlesenlerin) profili cok genis tabanlidir.  Bu birlesenler, cagdas CHP'yi bitiren, ozellikle hizipci, despot, jakoben, dinazor, vs gibi CHP'liler den cok farklidir.  Bu esgalde bir CHP'li bu protestocularin yanina ne kadar yakisir bunu okurlarin cozumlemelerine birakiyorum.

 Herkes yorum yapabilir.  Cetin Altan'in dedigi gibi herkes birseyler yazabilir.  Ama fanatik gozlukleriyle ne okudugunu anlayan, ne dusundugunu anlasilacak bir bicimde dile getirebilen biri, hatta kendi soylediklerini de yalanlayan veya yanlis cikaran bir kisi, elbette dogru tahlil yapamaz.  Taksimdeki protestoculari bagimsizlik savascilarina benzetmek resmen "abesle istigal" degilse "saf (naif) niyetlilik"tir.  Tehsisi (diagnosisi) bu olanin klavuzlugu nasil olur? 

 CHP'nin bu tipler yuzunden bitmekte oldugunu gordukce, adini sanini bilmedigim, hatta tibbi durumundan endise ettiklerime bile, musamaha gosteremiyorum. Cunku yazdiklari yorumlar sadece kendilerini baglamaktan oteye uzaniyor. CHP ile hic bir direk baglantim olmasada durumum bu.

 Her yorumcunun elbette bilgi ve cozumleme seviyesi farkli olacaktir.  Her yorumcu farkli amaclar ile yorum yapabilir. Bunlara amenna ve saddakna.  Lakin bir yorumcunun kendi egosunu tatmin icin ve hatta cok duygusal yorum yapmasina tahammul edemiyorum. Cunku ben kendi yorumlarimi daha cok bilgilendirmek, bilinclendirmek, dogruyu gostermek, detayi izah etmek vs yapiyorum.

 Latince ile ingilizceyi karistiracak kadar yada aralarindaki farki bilmeyecek kadar yada boyle anlamsiz sonuclara atlayacak kadar vs seviyeleri olanlar maalesef var.  onlarla ugrastigim icin vicdan azabi ile karisik uzuntu ve bana ve okurlara onlarin yanlislarindan ogrenme firsati verdikleri icin de mutesekkirim.


Dr. S. A. IP: 95.15.126.xxx Tarih : 3.06.2013 22:42:22

Muhterem Teoman Törün; Muhterem Nazmi Öner'in ilgiyle izlediğimiz ve bizleri müsterih kılan sürekli sunumlarından birine karşın sizler de, sayın yorumcular da, ve ben de görüşlerimizi 'aynı başlık altında' ; günlerdir devam eden ve hattâ yurt geneline yayılan "Taksim olayları" sürecinde sürdürmeye çabalıyoruz. Bu girişimlerimizde, biber gazının puflamadığı, silahların patlamadığı, vücuda sarılı cephanelerin infilâk etmediği, malumların elemanlarının sivil kıyafetler içinde masum göstericilerin içine sızıp "Neron entrikalarıyla"  halkımızı tahrik etmediği sürece, en kuvvetli silah olarak dilimizi ve kalemimizi kullanmamızı "gerçek demokrasinin bir göstergesi" olarak algılıyorum. Ortaya koyduğunuz sayısal verilerin yanısıra, Millî Mücadele ve Kurtuluş Savaşı yıllarımızdaki verdiğimiz kayıpların da istatistiğini çıkarmanızı, ayrıca belirttiğiniz isimlerin yanısıra, Şeyh Said (Mehmed),  Said-i Nursi (Said-i Kürdî), Kürt Hakkı ve bunlar gibi diğer kişilerden de söz etmenizi dilerim. (*) Son olarak belirteceğim gençlerimizin, gerçek Cumhuriyetçi, gerçek vatanperver, gerçek Batı emperyalizmi karşıtı Şehit Uğur Mumcu'nun "Kürt-İslâm Ayaklanması" adlı yapıtını okumalarıdır. (**)

(*) bu hususta Kürt kardeşlerimizi tenzih ederim  (**) "Kürt-İslâm Ayaklanması 1919-1925" Uğur Mumcu. Tekin Yayınevi  


corrector IP: 58.172.236.xxx Tarih : 1.06.2013 10:41:16

Ya kardesim nasil doktorsun Tanri bilir ancak! Yoksa lakabin falan mi doktor?Ne tehsisten anliyon, ne receteden ne de tedaviden…Ne diagnosis, ne prescripsiyon, ne de kur oneriyon..


Dr. S. A. IP: 95.15.126.xxx Tarih : 2.06.2013 19:49:06

Latince kullandığı rumuzunun "musahhih" * anlamına geldiğini bilebilecek kadar bir anlayışın sahibi sayın yorumcunun sabırla, metanetle ve yılmadan görüşlerini ifade etmesindeki çabalamalarını takdirle karşıladım. Sayın reformcunun, bana atfen yaptığı yorumlarında düştüğü hataları da belirtmek zaruretini duydum; Ben hiçbir partinin mensubu olmadım ve bundan sonra da olamam ! Benim, kendimce edindiğim ilkeler ise, ülkemizin Batı emperyalistleri karşında müdafaasını yapmak ve gerçek demokrasinin var olmasını sağlamaktır. Yaşamım sürecinde, Mustafa Kemal Atatürk'ün dışında, on Cumhurbaşkanımızın ve bunların zamanında onlarca - değişik siyasi partilere mensup olan-  başbakanların yönetimlerine şahit oldum. Ne yazık ki, bunların (çeşitli partilere mensup olanları belirtiyorum) her biri, yönetimleri sırasında -kendi çıkarları için-   her geçen süre içinde Anadolumuzun bütünlüğünden - emperyalistlere yaranmak için-  bir parça kemirmek sevdasına düştüklerine de şahit oldum. Sonuç olarak şunu vurgulamak isterim: HİÇBİR PARTİNİN YAVŞAKLIĞINI YAPMADIM, YAŞADIĞIM ÜLKEMDE DAİMA "GERÇEK DEMOKRASİNİN" ARAYIŞI İÇİNDE OLDUM. Sayın corrector ile, birgün gerçek demokrasinin oluştuğu ortamda görüşmek dileklerimle !..        


Nazmi Öner IP: 178.233.80.xxx Tarih : 31.05.2013 17:50:11

Sayın Dr S. A. Siz görüşlerine çok değer verdiğimiz bir okurumuzsunuz. Çoğu görüş ve uyarılarınızdan da faydalanıyorum. Buradaki endişelerinize de aynen katılıyorum. Çözümün dışarıda Emperyal dünya güçleriyle aranmasının sakıncalarını yazdım. Elbette ki içerde PKK ile yapılacak olanın da daimi ve kesin olmayacağını belirttim. Sizden tek farklı düşündüğüm nokta, ben her şeye rağmen mutlaka çözüm yolunda yürünmesini, savaşın bitirilmesini istiyorum. Kendi içimizde muhalefetin de katılımıyla yapılmasını, olmuyorsa da yine de çözüm için yol alınmasını istiyor, 30 senedir durduğumuz yerde durmak değil, ileri yol alınmasını istiyorum. Ve tüm bunlar ortada duran çözüm elemanlarına göre yazılmış yazılar. Benim kendi çözüm önerim ise referandum olup onu bir yazı sonra burada gündeme getireceğim. İlginize teşekkür ederim.  


Dr. S. A. IP: 95.15.126.xxx Tarih : 30.05.2013 20:10:38

Sayın Nazmi Öner; Uzun bir şekilde yaptığınız sunumunuzu, "büyük harflerle" sonlandırıp neyi ifade etmeye çalıştığınız hususunda tenakuza düştüm. Asırlardır kardeşlik içinde yaşadağımız ve yakın tarihimizde de Anadolu' nun birliği için mücadele eden Kürtlerle mi, yoksa geçmişte olduğu gibi bugünde Batı emperyalistlerin uşaklığını yapan ve günümüzün malumlarının kozu olan pekaka primitifleri ile mi SORUNLARIMIZ ÇÖZÜMLENEBİLECEKTİR (!) ?.. İfadelerdeki "hassas nüanslara" lütfen dikkat edelim ! Bir önceki sunumunuza karşın yaptığım yorumumda ; "sen de mi Brutus" ifadesini kullanmıştım, bunu tekrarlıyorum.  


Dr. S. A. IP: 95.15.126.xxx Tarih : 1.06.2013 18:22:07

İnançları istismar ederek, zeka yoksunlarını kullanarak, etnik grupları kendine koz edinerek iktidar olmuş malumların "demokrasiden söz etmeye hakları" yoktur ! "Taksim'in (Türkiye' nin) Bağımsızlığı" uğruna günlerdir mücadele eden ve gerçek demokrasinin anlamını ortaya koymaya çabalayan aklıselim kitlelerin yanında ben de varım ! Kendisine 'latince bir rumuz' yapıştırıp yorum yapmaya (!) çabalayan kişi ise, kesinlikle benim muhatabım değildir; zira, kendisiyle aynı okulun, aynı kapısından çıkmadık ! O nu, kendine has seviyeleriyle baş başa bırakıyorum.