8-KENTLEŞMEDE ÇARPIKLIKLAR
Antalya’nın böyle olmasında, bu güne dek bu şehrin yerel ve genel yönetiminde yetkili konumda yer alan herkesin, payı olduğunu ve bundan sorumluluk duyması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sorun sadece sokakların ızgara planına uygunluğu, düzgünlüğü ve evlerin numarasızlığı değil, yolun fonksiyonunu yerine getirecek genişlikte ve olması gereken yerde olmasıyla da ilgilidir.
Maalesef olaya bu açılardan bakıldığında da, kalıplaşmış belli bir standardın dışına çıkılmadığı, 1960’lı yılların standartlarının 2000’li yıllarda da aynen sürdürülmeye çalışıldığı görülmektedir. Şu anda şehir trafiğinde en ağır yükü çeken yollardan birisi olan 100. yıl caddesinin yetersizliği yıllar öncesinden görüldüğü halde, yeni planlanan yerlerde de yine, bu genişlikler emsal alınmaktadır. Hatta bazen yeni yerleşimlerin mevcut durumuna bakılarak bunlar daha da daraltılmakta, gelecek iyi hesaplanmamaktadır.
Aslında cumhuriyetin ilk yıllarında, yurt dışından gelen mimar ve şehir plancıları çok güzel planlar çizmişler ve Atatürk dönemi boyunca da bunlar hassasiyetle uygulanmıştı. Ama özellikle 50 ve 60’lı yıllardan sonra, uygulayıcılar bu planlara bağlı kalmayarak, rant esaslı ve günü kurtaracak kurnazlıklarla dolu planlara sarıldılar.
Yerli mimar ve şehir plancılarımız da, akıl ve bilimin gereklerini bir tarafa bırakarak, yöneticilerin isteklerini yerine getirmiştir. Yani onlar kendilerini, mimarlığın gereklerini değil, politikacıların isteklerini yerine getirmekle görevli hissetmişlerdir.
Burada mimarlar, plancılar kadar, onları yetiştiren eğitim sisteminin de bunda önemli payı olduğunu inkâr etmek olanaksızdır diye düşünüyorum. Çünkü beynin normal işleyişini bozarak, insanları akıl yürütme ve düşünce üretme yeteneklerinden uzaklaştırarak, ezber hazır bilgileri kullanmaya ve yönetenlerin istekleri doğrultusunda şartlanmalara zorlayan bir eğitim sistemiyle yetişen insanların, akıl ve bilime dayalı bağımsız bir düşünce üretebilmesi de oldukça zor olacaktır. İmar planlarında da bu eğitim sisteminin bir sonucu olarak, düşünceden uzak, taklit etme ve kopyalamaya dönük batıdan tercüme bilgilerler, bir de yönetenin rant hesaplarına göre budandıktan sonra, geriye bu kadarı kalmaktadır, diye düşünüyorum.
Kitaplarımız genellikle hep batıdan tercüme olup, okullarda bu kitaplardaki verilen bilgiler ezberlenmiştir. Diğerlerini bilmem, ama benim okuduğum coğrafya kitabını yazanların, yazdıkları yerleri görmediklerini daha ilk yurtdışı gezimde anlamıştım. Ne ekvator onların ve onlara dayalı olarak benim anlattığım gibiydi, ne de Ren Nehri dik vadiler arasında akıyordu. Avrupalı bir yazar: dümdüz ovalardan oluşan bir bölgede, Ren vadisini çok dik ve yüksek olarak anlatmış olabilir. Fakat Anadolu coğrafyasındaki bir insana bunu böyle anlatırsanız, Çukurovayı Karadeniz bölgesinde fırtına deresi zanneder.
İşte plancıların, düşünerek çözüm üretme alışkanlığı, eğitim sistemimiz tarafından yok edildiği için, Avrupa’dan alınmış kitaplarına bakıp, oradaki sistemin, bütününe bakmadan, parça parça kopyalamaya çalıştıkları plan anlayışı bile, ranta ve keyfe göre uygulanmaktadır diye düşünüyorum.
Örneğin Konya’yı planlarken, Paris’teki yolların genişliğini esas aldık diyelim, Paris’te o yollar trafiği rahat kaldırırken bizde tıkanıyorsa, aynı genişliği koydum ama olmuyor diyemezsiniz. Çünkü orada trafiğin yarıdan çoğu raylı sistem ve metrodadır. Suyolları da kullanılmaktadır. Bizde ise tüm trafik kent içi yollardan akmak zorundadır. Öyleyse Paris’teki yolun üç beş katı bir yol bırakılmalıydı sonucuna varılır.
Yani plancıların, bilimden çok yönetenlerin istekleri doğrultusunda hareket etmeleri kadar, tercüme kitaplardaki ezber eğitim sistemiyle yetişmesinin de, çarpık yapılaşmada etkili olduğunu düşünüyorum. Ayrıca yerli plancı, iyi düşünse bile, işinden olma korkusu ile düşüncesinde ısrarcı olamamaktadır.
Hiçbir komplekse kapılmadan kabul etmeliyiz ki, özgür bir eğitim sistemiyle ve araştırıp, inceleyip, sorgulayarak yetişmiş bir insanla, bizim gibi bu alanlara hiç girmeden, ezber bilgilerle yetişmiş bir insan arasında, doğru ve sağlıklı düşünerek, doğru sonuçları yakalamak bakımından büyük farklılıklar olacaktır. Bu yüzden kentlerin planlanmasında yabancı uzman çalıştırılması düşünülmelidir.
İmar planlarımızın en önemli aksaklıklarından birisi de, yerleşimlerin bir bütünlük gösterememesidir. Bazı yerlerde, yerleşimler arasında yerleşime açılmayan alanlar vardır. Bu yerleşime açılmayan alanlar, sanki yerleşime açık alanların arasına sokulmuş, göl veya koylar gibi, ulaşımı uzatmakta ve engellemektedir.
Örneğin Aspendos Bulvarı ve havaalanı yolu ile deniz arasında kalan bölümün, (Dedeman, Şirinyalı ve Lara bölgesinin) Perge caddesinden havaalanı sonuna dek bir bağlantısı yoktur. Oysa bu bölümde bugün Anadolu’nun orta büyüklükteki bir şehri kadar, hatta belki de 100 binden fazla insan yaşamaktadır. Coğrafyada nüfusu 100.000’ni aşan yerleşimlere büyük şehir denilir. Ve bir gölün etrafına yayılmış gibi, ya da yüksek bir dağın etrafını kuşatmış gibi duran bu büyük şehrin, bu daireye çap olabilecek hiçbir yolu yoktur.
Bu durum ancak, bu büyüklükteki bir adanın ortasında 1000 metrelik bir dağ olması halinde mümkündür; ya da ortada bir göl olması halinde mümkün olabilir. Oysa göl olsa suyoluyla, dağ olsa tünelle geçilebilir; ama düz arazide, düz alanlar geçilememiştir.
Bu yüzden Murat Paşa Belediyesi hizmet binasının civarında oturan bir kişi, Demokrasi Kavşağına, ya da havaalanı yolu üzerindeki bir araba servisine gidecek olsa, doğrudan buraya ulaşabilmesi mümkün değildir. Bu iki-üç kilometrelik mesafe için, ya hava alanının doğusundan dolaşacaktır, ya da Perge Caddesinden, Aspendos Bulvarına çıkarak gidebilecektir.
Yani Perge’den havaalanı sonuna dek, on kilometreden daha fazla bir mesafede, birbirine paralel uzanan sahil ile Alanya yolunu birbirine bağlayan hiçbir yol yoktur. Ve şehirde bu şekilde hapsedilmiş başka semtler de vardır.
Buraların yerleşime açılması mı beklenmektedir? Böyleyse bunun belli bir süresi var mıdır? Yoksa millet hep böyle hapis mi kalacak, ya da üç kilometre için 15 kilometre mi dolaşacaktır? Oysa işi böylesi belisiz ve vurdumduymaz bir noktaya taşımak yerine, en azından belli yerlerde birkaç yol açılabilir.
Örneğin bu imara açılmayan bölümü kocaman bir dağ olarak düşünüp, en uygun yerinden bir tünel açtığınızı düşünün. Örneğin yine Aspendos Bulvarı ile Çallıdan gelen çevre yolunun bağlantısızlığını, Perge Bulvarının devamında Hamza Taş Bulvarı ile kısmen de olsa nasıl çözdüyseniz, bu tür alanlara da bir çözüm bulun. Zaman ve enerji israfını durdurun.
Unutulmamalıdır ki, politika bizde yapıldığı gibi, göz boyamak, halkı kandırmak ve kurnazlık yapmak değildir. Hatta artık bizde de böyle değildir. Halk her şeyi bilmektedir.
Seçilen zannetmesin ki, kurnaz yaklaşımlarla halkı kandırdığı için seçilmiştir. Eğer seçilen kişi yerine layık değilse, bu halkın cehaletinden değil, seçilenin alternatifsizliğindendir.
Çünkü bizde politika maalesef, yeni alternatifler üretmek şöyle dursun, eskiler insanları nasıl kandırmış masallarında gezinmektedir. Fakat halk bunları ezberlemiştir. Politika ve politikacıdan beklentisi bitmiş, alışılmış davranışları zorunlu sergilemektedir. Tersi düşünülse de, iyi bir şeyler yapanlar, aslında palavra atanlara tercih edilmektedir.
Ben sahsen tarihte yasanmis bazi olaylara kendi tarzimdan da bakmaktayim yanilmiyorsam neron diye biri kökten bir sehri yakmis acaba öyle olmaz böyle olmaz yak gitsin yenile gitsin diye mi yakmis buna ragmen yapamayinca sasmis tarihte bunu delidiye yazmis simdiki zamanda acaba diyorum bir kisi ciksada bir sehri kökten yaksa cok sevinirim neden yeniden planli modern yapilsin diye ama birde bizim gidisatimiza bakiyorum neronun durumunuda bir göz atiyorum acem pilavini ararken evdeki bulgurdanda olacagimiza kanaat getiriyorum küver gitsin gittigi yere kadar küverdim gittiiii