Sabah, erkenden otelden çıktım. Abdül “Oraya 21 gider” demişti ama on dakika bekledim aynı numaradan iki üç dolmuş geçtiği halde 21 gelmiyordu. Dün akşamüzeri 28’e köşeden binip otele dönmüştüm. Oraya kadar gider düşüncesiyle 28’e binip köşe de inerek otogara vardım. Bir otobüs dolmak üzereydi. Hemen şapkamı çıkarıp boş bir koltuğa koyduktan sonra şoföre Grozni dedim. Kafsıyla tamam işareti yaptı ve 9.00’da hareket ettik.
Otobüs minibüs arası 25-30 kişilik külüstür bir arabaydı. Bagajı olmadığından herkesin eşyası yanındaydı. Koltuklar yatmıyor ve normalden üçte bir oranında daha küçük gibi geldi bana. Yolcunun üçte ikisi kadındı. 11.00’de Grozni’ye vardık.
![]() |
Otobüsten indiğim meydan |
Arabadan indiğimiz yerde bir meydan ve çevresinde devasa büyüklükte, ama yeni ve estetik açıdan çok güzel görünen binalar vardı. Caddeden aşağıya doğru ilerledim. Her yer ve her şey sanki dün yapılıp bugün yeni hizmete girmiş gibi, yeni, düzenli ve tertemizdi. Bir aydır geziyorum, onca şehir gördüm, ilk kez böylesini görüyordum.
Ne asfaltta ceviz kadar bir oyuk, ne kaldırımda bir boşluk veya oynamış bir kaldırım taşı, ne de çevrede en ufak bir pislik yoktu. Her şey inceden inceye hesaplanmış ve yerli yerine oturmuş olup hiçbir şey sırıtmıyordu. Sırıtan tek şey, her şeyin bu kadar yeni, hesaplı kitaplı ve hiçbir şehirde görülemeyecek kadar düzgün olmasıydı.
![]() |
Şehrin pek çok yerinde Kadirov ile Putin’in resimleri var |
Köprülerde, meydanlarda Kadirov’la Putin’in resimleri hep yan yana veya ikisi birlikte poz veriyorlardı. Anlaşılan Rusya savaşta yerle bir ettiği Grozni’yi yeniden imar etmiş ve Çeçen halkına birlik mesajları veriliyordu. Bir üst geçitten tren yolu geçiyordu. Yalnızca burada otları ve doğal yapıyı görebildim. Sonrasında yine büyük ama zevkli ve estetik yepyeni binalar.
Ama Osetya’da görmediğim ölçüde her kavşakta, her köşede hem de makineli tüfek taşıyan polisler var. İlerde bir küme gökdelen… Beş yıldızlı Grozni otel. Gökdelenlerin en yüksek olanında saat kulesi… Önünden bir nehir geçiyor. Terek sanıyorum. Nehrin bir tarafında gökdelenler ve karşısında Selimiye Camisi. Yapım tarihi 2008 ve Edirne’deki Selimiye camisinin bire bir aynısı. Cami çevresinde çok büyük ve çok güzel bir park...
![]() |
Saat kulesi ve Uzaktan Selimiye |
Caminin dıştan ve girip içten çekimlerini yaptım. Muhteşemdi. Tuvaletini görünce burada su vardır diye hemen daldım. Çünkü 24 saatten fazla gitmiyordum. Gerçekten de tuvalette taharet için su vardı ve çok da temizdi.
Çıkıp nehrin akış yönünde yürüdüm biraz. Burada da ortası parklı bir bulvar vardı. Nehrin karşısında altın yaldızlı kubbeleri parıldayan bir medrese vardı. Daha ilerde başka camiler.
Tekrar Kadirov caddesine dönerek ortasındaki parktan aşağıya devam ettim. Saat 14.30’du. Acıktım ve özellikle de susadım. Hava sıcak terle su kaybediyorum. Ama bu kadar yol geldim, hiçbir yerde hiçbir yiyecek içecek veya başka bir şey göremedim. Bu devasa binaların altı hep dükkan mağazaydı, ama ne olduğu belli değildi. Tabelalarını ise ben okuyamıyordum. Vitrin yok, pencereler perdeli.
![]() |
Gökdelenlerin bulunduğu bölge |
Biraz daha gidince solda kalabalık bir yan sokak belirdi. Burada küçük Pazar gibi bir yerde kadınlar meyve sebze ekmek vs satıyordu. Bir ekmekle bir domates ve bir tane salatalık aldım. İki de muz. Bunları Kadirov Bulvarının ortasındaki parkta yiyerek karnımı doyurduktan sonra caddeye devam.
Biraz ilerleyince sağda dört tarafında kuleler bulunan yüksek, büyük ve kubbeli bir binanın önünde resmimi çekmesini rica ettiğim orta yaşlı iki Çeçen, hayır anlamında tersleyip geçtiler. Bunlar yenilgiyi hazmedemeyen, bu yüzden her şeye kinle bakan ve herkese rest çeken bir kesimdi ve polis bunlara bulaşmaktan çekiniyordu.
Tepeden tırnağa
Yeniden imar edilmiş
Çeçenistan.
Sanki allar giyinmiş
Taze bir gelin
Sanki düğün bayram.
Ya da olabilir mi acaba
Kınalı bir kurban?
Değil imar iskan
Olsa da bağı irem
Olsa da gülistan
Kıyım ve yıkım günlerini
Nasıl unutur insan?
Daha genç kesimler ise, onlar da her şeye boş vermiş ve herkesi yok sayan ve kendi hayatını yaşayan bir görünüş sergiliyordu. Ama bunlar azdı. Asıl büyük kitle kadınlardı. Her yerde her işte kadınlar vardı. Ve kadınlar sadece bugünü yaşıyor, her şeye daha gerçekçi bir pencereden bakıyordu. Çükü bütün yük ve sorumluluk onların üzerindeydi. Yani savaşı kadınlar çıkarmamıştı, ama savaşın tüm yükü onların üzerine yüklenmişti.
![]() |
Selimiye Camii |
Kadirov caddesi üçlü bir heykelin bulunduğu meydanda bitiyordu. Sağda büyük ve güzel bir park var. Yol sağa ve sola devam etse de, karşıya geçmiyor. Karşıda daha büyük bir parkın içinde müze var.
Meydanda, parkta her yerde makineli tüfekleriyle polisler, ama halk onlar yokmuş gibi yaşıyor. Rusya hala Çeçenlerden korkuyor çekiniyor anlaşılan. Ya da Kadirov babası gibi bir suikasta kurban gitmekten çekiniyor da olabilir. Gerçi babasına suikastı Putin ile işbirliği yaparak, Kadirov’un hazırladığını söyleyenler de var.
Burada parka girip bankta oturan iki gençten bir fotoğrafımı çekmelerini işaretle anlatmaya çalışıyorum. “Tamam çekelim abi… Sen Türkiye’den mi geldin” dediler. Tanıştık. Oturup biraz sohbet ettik bu Kayserili kardeşlerimizle, 70 gündür buradayız. Müzeyi yapıyoruz dediler. Gelirken fotoğraf çektirdiğim kuleler ve yüksek kubbeli bina yeni müze olacakmış.
Benim bildiğim kadarıyla savaştan önce buranın nüfusu yarım milyonu geçiyordu. Şimdi ne kadar biliyor musunuz dedim. 350 binmiş, yüz bini erkek 250 bini kadın dediler. Demek ki normale göre 150 bin kadın fazla olduğuna göre, savaşta Grozni’den 150 bin erkek ölmüştü.
Onlar bir şekilde çekip gitmiş, ama kadınlar ailenin çocukların sorumluluğunu yüklenmek zorunda kalmıştı. Çünkü hayat devam ediyordu. Şu devletler ne kadar kötüydü. İnsanları öldürüyor, kadınları ve çocukları ağır yükümlülüklerin altına sokuyor, sonra da hiç bir şey olmamış gibi birlikte çekilmiş lider resimleriyle halkı kandırmaya çalışıyordu.
![]() |
Kayserili gençlerle Grozni hatırası |
Ama sokakta gördüğüm hiçbir kimse bunu yutmuyordu. Grozni tepeden tırnağa yenilenerek, dünyanın en modern, en temiz kenti haline getirilse de, herkes sanki fırsat kolluyordu ve devletlerde bunun farkında, olmalı ki, Rusya’nın hiçbir yerinde olmadığı kadar silahlı güvenlikçi konulmuştu buraya.
Şehir nasıl bu kadar temiz dedim. Kadınlar geceleri sabaha kadar süpürüyor dediler. Süleymaniye’nin önünde yüzü dahil her yeri kapalı temizlik yapan gözlüklü kadınları dini nedenle kapanmış sanmıştım; meğer temizlikçi kadınlar toza karşı ve tanınmamak için de böyle giyinirlermiş.
Kayserili gençler yanda bir pazar var ve bir de karşıda müzeyi görmelisiniz dediler. Parkın içinden fotoğraflar çekerek pazara geçtim. Burada her ne ararsan bulunacak cinsten büyük bir Pazar vardı.
Azeri birisinden iki kalem pil aldım ve biraz sohbet ettim. “Çeçenler Müslüman’dır ama Türk değil. Ama az da olsa Türk bulunur” dedi. Sonra Pazarın fotoğrafını çekerken yaşlı bir kadın bağırdı. “Benim fotoğrafımı da çek” diyordu. Fotoğrafını çekip onunla da biraz konuştum. Bir bardak kirazını aldım, sevindi. Türkçesi fena değildi.
Buradan hemen müzeye geçtim. Muhteşem bir bina idi ama kapanmıştı. Askere rica ettim, kapıdan resimlerini çekmeme izin verdi. İçindeki eserleri bilmem ama bina müthiş güzeldi. Buradan sonra geri dönmeye karar verdim. Saat beş olmuş ve 11.00’den beri altı saattir yürüyordum. Çok yorulmuş olduğumu fark ettim.
![]() |
Pazar yerinden |
Bir taksi çağırıp otogara gittim. Nazeren’a bir minibüs kalkmak üzereydi. Adama “Vladikafkas” dedim tamam bin işareti yaptı. Nazeran’a gittiğini anlamıştım. “No Nazeran, Vladikafkas” dedim; yine “Tamam” işareti yaptı. Yalan söylediğini biliyordum ama Vladikafkas’a direk giden de yoktu. Zorunlu bindim.
Önde şoförün yanında iki kişi oturuyor; onların arkasında geriye bakan koltukta üç kişi vardı. Adam beni bu üç kadının arasına dördüncü olarak sıkıştırdı. Çünkü kenarda yer olmadığı gibi, 130 kiloluk bir kadının yarısı solumda kapının iniş çıkış boşluğuna taşıyor ve girişi kapatıyordu. Onun için beni araya koydu.
Öndekilerin koltuğu arkaya hafif yatık olduğundan biz arkaya yaslanmak şöyle dursun, dik oturamıyorduk bile. Birde ters oturmak hiç sevmediğim bir şey. Bizden arkada bir tarafta tek, bir tarafta iki oturma yeri olan iki sırada 6 kişi var.
Ondan sonraki koltuklar öndekilere dik ve birbirine bakacak biçimde ikişer kişilik biri sağda biri solda. Aslında burası normalde minibüsün bagaj yeri olması lazım. Bagaj yok herkesin eşyası yanında ve kucağında. 16 kişiyiz ve 13 ü kadın. Ve bu durum böyle alışıldığı için gayet normal karşılanıyor.
Bir buçuk saat Nazeran’a kadar böyle iki büklüm sıkış tepiş geldim. Nazeran’da şoför bana otogardaki minibüsleri işaret ederek Vladikafkas dedi. Ben yalan söylediğini anlatmaya çalışırken bir kadın sırtıma dokunarak gel işareti yaptı. Onu izledim. Beni Vladikafkas minibüsünün yanına kadar götürerek, şoföre Vladikafkas’a gideceğimi anlattı.
![]() |
Parkın içinde kule gibi müze |
Otele döndüğümde çok yorgundum. Artık her taraftan arıza sinyalleri gelmeye başlamıştı. Ama buna yaşlılık da diyemiyordum. Çünkü bu tempoya gençler de dayanamazdı. Geziyi Haziran sonuna dek tamamlayacağım diye zamanla amansız bir yarışa girmiştim ve zamana yetişemiyordum.
Yolculuk halinde değilsem, gündüzleri sabah 9, akşam 9 arasını geziye ayırıyordum. Bu 12 saat içinde yürüyüşün payı 6-7 saate kadar çıkabiliyor ve beden bunu tolare edebiliyordu. Fakat gece en az 6-7 saat uyumak kaydıyla. Fakat çoğu zaman yatıp dinlenmek için 4-5 saat ancak kalıyordu.
Çünkü aslında 66 yaşında bir bedenin bu tempoyu kaldırması olanaksızdı. Antalya da olsam bunun yarısını yapamazdım. Ama ben onu aylar öncesinden sürekli telkinle hazırladım, konsantre ettim. İyi bir telkin ve konsantrasyonla bir bedenin her zaman için performansını ikiye, üçe katlayabileceğine ve aslında bedenin beyinden daha akıllı olduğuna inanıyorum.
Bu yüzden bedenim ilk yirmi güne çok iyi dayandı. Ama uyku ve istirahatı kıstıkça teklemeye başladı. Çünkü ben onu motive ederken, hasta olmayacaksın, arıza çıkarmayacaksın, zorluklar ve 30-40 saatlik yolculuklara dayanıklı olacaksın derken, uyumayacak dinlenmeyeceksin dememiştim. Yani pazarlığı aslında beden değil, ben bozmuştum.
Dil bilmeden yapilan gezi ve verilen bilgiler ancak bu kadar olur... Selimiye Camii degil, Haci Akhmed Kadirov Camii... Kule gibi müze degil, Haci Akhmed Kadirov Müzesi... Gudurimes degil, Gudermes... Nazeran degil, Nazran... Cecenya'da Micet diye bir sehir yok :)
Her yerde Kadyrovitsler ve Rus askerleri var, cunku savas bitmedi, onlar da sadece isgal gucleri ve yerel isbirlikcileri..
sayın Mansour.
Düzeltmeleriniz için teşekkür ederim. Ama ben de zaten bu bilgilerin kesin ve net bilgiler falan olduğunu söylemediğim gibi, yanlış anlaşılmasın diye, bilgilerin nasıl elde edildiğini, yer adlarını söyleyenin şivesiyle yazdığımı belirttim. Burada zaten Rusçadan başka bir dil yok. Rusyanın alfabesi de farklı olunca tabelalardan da şehir adını çıkarmak olanaksız. Bunlar buraların kesin doğruları değil, benim gezip gördüklerim ve orada karşılaştığım, özellikle Türk kökenli insanların verdiği bilgilerdir. Bilimsel bir rapor falan değildir. Amaç da bu ülkelerle ilgili yaklaşık bir fikir vermektir. Özetle gezip gördüklerim ve duyduklarımdır. Ve birgünlük Grozni gezisinde de ancak bu kadar olmaktadır. Teşekkürler.