Pozantı Cezaevinde çocuklara tecavüz olayını ortaya çıkaran Zeynep Kuriş, elbette ki, burada bir kahramanlık gösterisinde bulunarak, yalan devletin yalanını açığa çıkarıp, yargının cezalandıracağını zannederek, vatana millete hizmet ettiğini düşünmüş olmalı.
Oysa bilmiyor ki yargı devletten de yalan. İkisi ahbap-çavuş ilişkisinde birbirlerinden yaman. Ve derler ki sana “Bunu sen istedin Zeynep Kuriş, öyleyse cezana katlan.”
Ama boşa gitmedi tabii ki çalışman. Şikayet ettiğin cezaevi Müdürü, daha büyük bir cezaevine müdür olurken, yardımcısı da terfi ederek onun yerine müdür oldu. Sen saf saf cezalandırılmalarını beklerken, adamlar mükafatlandırıldı. Neden, çünkü yalan devlet, yargı yalan!..
Bu yüzden doğaldır hapsi boylaman. Çünkü büyük mücadeleler sonrası Türban savaşı kazanılmış ve Türk-İslam kadının namusu kurtarılmıştı. Hatta Türkiye’nin namusu tertemizdi.
Ama şimdi Zeynep Kuriş gibi bazı gazetecilerin, yok cezaevinde çocuklara tecavüz, yok kadın mahkumların anadan doğma soyularak aranması, yok parti başkanın bir engelli kıza tecavüzü gibi olaylarla Türkiye’nin namusunu lekelemeye çalışması elbette ki affedilmeyecektir.
Ülkemiz çocuk işçi, çocuk taciz ve tecavüzünde hala dünya ikincisi olup, birinciliği yakalayamamıştır. Neden, çünkü Müslüman bir iktidar var ve İslam’ı ülkeye egemen kılacağız diyorlar. Bunların İslam anlayışıyla Türkiye buralara geldiyse, elbette yakında birinciliğe yükseleceğiz.
Çocuk gelinlerde ise ülkemiz dünya üçüncü olup, 3X4’lük eğitim sistemiyle, kızlarımızı 13 yaşında evlenme çağına yetiştirme çabalarımız devam etmektedir. Çocukları beş yaşında okula başlatırsak, erkekleri dokuz yaşında imam hatibe, kızları 13 yaşında kocaya yollayabileceğiz.
Fakat vatandaşımız hep ikincilik üçüncülükte kalıyoruz, niye birinci olamıyoruz diye üzülmesin. Bu alandaki yegane birinciliğimiz kadın cinayetlerinde olup, bu konuda kimse elimize su dökemez. Kadını en iyi biz keser, biz boğazlarız. Çünkü kadın konusunda, hırsızlıkta yolsuzlukta, muhalifi yakmakta, kesmekte, boğmakta ne yargı vardır ne de devlet.
Hani devleti ve yargıyı da bir görsem diyorsan ve bu pislik üretim sisteminin tekerine taş koymaya kalksan, veya hak aramaya kalksan, işte o zaman her yer devlet, her yer yargı olur. Nefes bile alamazsın.
Yani devlet her tür pisliği yapar, insanları numaralar, fişler, hakları gasp eder, yağmalar, faili meçhul yapar, yok eder, keyfine bakar. Bunlar devletin mahremiyetidir. Ve kim ki buraya izinsiz dalar, hapsi boylar. Devletin mahremiyeti, devletin pisliklerinin gizlediği depodur. Kutsal ve tapılası devleti vatandaş böyle görmemelidir. Adil, müşfik ve saygın görmelidir.
Çünkü devlet gizli, vatandaş alenidir. Gerçi bu bir zamanların mucize yöntemi ‘açık oy gizli sayım’ gibidir. Ama olsun… Biz sıradan bir millet, sıradan bir devlet değiliz, mucizeler bize özgüdür.
Ergenekon davasında da hemen her sanık devletin gizliliğine muhalefetten ceza almıştır. Örneğin Mustafa Balbay’ın 34 yıl cezasının 18 yıl 8 ayı devletin gizliliğiyle ilgilidir.
Şöyle ki: Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçundan 9 yıl. Yasaklanan bilgileri temin etme suçundan 2 yıl 8 ay. Kişisel verileri verme veya ele geçirme suçundan 7 yıl...
Ama devlet Mustafa Balbay’ın telefonunu dinlemekte ve belki yatak odası dahil her şeyini izlemekte bir sakınca görmemektedir. Çünkü o vatandaştır ve vatandaş demek, gerektiği zaman devletin kullanacağı bir malzemedir.
Oysa çağdaş bir devlette, özeli ve mahremi olan insandır, devlet değil. Devlet ak-pak ve açık seçik, cam gibi şeffaf olmalıdır. Çünkü dürüst bir devletin kimseden bir şey saklaması gerekmez.
Ayrıca artık milli sır diye bir şey de yoktur. Yabancı devletler, bırakın ülkede olup biteni, devlet adamlarının beynine kadar girer, ne var ne yok her şeyi bilir. Zaten onlardan hiç bir şeyi saklayamazsınız.
O yüzden devletin gizliliği kendi vatandaşına karşı ayıbı, kiri ve insanlık suçlrıdır. Çünkü devletler hep vatandaşları aleyhine dolaplar çevirir. Tuzaklar kurar. Hangi kesimi nasıl köleleştirip kullaştırıp kullanacağının hesabını yapar.
Çaldığını çırptığını, katlini vahşetini gizler. Vatandaşı, Ermeni, Kürt, Yahudi, Rum diye numaralar, fişler. Her devlet az çok benliğinde bir miktar faşizm barındırır. Demokrasinin olmadığı devletlerde ise, her şeyin başı sonu faşizmdir.
nazmioner@mynet.com
Otoriter Devlet sözcülüğüne değerli Başbakan Yardımcımız Sayın Arınç da katıldı: "Kendine kürdüm diyenler Erbil'e gitsin, efendim!" dedi. Ne demek Türk yurdunda Kürdüm, Rumum, Ermeniyim, Yahudiyim," demek. Hadlerini bilsinler.
Anadolu, atalarının asırlar öncesinde bu topraklara yerleşenin; gene atalarının doğup, büyüdüğü ve sonrasında nesiller yaratan halkların hakları olan bir toprak bütünüdür. Arınç'a şunu sormalı: "- sen nereden geldin, ben nereden geldim ?!" (not: eğer buna cevap verebilmeyi tenezzülen gösterebilir ise, ben de cevaben karşıt açıklamalarda bulunmayı taahhüd ederim)