GECELEYİN BAKU
Geceleyin yıldızsız ağır denize kadar
geceleyin zifiri karanlıkta
güneşli buğday tarlasıdır Baku şehri.
Tepedeyim
avuç avuç çarpar yüzüme ışık taneleri
havada rast peşrevi Boğaziçi suları gibi akar.
Tepedeyim
uzaklaşır uçsuz bucaksız ayrılıkta
bir sal gibi yüreğim
gider anıların ötesine
yıldızsız ağır denize kadar
zifiri karanlıkta.
Nazım Hikmet
Şubat 1960 Baku.
Çarşıdan çıkınca yine geriye dönerek Azatlık Meydanının karşısında parkta oturanlarla irtibat kurmaya çalıştım. İnsanlarla konuşmak için “Buranın adı ne? Şu karşıdaki yüksek binalar ne olarak kullanılıyor” gibi gereksiz sorular soruyordum.
Fakat insanlar öncelikle Türkiye’den gelmiş olmamla ilgileniyor, sıcak ve samimi davranışlarla sorularımı yanıtlamaktan çok, onlar bana Türkiye ile ilgili sorular soruyorlardı.
![]() |
Meydandan liman tarafının görünüşü. |
İnsanlardan fazla bir şey öğrenemesem de, Azeri insanının sakin, saygılı, meraklı ve hoşgörülü bir yapıya sahip olduğunu anlamış oldum.
Onlar gidince ben de “Bir yerden başlamam gerek gezmeye” diyordum. Ama Hazar’ı biraz daha seyretmek, sanki Hazar’ın sakladığı bazı sırları çözmek ve Hazar’ı anlamaya çalışmak gibi anlamsız bir duygu da vardı içimde.
Hazar denizi gerçekten deniz mi, göl mü? Herkes deniz diyor, devasa büyüklüğünden dolayı, ama Hazar coğrafi anlamda bir deniz değil. Hazar dünyanın en büyük gölüdür. Yani 371 bin kilometre karelik alanı ile dünyadaki pek çok denizden daha büyük de olsa, o yine de göldür.
Çünkü coğrafi anlamda denizin tanımı: yeryüzündeki birbirleriyle bağlantılı su topluluklarıdır. Yani denizler birbirine bağlıdır. Bunun ne önemi var derseniz: bu hepsinin aynı yükseklikte olduğu anlamına gelir ki buna deniz seviyesi denir. Yüksekliği sıfır metredir. Yani bir başka deyişle, dünyada “derinlik” ve “yükseklik” kavramları bu seviyenin altında veya üstünde olmak anlamına gelir.
Hazar Denizi ise bu tanıma uymaz. Yani hem deniz dediğimiz dünya sular topluluğu ile doğal bir bağlantısı yoktur ve hem de deniz seviyesi dediğimiz sıfır metrenin altında, -21 metredir.
Onun için ne denli büyük olsa da Hazar, Rusya Federasyonu, Kazakistan, Türkmenistan, İran ve Azerbaycan arasında kalmış kocaman bir petrol ve tuz gölüdür.
Şimdi de coğrafyacılığım tutmuş olmalı ki, Hazar’ın kıyısında düşündüklerime bakın. “Bir daha mı göreceksin Hazarı? Bırak bunları da Hazara bak” diye kendimi uyardım. Hazar’a karşı bir banka oturup, bu kez de Baku düşlerinin içinde kayboldum.
Baku iyi, güzel ve beklediğim gibi mi? Hayallerimin ne kadar gerisinde ne kadar ilerisindeydi karar veremedim. Sonra Nazım Hikmet’in “Bahri Hazer” şiiri geldi aklıma. Gayri ihtiyari, hatırlayabildiğim birkaç mısrasını mırıldanmaya başladım.
Ufuklardan ufuklara
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgarların dilini konuşuyor balam,
konuşup coşuyordu!
………………………..
Dalga bir dağdır
kayık bir geyik!
Dalga bir kuyu
kayık bir kova!
Çıkıyor kayık
iniyor kayık,
devrilen
bir atın
sırtından inip,
şahlanan
bir ata
biniyor kayık!
……………………
![]() |
Hazar’ın sularında petrol ve yağ parıltıları |
Ve kayıkçı
"Türkmenistanlı bir Buda heykeli" gibi
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,
fakat, sanma ki Hazerin karşısında elpençe divan durmuş!
O da bir Buda heykelinin
taştan sükûnu gibi kendinden emin
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
……………………….
- Yaman esiyor be karayel yaman!
Sakın özünü Hazerin hilesinden aman!
Aman oyun oynamasın sana rüzgar!
- Aldırma anam ne çıkar?
Ne çıkar
kudurtsun
karayel
suları,
Hazerde doğanın
Hazerdir mezarı!
Çıkıyor kayık
iniyor kayık
çıkıyor ka...
…………………..
Hazar’a bakıyorum, Hazar durgun, Hazar ufukları puslu, Hazar'ın sularının üstünde petrol atıklarının parıltısı. Nazım'ın suları berrak, Türkmen kayıkçının, bir inip bir çıktığı dalga yok. Hazar suskun, Hazar küskün gibi…
Ben suskun ve şaşkın, fazla hayal kurmuşum, gözümde fazla büyütmüşüm diyorum. Nazım gelip oturuyor yanıma."Kendi gözünle değil, benim gözümle bak Hazar'a” diyor.
Şimdi bir de onun gözü ile bakıyorum Hazar’a; Hazar pırıl pırıl ve dalgalı. Hazar rüzgarla kavgalı… Fakat Nazım oralı değil… Nazım oturduğu bankta Hazar'a bakmakta.
![]() |
Parktan eski Baku tarafının görünüşü |
Fakat bir de ne göreyim. Nazım Hazar'da değil, Nazım Marmara’da. Baku da değil, İstanbul'da. Oturduğu park burası değil o şimdi Gülhane parkında. Otururken orada bir ceviz ağacının altında, şimdi kalkmış Sarayburnu’ndan Marmara’ya bakmakta.
Açığını yakaladım diye kızdı Nazım bana ve uçup gitti Hazarın Kuzeyinde Astrahan taraflarına, Moskova’ya. Fakat hala ağzında aynı şiirin nakaratı:
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında”
![]() |
Parktan bir görünüm |
Hazar’ın kıyısındaki bu güzel parkta, günün bu ilk saatlerinde (saat 11.00 gibi) Bakû, bir köy, bir kasaba kadar sessizdi. Arkamdan, annesinin kucağında ağlayarak geçen bir çocuk, Nazım ve Hazar rüyalarımı sonlandırdı.
Ben de bu düşlerden sıyrılıp "Haydi kalk bakalım, gezginlik kolay iş değil, oturup hayal kurmak değil, hayallerini dolaşırken ayaküstü de kurabilirsin” diye, kalkıp meydana doğru yürüdüm.
Yol kenarındaki bir bankta, kılık kıyafeti düzgün bir adam oturuyordu."Her şey gezmekle değil, bir ülkeyi tanıyacaksan insanları ile de konuşacaksın diyerek" adamın yanına varıp: “Merhaba” diyerek oturdum.
Biraz hoşbeş ve tanışmadan sonra “Bu tarafta gezilecek yerler nerelerdir? Nereleri görmeliyim, diye sorunca: Emekli Albay Kemal Hüseyinov "Gel ben seni gezdireyim" dedi.
Sayın Nazmi Öner; Nazım Hikmet konusundaki sunumunuzu okuduktan sonra son derece heyecana kapıldım. Nazım Hikmet, yaşadığı dönemde "gerçek bir yurtsever" olarak çaba gösteren, ne yazık ki, zamanında takdir göremeyerek bu günlerimizde de anlaşılamayan - veya anlaşılmak istenmeyen - üstün bir felsefeye muktedir ve de tartışılmayacak şekilde üstat bir şairdir; her bir yapıtında da Türk milletinin varlığını ve Batılıların esaretinden kurtulmasının gereğini ortaya koymuştur. Nazım'ın dönemleri ile bugünün dönemini, karşılaştırmak amacıyla, ben de bu yüce kişinin "Makinalaşmak" şiirine kısaca yer vermek istedim.
Trrrrum, trrrrum !
trak tiki tak ! Makinalaşmak istiyorum !
Beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu !
Her dinamoyu altıma almak için çıldırıyorum !
..........................
Mutlak buna bir çare bulacağım; ve ben ancak bahtiyar olacağım; karnıma bir turbin oturtup; kuyruğuma çift uskuru taktığım gün !
..........................
Makinalaşmak istiyorum !