9-İSRAF VE TABELALAR
Yöneten, harcadığı paranın hasta vatandaşın ilaç parasından, beşikteki çocuğun mamasından, çöpten geçinen insanın sigarasından, emeklinin dolmuş parasından kesilip de kendisine teslim edildiğini unutmamalıdır.
Belediyelerin harcadığı para, artı paranın rantı değil, sebil değil, ekmekten, sofradan, ilaçtan kesilmektedir. Bu yüzden belediyeler, yapacakları harcamaların her kuruşunu, çok iyi hesaplayıp, ince eleyip sık dokuyarak harcamalı, yersiz harcamadan dolayı vicdani sorumluluk duymalıdır.
Fakat ülkemizde yerel yönetimler de maalesef, genel yönetimler gibi tam bir çiftlik yönetimi keyfiyetiyle yönetilmekte olup; harcamalarda halk, hizmet, hak-adalet, vicdan ve sorumluluk hiç akıla gelmemektedir. Harcamalar keyfiliğin de ötesinde adeta garezinedir. Harcamada tek kıstas ihaledir.
Zaten bizde yönetime talip olmanın, yönetenin yanında veya karşısında olmanın, seçime katılmanın ve seçim kazanmanın yegâne amacı ihale yapmak veya yapılan ihalelerden pay kapmaktır. Kısacası bu ülkede ve dünyadaki benzerlerinde, yönetim ihale demektir.
Bu yüzden ülke için hayati önem taşıyan pek çok alanda yıllarca bir yasa çıkarılamazken, bazı alanlarda daha hala Osmanlıdan kalan nizamnameler uygulanırken ihale için bir sürü yasa çıkarılış ama hırsızlık bir türlü önlenememiştir. Hırsızlık, adeta değişmez yönetim geleneğimiz gibidir. Hal böyle olunca da, yani devleti soymak mecburi istikamet olunca, ihale buna hizmet edecek her şeydir, ya da gerisi tam bir keyfiyettir.
İhale Yasası neden elli defa değiştirildi?
Türkiye’de siyaset Hazine’den para hortumlamanın bir diğer adıdır. Dünya Bankası’nın Türkiye’deki kamu ihale düzeniyle ilgili 2001 tarihli bir araştırması bunun kanıtıdır.
Hesap şöyle: Devletin satın aldığı mal ve hizmetlerin tutarı gayri safi milli hasılanın yüzde 16-18’ine tekabül ediyor.
Ata Yatırım’ın tahminine göre, bu yıl gayri safi milli hasıla 972 milyar YTL olacak. Bunun yüzde 18’i 185 milyar YTL eder.
Bu paranın külliyetli bir bölümü ihale düzeninin çarklarından geçerek rüşvet halinde siyasetçilerin ve bürokratların ceplerine giriyor.
Kaç para tahminen? Bunun cevabı da Dünya Bankası’nın raporunda var. Rapor, Ankara Sanayi Odası tarafından yapılan bir araştırmaya dayanarak, devletin ihaleler aracılığıyla harcadığı paranın yüzde 15’inin rüşvet olduğunu belirtiyor. 185 milyar YTL‘nin yüzde 15’i yaklaşık 28 milyar YTL eder.
Yüzde 15 küçük ölçekli ihaleler için doğru olabilir. Ama baraj vesaire gibi pahalı yatırımlarda toplam harcamanın belki de yarısı işi tezgâhlayanlar arasında bölüşülmektedir. Bir örnek: Formula 1 pisti ve tesislerinin yapımı 60 milyon dolara çıkacaktı. Son maliyet 300 milyon doların üstündedir.
Belediyelerde dönen dolaplardan elde edilen muazzam rant Dünya Bankası’nın hesaplarına dahil değil.”
Metin Münir 22.05.2008 Milliyet
Örneğin bir önceki yerel seçimlerin hemen sonrasında Antalya’da otobüs durakları değişmişti. Yerlerine yenileri yapıldı, belki bunlar daha estetik ve daha güzeldi. Fakat eskiler de çok eski değildi ve ihtiyacı görüyordu. Peki onlara ne oldu?
Çünkü bazen sadece bunlara birisi göz diktiği için de bunlar yenilenmiş olabilir. Biliyorum bu kadar da olmaz. Belediye meclisinde muhalif üyeler de var diyebilirsiniz. Ama maalesef rant söz konusu olunca hepsi de birleşir.
Örneğin Medikal Park’ın Ak Partili Büyükşehir belediyesinin göz yumması sonucu kurallara aykırı olarak yapıldığı dedikoduları yayılmıştı. Fakat sonradan görüldü ki, CHP’li Muratpaşa Belediyesinin, CHP’li meclis üyelerinin de onayıyla yapı gerçekleşmiş. Yani ne yeşil alan ne oto park yeri bırakmadan ve kaldırımdan da çalarak arsanın tamamına yapılaşma izni verilmiş.
Yine CHP’li belediyeler, falezlerden epeyce içerde bulunan 100. yıl projesine itiraz ederken, Falezlerin denize sıfır noktasında devasa bir Ramada Oteli yapımına ses çıkarmadıkları görülmektedir. Tabii ki, Ak Partililerin ses çıkarmaması da aynı oranda suç ve şehircilik adına, doğa ve çevre adına bir katliamdır. Ve dikkat ederseniz yerel seçimlerde rakipler birbirine en ağır suçlamalar yöneltirken, yolsuzluk ve israfa değinmemektedir.
Örneğin doksanlı yıllarda Cebesoy Caddesi üç-dört ay gibi kısa bir sürede, iki kez bölünmüş ve sonra vazgeçilmişti. Yani yine eski haline dönmüştü.
Öyleyse bölüp vazgeçme aşamasında kimlere ne kadar para gitmişti. Mimari projeden kim ne kazandı? Yolu bölen müteahhit ne götürdü, ihaleyi verenin payı neydi, bölme taşları nereden ve kimden alındı ve sonuçta hiçbir şey değişmediğine göre giden para elbette ki vatandaşa hizmet değildi.
Giden para halkı söğüşlemekti, kendine hizmetti. Kısacası israftı. Halka da eziyetti. Belki bir yakına veya seçimde seni destekleyen bir taşeron veya müteahhide iş sağlamaktı, ama halka hizmet asla değildi. Hatta yolları uzun süre kapatmak, trafiği aksatmak yoluyla halka tam bir eziyetti.
İsrafın ve kendine hizmetin bir başka biçimi de reklâmdı. Belediyeler, özellikle de Antalya’da büyük bir reklâm hastalığına yakalandı. Güya başkanlarımız halkımız için kentimize yaptıkları hizmetleri tanıtıyordu. Ama reklâmın en belirgin sözcükleri başkanın ad ve unvanına ayrılmıştı. Oysa amaç hizmeti tanıtmaksa, ya da kent için bir uyarı bir sinyal vermekse, başkanın adı ve unvanına ne gerek var. Ama belli ki asıl amaç başkanın reklâmını yapmaktı.
Bu yüzden her tarafı reklâm tabelaları sardı. Küçücük bir parkın üç beş yerinde, en az iki metrekare büyüklüğünde, belediye başkanının reklâmını yapan tabelaların arası çoğu yerde 30 metreden az aralıklarla yayılmış parka. Sorsanız bir tabela kaça mal olmakta, parasını kim karşılamakta ve neye yaramakta; çıkar gelir hesap vatandaşa, ama avantajı başkana.
Kim bu kadar bol kepçeden, kolay ve sorumsuzca harcayabilir, para kendi cebinden çıksa, ucu azıcık kendine dokunsa. Hatta kendine dokunmasa bile, birazcık düşünse, paranın kaynağına baksa, azıcık vicdan ve merhamet sahibi olsa, yapamaz böyle gereksiz harcama.
Bu konularda belki vatandaşın duyarsızlığından, hırsızlık olaylarını kanıksamışlığından, seçimlerde bunları dikkate almayışından, böylesi bir yönetime layık olduğundan falan da bahsederek, suçu hırsızdan alıp, malı çalınana yıkmak da olanaklıdır. Ama böyle düşünenler, mevcut sistem içinde vatandaşın olanaklarını ve alternatiflerini de iyi hesaplamalıdır.
Fakat şu da bir gerçektir ki; Türk insanı para cebinden çıkarken ne kadar gönülsüz, cimri ve hesaplıysa, cebinden çıktıktan sonra da, o denli duyarsız, hesapsız kitapsız ve bonkördür.
Çünkü artık para ondan çıkmıştır. Örneğin vergi olarak devlete gitmiştir. Artık nereye ve kime ne biçimde harcanırsa harcansın. Her durumda cömert ve bonkördür. Yani paranın ve harcamanın sorumluluğunu üzerinden atmıştır. Ya da yapabileceği demokratik bir denetim sisteminden mahrum olduğu için, elinden gelen hiçbir şey yoktur.
Oysa çağdaş insan, para cebinden çıkarken gönüllü, ölçülü, ama kamusal harcamalarda oldukça hesaplı, cimri ve çekingen davranır. Verdiği paranın kullanımını daha yakın takibe alır. Para benden çıktı nasıl olsa, para benim param değil, ne yaparsanız yapın demez. O parayı benden belli amaçlar için aldınız, rasgele harcayamazsınız, o para sizin paranız değil benim paramdır der.
Türk insanı da her ne kadar hesap sorma olanaklarından mahrum da olsa, yine de olanakları zorlaması beklenebilir diye düşünüyorum.
Bu israfa, normal bir seçimin yapılabilmesi için devlet bütçesinden ayrılan paraların dışında, yapılan harcamaları da dahil etmek gerekir. Örneğin seçimlerde yönetimi elinde bulunduranların, bulunduğu makamın sağladığı olanakları kendi seçim faaliyetleri için kullanması, halkı kandırmaya yönelik seçim yatırımları, makyaj çalışmaları da israftır ve harcanan paranın kaynağı vatandaştır.