29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

İran’ın sorunu rejimi ve nükleer silahlar

Batılı kapitalist sistemlerin bugün İran’ı dünyadan soyutlamaya çalışmasının iki temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi rejimi olup buna kısmen önceki yazılarımda değindiğim gibi bu ülkelerin iç meselesidir. Ülkenin kendi halkıyla birlikte çözmesi gereken bir durumdur.

Ayrıca İran yönetim alanında dünyanın en kötüsü falan da değildir. Hatta yönetim alanında İslam dünyasına bakıldığı zaman en iyiler arasında yer almaktadır. Çünkü İslam dünyasındaki devletlerin çoğu cumhuriyet bile değil, emirlik, sultanlık ve kırallık gibi yönetimlerle yönetilmektedir. Müslüman ülkelerde aikliği benimseyen cumhuriyetler ise yalnızca Türk Cumhuriyetleridir.

Isfahan’da Kuhu Sengi Ategedesi

Hatırlayabildiğim kadarıyla Müslüman ülkelerde seçimle iktidarın değiştiği dört ülke vardır. Türkiye, İran, Pakistan ve Malezya. Belki bunlara Mısır ve Tunus da eklenebilir. Malezya’da iktidarlar nasıl değişmektedir doğrusu fazla bir fikrim yok. Fakat her türlü kurnazlığın, her türden dini bağnazlığın kullanıldığını duyuyorum.

Pakistan’da iktidarlar seçimle değişiyor. Fakat halkın değiştirdiklerini ordu beğenmediğinden, ordu yönetime hep el koyuyor ve halkın seçtiklerinin üstünde bir üst kurum gibi, ülkeyi yönetmek için seçilenleri, ordu yönetiyor. 2000 öncesindeki TC gibi bir darbeler cumhuriyeti olmaktan öte geçememektedir.

İran İslam cumhuriyetinde iktidar seçimle değişiyor. Fakat yönetimin dinsel kanadını halk seçmiyor ve bunlar yönetimde, halkın seçtiklerinden önde geliyor. Bu yönüyle Türkiye Cumhuriyeti İran’dan daha ileri gibi görünse de, bizde de genel başkan sultası dikkate alınırsa, parlamentonun halk tarafından belirlendiğini söylemek olanaksızdır. Çünkü milletin vekillerini millet değil, genel başkanlar seçmekte ve halka onların seçimini onaylamak düşmektedir.

Görüldüğü gibi İslam dünyasında seçimle iktidar değiştiren dört cumhuriyetin de, demokrasi ve gerçek cumhuriyet değerleri açısından birbirlerine önemli bir üstünlük sağlayabildiği söylenemez. Son yıllarda Türkiye’de bazı gelişmeler olduysa da, bunlar AB ile müzakerelerin sonucu olup, hala Cunta Anayasasıyla yönetildiğimiz unutulmamalıdır.

Tahran’da Azatlık Meydanı

Nükleer silahlar konusuna gelince, prensip olarak ben silahlanmanın her çeşidine karşıyım. İster nükleer, ister konveksiyonel, isterse biyolojik veya kimyasal olsun. Bu yüzden İran veya başka bir ülkenin nükleer silah geliştirmesini istemem. Halen bu silahlara sahip olanların sahipliğinin devamını da istemem. Bunlarla dünya barışının koruduğu masalına da inanmam. Silah savaştır, savaş vahşettir, savaş insanlığın kaybedildiği yerdir.

Fakat öte yandan yaşadığımız dünyanın yaşanan gerçeklerini de görmemezlikten gelemeyiz. Bir kere bugün BM’de veto hakkına sahip olup, dünyayı tamamen kendi çıkarları ve keyfiyetleri doğrultusunda yöneten beş ülke, bu ayrıcalıklarını sahip oldukları nükleer silahlardan almışlardır. Ve bir bakıma dünya bunların keyfi imparatorluğudur.

Güya bu kurulun konulmuş kuralları vardır; ama kural kimin hoşuna gitmez ise veto edip geçer. Fakat veto hakkı bulunmayan diğer devletlerin, veto hakkına sahip devletlerin desteklediği kurallara uyması istenir ve uymayana yaptırımlar uygulanır.

Bilindiği gibi nükleer silahlara sahip olan İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve ABD’nin Birleşmiş Millerlerde alınan kararları veto etme hakkı vardır. Örneğin birleşmiş milletlere üye devletlerin tamamının evet deyip desteklediği bir karar, eğer ABD veya Rusya tarafından veto edilirse, o karar tam olarak uygulamaya konulamamaktadır.

Bu gün dünyada Almanya, Japonya gibi birçok ülke nükleer silah teknolojisine sahip olup bunlardan bazıları (Kuzey Kore, Hindistan, Pakistan, İsrail ve son olarak da İran) sahip oldukları bu teknolojilerini nükleer silaha dönüştürmüştür. Fakat BM’de henüz bunların veto hakkı yoktur.

Ben tarih boyunca, okuduğum tarih kitaplarında bu kadar keyfi, bu kadar hak ve adalet duygusunu hiçe sayan, bu kadar ilkel bir uygulama görmedim diyebilirim. Neymiş Birleşmiş Milletler savaşı önlüyormuş. Oysa Birleşmiş milletlerin kuruluşundan önceki dönemle sonrası karşılaştırılsa, sonrakilerin öncesine parmak ısırttığı fark edilecektir.

Üstelik burada BM’ler büyüklerin isteklerine göre, küçük ve güçsüzleri koruyan değil, büyüklerin isteklerini zorla dayatan bir kurum konumundadır. Saddam Irak’ına, bugünkü İran’a, Filistin’e ve benzerlerine uygulanan ambargolar, zaman zaman çatışmalara da dönüşerek sürüp gitmektedir. Vietnam, Afganistan ve Bosna dramları bu BM’lerin döneminde gerçekleşmiştir. Öyleyse bu nasıl savaş önlemektir. Koyuverin savaşsınlar. Savaş ambargolardan daha acımasız değil.

Yedi sene süren İran Irak savaşı çok büyük zarar ve kayıplara neden olmasına rağmen, her iki ülkenin halklarının, ambargolardan gördüğü zararın yanında önemsiz kalmaktadır.

Şiraz’ın girişinde direklerde şehit resimleri

Saddam’ın Irak’ında, güya Saddam’ı cezalandırmak adına uygulanan bir ambargo, kadınlar çocuklar, yaşlılar, hastalar, sakatlar ve bir coğrafyanın kurdu kuşu dahil her şeyinin, nükleer silah yapıyor zannıyla topyekun cezalandırılması değil midir?

Yine aynı gerekçe ile bu ülkeye açılan acımasız savaşlarda hiç suçsuz günahsız bir milyondan fazla sivil ölmüş ve sonuçta savaş gerekçesi olarak gösterilen nükleer silahların da bulunmadığı görülmüştür. İşin en acı tarafı da bu vahşetin adı, barışı korumak adına insani bir çaba olarak yutturulmaya çalışılmaktadır.

Eğer nükleer silah yapmak dünya barışı için bir tehdit ise, (ki: elbette tehdittir) siz niye bundan vazgeçmiyorsunuz. Haydi diyelim ki sizinki olmuş bitmiş bir durumdur, bundan sonrasını önlemek istiyorsunuz. O zaman İsrail’in nükleer silah yapımına niye karşı çıkmıyorsunuz?

Şu anda dünyanın egemeni olan ABD, arkasındaki kapitalist emperyalist gurupla birlikte hareket edip, bu gurubun dışında kalanların silahlanmasına karşı çıkmaktadır. Nedeni ise gayet açıktır. Böyle bir devletin, emperyalist kapitalist grubun yönetimindeki dünya imparatorluğuna karşı bir bağımsızlık savaşı başlatma ihtimalini önlemek istemektedir.

Bu gün artık sosyalist denilmesi olanaksız olan, ya da eski sosyalist emperyalist grup, veyahut da Kapitalist Emperyalist grubun karşısındaymış gibi görünen öteki emperyalist grup ise, sanki Dünya sadece ABD’nin tekelinde değilmiş de, orada kendileri de söz sahibi imiş gibi, (belki de perde arkasında ABD’nin izniyle) bazı kararları veto edebilmektedir. Ama vetoları hiçbir anlam taşımamaktadır.

Örneğin 2011 Haziranında gittiğim İran’ın en önemli sorunu ambargo nedeniyle benzin darlığı idi. Rusya bu ambargoyu veto etmesine rağmen İran’a benzin satmaktan çekiniyordu. Oysa ABD’nin bir numaralı müttefiki olan Türkiye’nin verdiği benzin İran’da sorunun en az zararla atlatılmasını sağlıyordu.

Bu durum da göstermektedir ki, dünyada sömürme gücünü ele geçiren herkes ABD’nin yanındadır. Çünkü sosyalist görünenleri dahil, hepsi kapitalist ve hepsi emperyalisttir.

Örneğin Çin’in komünistliği bile, Kapitalizm ve emperyalizmi halka dayatma aracı olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Çünkü sermayenin küreselleşmesiyle dünya tamamen kapitalist emperyalist bir sistemin içine girmiştir. Yani kapitalist emperyalistlerin karşısında, bir karşı emperyalist grup varmış gibi gösterilmesi oyunun bir parçasıdır.

Öyle ise İran’ın nükleer silahlara sahip olmasına neden karşı çıkılmaktadır. İran bu oyunu bozacak mıdır? Bozmaya gücü yetecek midir? Asla! Dünyada düzen, gücü eline geçirenin, güçsüzü sömürmesi üzerine kurulmuşken, İran’ın bu düzeni değiştirmesi olanaksız olduğu gibi, gücü ele geçirdikten sonra böyle bir şeyi istemesi de beklenemez. O kendini kurtaracak ve sömürüye biraz daha eşit koşullarda katılacak demektir.

Öyleyse ABD neden karşı çıkmaktadır buna derseniz, belki de eşitlerin, ya da eşite yakın söz sahibi ülkelerin artmasından çekinmektedir. Yani eşitler çoğalırsa kim kimi sömürecek? Çünkü sömürecekler için dünyanın büyük bir bölümünün sömürülecek vaziyette kalması gerek. Üstelik İran büyük bir ülke ve orada sömürülecek çok şey var.

Ayrıca olayın bir de güçler dengesi tarafı var. Şu anda tamamen ABD’nin denetiminde bulanan Rusya ve Çin gibi karşı emperyalist grup, İran’ı yanına alırsa ve ilerde Hindistan’ı da yanına çekebilirse, Asya’nın denetimini ele geçirerek, denetlenmesi olanaksız gerçekten karşı bir grup haline gelebilir. Belki ABD bunları da düşünüyor olabilir ve hatta bunlarda yüzde yüz haklı da olabilir.

Urmiye kırsalında bir piknik alanı (Bend)

Fakat şu da bir gerçektir ki, dünyanın ABD’nin ve taraftarlarının keyfine göre yönetilmesi, sadece onların çıkarlarına hizmet etmesi, diğerlerinin sömürü aracı kul veya köleler olarak kalmasının beklenmesi, asla adil bir durum değildir. Ahlaki bir durum değildir. Akıla, bilime ve çağa terstir. İnsanlığa ihanettir.

İşte bu yüzden, silahlanmaya, savaşa ve savaşlarda kullanılan silahların en ilkelinden en gelişmişine topyekûn karşı olduğum halde, mevcut dünya koşullarını dikkate aldığım zaman, İran’ın nükleer silahlara sahip olmak istemesine karşı çıkamıyorum. Ayrıca Nükleer silahların İran’ın elinde bulunmasının dünya için artı bir tehdit olduğunu da kabul etmiyorum.

Çünkü Hindistan Pakistan gibi oturmamış, kesik ve dağınık yönetimlerde, K. Kore ve İsrail gibi istila hırsıyla yanıp tutuşan ülkelerde ve ABD gibi dünyayı her ne pahasına olursa olsun elimde tutmam gerekir inancındaki ülkelerde bu silahlar dünya barışını ne kadar tehdit ediyor ise, İran’ın bu silahlara sahip olması da en fazla bunlar kadar, hatta muhtemelen bunlardan daha düşük düzeyde bir tehdit olacaktır.

Çünkü İran bu ülkelerin hepsinden daha köklü bir kültüre ve daha köklü bir devlet geleneğine sahiptir. İran’da yönetim hiçbir zaman için keyfiyet olmamış, yönetim her zaman bir dengeler sistemi olmak zorundadır. Tarih boyunca İran’ı yönetenler, ırklar, dinler. diller vs. unsurlar arasındaki bu dengeleri gözetmek zorunda kalmıştır.

Bu yüzden İran’dan sahip olduğu nükleer güce dayalı olarak, dünya barışını tehlikeye sokacak fevri bir davranış beklemek, nükleer güce sahip diğer ülkelerle karşılaştırıldığı zaman, sanırım onların oluşturduğu tehditten daha fazla değildir. Hatta İsrail’e karşı bir denge olarak bölge barışına kısmen katkı bile sağlayabilir diye düşünüyorum.

Kirmanşah’da Tak-ı Bostan

Vahşi kapitalizmin gemi azıya almış en azgın dönemlerinden geçmekte olduğu günümüzde, sözde dünya barışı, gücün ve silah üstünlüğünün tek tarafta toplanmasıyla sağlanmaktadır. Ve yine barışı sağlama şekli, sömürüye baş kaldıranın başının ezilmesi biçiminde gerçekleşmektedir.

Ne yazık ki insanlığın uygarlık diye getirildiği bu son nokta, aslında eşi emsali görülmemiş bir vahşet ve dehşetin yaşandığı ve barbarlığın zirve yaptığı bir dünya olup, savaşa ve silahlanmaya karşı düşüncelere sahip insanlara bile, İran’ın silahlanmasını hoş gösterecek kadar terslikler ve çelişkilerle doludur.

Dünya buraya nasıl gelmiştir. Kim getirmiştir. Buna şeytanın bile aklı ereceğini sanmıyorum. Bir kötülük tanrısı olsa ve şeytanla işbirliği yapsa, bu kadar kötülük yapamazdı dünyamıza diyorum.

Yayın Tarihi : 24 Nisan 2012 Salı 11:22:32
Güncelleme :24 Nisan 2012 Salı 11:29:13


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
corrector IP: 58.172.237.xxx Tarih : 27.04.2012 04:10:22

bazi seyleri insanin gozune soksan da, insan yine gormek istedigini goruyor. veya takiyesi o. Sayin Torun de bu yukardaki yazida sadece muslumanlari gormus. yahu biraz da Kapitalismi, emparyalismi, BM yi gor, Israil'i gor... su fani dunyada yol bitmeden terazini biraz duzelt de yukledigin yuku biraz hafiflet. "mea maxima culpa"...


Teoman Törün IP: 88.240.35.xxx Tarih : 25.04.2012 17:19:22

Hocam, herkesin gözünün yemeyeceği zor coğrafyalarda sefer edip bu ülkelerin perde arkasında kalan yanlarını tanıtma gibi çetin bir işe girişmenizi tekrar kutlarım. Anlaşılıyor ki İslam nüfusunun barındığı ülkeler içinde Türkiyenin demokrasisine erişen henüz yok. Gerçekden İran'ın düzenli işleyen bir yönetimi var gibi görünüyor ama en başdaki ruhanî lider, sınırsız sorumsuz "Ayetullah rejimi, Humeynîden sonra fazla sivrilik göstermedi ise de  her şeye kadir olması, bakımından her an toplum için tehdit teşkil ediyor. Pakistanın, ABD., din feodalitesi, Patanlar, Biharîler arasındaki etnik kavgalar, Kuzey Batı Cephesi Eyaletine yerleşip kalmış Taliba belası gibi envai çeşit faktörler yüzünden demokrasiye geçmesi hep başarısızlığa mahkûm. Malezya ise Malay, Çinli, Hintli karma nüfusu, Sabah, Saravak, Singapurla yaptığı federatif birleşme ve Müslüman Malaylıların şeriat düzeni içinde yönetilmeleri gibi iyice karmaşık siyasal ve toplum bünyesi ile ne olduğu belirsiz ve iç tehlike yaratabilecek bir ülke. Mısırda hâlâ fiilen askeri cunta yönetimi egemen.