İnternet cafeden çıkıp otele gelirken saat 12.00’yi geçmişti. Kandovan’a beraber gideceğimiz arkadaş gitmiştir artık düşüncesiyle, kendi başıma nasıl gideceğimi düşünüyordum. Fakat otele vardığımda arkadaş daha gitmemiş beni bekliyordu.
Anar yemeğini yemişti. Ben de hemen alel-acele ekmek domates bir şeyler atıştırıp yola çıktık. Otelci bizi belediye otobüsünün durağına kadar götürüp, hangi otobüse bineceğimizi anlattı. Otobüsle garaja vardık. Garajdan Kandovan'a direk araba yoktu. Taksici, 8.000 tümen (8 USD) istedi. Minibüs ile Osku’ya kadar gitmeye karar verdik.
![]() |
Osku’nun ortasında devasa çınar ağacı |
Osku minibüsü ile sıcakta bir saat gittikten sonra Osku’ya vardık. Sahant, Sirohşehr Kolecan, Vavil ve Milan gibi yerleşimlerden geçerek Osku ya vardık. Sahant hariç, ötekiler 5-10 bin nüfuslu küçük yerleşimlerdi.
Tebriz kırsalı orta Anadolu gibi daha ziyade kuru tarım yapılan ovalardan oluşuyordu. Yerleşimlerin çevresinde sulu tarım, bağ ve bahçeler, özellikle rakım yükseldikçe kiraz ve ceviz ağaçları dikkati çekiyordu.
Kandovan Osku ya bağlı bir köy. Osku'ya 15-20 kilometreydi; fakat taksi 6 USD isteyince itiraz ettik. Tebriz’deki taksici 80 kilometreye 8 Dolar isterken; bu şimdi 20 kilometreye üçerden 6 dolar istiyordu. “Çok” dedik.
“Bekleyin gelirse iki misafir alırsınız, 1500 tümen olur” dedi. Fakat bizim beklemeye tahammülümüz yoktu. Gidip gezip, tekrar akşama geri dönecektik. Başka bir alternatif arayışına girdik.
![]() |
Kandovan girişinde polis kontrol noktası |
Bu arada bizi getiren minibüsçü belki başka maşın (araba) olabilir diye, bizi biraz ilerdeki kent merkezine götürdü. Zaten 5-10 dakika sonra çevrede herkes benim Türkiye’den geldiğimi öğrenmiş ve Kandovan’a gideceğimizi biliyordu. Bu yüzden herkes bir şey söylüyordu. Bizi getiren minibüsün şoförü de, bizi sahiplenmiş alternatif çıkış yolları araştırıyordu.
Osku merkezinde devasa gövdeli büyük bir çınar ağacı vardı. Orada çınarın altında beklerken, bir taksici Türkiye’den geldiğimi öğrenince (ki minibüsçü beni herkese Türkiye’den gelmiş misafir diye tanıtıyordu) “Ben sizi götürürüm” diye yanaşıp, Türkiye ile ve İbrahim Tatlıses ile ilgili sorular sormaya başladı.
![]() |
Kandovan’da evler |
“Kaça götürürsün” deyince; “Misafirsiniz, para almam” diyor. “Hayır parasını veririz” deyince de “6 Dolar” istiyordu. “Olmaz 4 verelim” diyoruz; kabul etmiyordu.
“Köye girişte zaten 1000 tümen polise veriyoruz. Ben sizi parasız aparım (götürürüm)” dedikten sonra: “İbrahim Ağabey yine türkü söyleyebilecek mi?” diye lafı yine Tatlıses olayına getiriyordu.
Bu arada Kandovan’daki otelin servis minibüsü geldi. 1500 zer tümene götürmeyi kabul edince ona bindik.
Kandovan İran’ın Kapadokyası gibi bir yer. Eskiden beri insanlar burada evlerini, ahır veya samanlıklarını kayaların içini oyarak yapmışlar. Ayrıca sıcak yaz günlerinde serin bir sayfiye yeri.
![]() |
Kayalara oyulmuş bir ahır veya samanlığın kapısı |
Bizi Osku’dan Kandovan’a götüren minibüs, buradaki bir turistik otelin servis arabasıymış. Şoför ve otel personelinden birkaç kişi vardı. Otelin günlük erzak ihtiyacını taşıyordu. Yol boyunca şoförün ve diğerlerinin Türkiye’deki dizilerle ilgili sorularını yanıtlamaya ve İbrahim Tatlıses’in sağlık durumunu anlatmaya çalıştıysam da, aslında bu alanda ben onlar kadar bilgili değildim.
Kandovan’a doğru ilerledikçe arazi yükseliyordu. Bitkiler azaldı ve cılızlaştı. Bu yüzden çevresindeki dağların karı yeni kalkmış, tepelerde ise Haziran başlarında hala kar vardı. Karların kalktığı yerlerde çayırlar ve kır çiçekleri, bu doğal senfonideki yerini almıştı.
![]() |
Kandovan’da vadi tabanı ve köyün karşısı |
Bu arada şoförle samimiyeti de ilerlettik. “İbrahim ağabeyi tanıram, İstanbul’da bulunmuşam, ben de sanatçıyam” diye hep anlatıyor; araya bir de Türkiye ve İbrahim ile ilgili bir soru sokuşturuyordu.
Ben de sorularını yanıtladıktan sonra, “Söyle bakalım, görelim sanatını” dedim. İbrahim Tatlıses’i taklit edercesine türküler okudu. Sesi gerçekten güzeldi.
Bu arada şoförün söylediği bir İbrahim Tatlıses Türküsüyle Kandovan’a girdik. Çok güzel bir vadiydi. Vadi tabanından bir çay akıyordu. Çayın akış yönüne göre köy yerleşimi, sağdaki yamaçtaki kayalara oyulmuş evler biçimindeydi.
![]() |
Çayın sağında kayalara oyulmuş evler. |
Yamaç ile çay arasında kalan bölümün çay kenarında yol vardı. Yol ile kayalık alan arasında ise normal yapı malzemeleriyle yapılmış evler de vardı.
Hafta sonları buraya Tebriz’den çok sayıda ziyaretçi geldiği söylenmişti. Bu gün de hafta sonu olmamamsına rağmen yine de epeyce araba vardı. Fakat aşırı kalabalık sayılmazdı.
Şoför otele malzemeyi ve personeli indirdikten sonra Anar ile beni köyün sonuna kadar getirdi. Tüm ısrarlarımıza karşın yol parası da almadı. “Gezin, dolaşın… Akşama da benim konuğum olun” dedi. “Otele dönmek zorundayız” dedik ve teşekkür edip ayrıldık.
Kayalara oyulmuş evlerin bulunduğu yokuş bir caddede epeyce ilerleyerek buraları inceleyip resimlerini çektim. Burada kimi evin damı, arkadaki bir başka evin avlusu, bahçesi gibiydi.
![]() |
Çayda oynayan çocuklar |
Kayaların içine oyulmuş evlerin sadece ön cephelerinde duvar ve pencere vardı. Ahır, samanlık gibi yerlerin ön cephesi ise, küçük taşların rastgele düzensiz ve üstelik çamur ile örüldüğü, küçük pencereli duvarlardan ibaretti.
Köyün tam karşı yamacıda, vadi boyunca çayın 500- 600 metre yüksekliklerine kadar tırmanan yeşil ağaçlık alanlarla kaplıydı. Yamacın çay kenarında gezinti yolu ve yol boyunca oturma ve piknik alanları vardı. Sonra da, bu mesire yerlerini görmek için karşıya geçtik.
Çayda buz gibi kar suyu akmasına rağmen çocuklar suda oynuyordu. Kenarda da piknik alanları ve restoran kahve gibi yerler vardı.
![]() |
Piknik alanları |
Bu mekanlar İran insanının yaratıcılığının sınav veya yarışmaya tabi tutulmuş proje uygulamaları gibiydi. Yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, doğal çit, elektrik direği ve ilginç karstik bir mağara tavanını andıran gölgeliğine kadar, her yerde yaratıcı ve farklı bir şeyler görmek mümkündü.
Sanıyorum herkes kendi yerinde böylesi farklı ve orijinal bir mekan yaratmaya çalışınca ortaya kendiliğinden bir yarış çıkmış. Yaratıcılık yarışması. Sandalyesi, masası ve köşklerinde bile farklı bir şeyler yakalamaya çalışmış insanlar.
Ve yine bu mekanlarda katmer börek, gözleme gibi saçta yapılan hamur işleriyle, mangalda yapılan et mamulleri temel yiyecekler. Çay, kahve ve nargile de olayın keyif tarafı.
![]() |
Kandovan’ın turistik Laley Rocky oteli |
Biraz şive farkına rağmen, kendinizi yabancı bir ülkedeymiş gibi hissetmiyorsunuz. Özellikle köylüler tam bir Anadolu köylüsü gibi. Örneğin kadının birisi: “Şerfe gııı” diye bağırınca, kendimi Anadolu’nun göbeğinde hissettim.
Meraklı, sıcakkanlı ve sevecen insanlar. Sizinle konuşmak için hemen bir konu bulup çıkarıyorlar. Tabii ki en çok da dizilerle İbrahim Tatlıses oluyor bunlar. Kadının birisi Ali Kaptan’la Hollandalı sevgilisi Karolin’in riyakarlığından bahsederken, bir diğeri sanki yönetmen benmişim gibi azarlarcasına “Ali Kaptan nasıl inanıyor Karolinin yalanlarına” diye bana soruyordu.
![]() |
Otelin merdivenleri |
Piknik alanlarında bir süre dolaştıktan sonra köyün girişindeki turistik Laleh Rocky oteline gittik. Şoför “Gezebilirsiniz” demişti.
Otel köyün girişinde solda oldukça geniş bir alanı veyahut da tüm yamacı kaplayacak biçimde, kayalar oyularak yapılmıştı. Yine şoförün verdiği bilgilere göre oteli devlet işletiyormuş ve geceliği 200 dolarmış.
Odalar taşın içine oyulduğu gibi dışarıda merdiven ve teraslar, hatta levhalar bile hep taştandı. Çok güzel bir dizaynla bu taş işçiliği, araya sokulan çim, çiçek ve yeşil alanlarla bütünleştirilmişti.
![]() |
Kayaların oyulmasıyla yapılan otel odaları |
O sırada otele üst düzey bir görevli geldi. Bakan olduğunu söylediler. Fakat bizdeki gibi kalabalık bir koruma ve partili ordusu olmayınca etrafında pek inanamadım. Etrafında 6-7 tane insan vardı. Ve en önemlisi de, makam arabası sıradan halkın bindiği cinsten bir araba olup sadece modeli yeniydi.
Oteli gezerken de personel bana büyük ilgi gösterince, bu arada Anar’ın da aslında misafir olduğu geldi aklıma. “Arkadaşım da Azerbaycan’dan geliyor” dedim; fakat pek dikkate alan olmadı. Ya Azeri olduğu için onu kendilerinden sayıyorlar, ya da Azerbaycan’a Türkiye kadar ilgi duymuyorlardı.
![]() |
Büyük bir kayaya oyulmuş otel restoranı |
En son olarak otelin restoranına girdim. Ortada geniş bir mekanda masa sandalye ve yanlarda ise sinema locası gibi duvara oyulmuş oturma yerleri vardı. Otelin olduğu yerden vadi tabanı ve karşı yamaç çok güzel görünüyordu.
Bu arada Anar burada çalışan bir hemşerisiyle görüşmeye gitmişti. O dönünce otelden aşağıya inip, yine köyün içindeki arabaların park ettiği çay kenarına gittik. Tebriz’e dönen bir minibüs bulduk. Bizi 1500’er tümene direkt Tebriz’e kadar götürecekti. Tebriz otogarına dek sorunsuz gittik.
![]() |
Restoranın önünde |
Fakat otogardan otele gitmek için belediye otobüs durağına varınca, görevli: “Kartsız binemezsiniz” dedi. Anar bunlarla aynı dili konuştuğu için ben müdahale etmiyordum. Ama adam kabul etmeyince ben “Kartsız binilen otobüsün durağı nerede” diye sorunca: görevli yanıma gelerek “Türksün, Türkiye'den geldin, İbrahim Ağabey nasıl?” dedikten sonra “Misafirsiniz, gelin, binin” dedi.
Kartsız girdik kuyruğa. Arkadaş sıradan çıkıp ileri geçince “Gel sıra var” dedim. “Ben şoföre ineceğimiz yeri soracağım” dedi. “Sor işte sıradaki insanlara, sen Azeri değil misin? Bunların dillerini bilmiyor musun?” dedim. Bu arada otelin kartı geldi aklıma ve görevliye kartı gösterince beni şoförün yanına götürerek, “Misafirdir, burada indir “ diye otel kartını şoföre gösterdi. Doğrusu misafirperverliğin bu kadarını da beklemiyordum. Teşekkür edip ön kapıdan bindim.
Orta kapı kadınların girişine ayrılmıştı. Otobüsün önden yarısı erkeklere ve yarısı kadınlara ayrılmıştı. Ve ilginçtir, sokakta erkekler daha fazla gibi gelmişti bana ama otobüslerin kadın bölümleri de dolu gelip dolu gidiyordu. Ayrıca bu kartlı otobüsler tercihli yollardan daha çabuk gidiyordu. Bu yüzden otele hemen geldik.