Ergenekon sanıkları gerçekten darbe planları yapmış mıdır? Yoksa tamamı hükümetin kurguladığı, mahkemenin yazıp oynadığı bir oyun mudur? Türk ordusu böyle şeyler yapar mı; geleneğinde var mıdır; yoksa tamamı hükümetin intikam almak için uydurduğu bir senaryo mudur? Bence bunların neden ve yanıtlarını Nisan 2007’de aramak gerekir.
O zaman “Cumhurbaşkanlığı seçimi krizleri” ya da “Nisan 2007 Tarihi” adlı dosyamda bunları ele alıp kenthaber.com’da yayınlamıştım. İlgilenenler yazı arşivimden bakabilir. Çünkü benim inancım şu anda yürütülen Ergenekon ve benzer davalar, Nisan 2007’nin intikamıdır. Davanın sanıkları o dönemin ordu mensupları, cumhuriyet yürüyüşlerinin sivil kanadı ve Atatürkçü düşünce derneği yöneticisi generallerdir.
Burada olması gerekip de olmayan Yaşar Büyükanıt Paşa ise, bu yargılamaların başlamasına izin verdiğinden kendi yargılama dışında kaldı sanıyorum. Ama hani bizim ordumuz böyle şeyler yapmaz da diyemiyorum.
Çünkü ordu mensupları da dahil, hiçbir kimse, Türkiye’de ordunun darbe geleneği yoktur diyemez. Nisan 2007’de emekli generaller, genel kurmay başkanı ve cumhurbaşkanının Başbakanı çocuk gibi azarlayıp tehdit ettikleri de inkar edilemez.
Biliyorsunuz o zamanlar milli irade, ordunun elindeydi. Ülkeyi yöneten Milli Güvenlik kurulunun dördü seçilmiş olup, altısı ise beş asker ve bir cumhurbaşkanı olmak üzere parlamento dışındandı. Ve o zamanların AKP’yi kapatma davaları da, Ergenekon davasından çok farklı değildi.
Bu yüzden de AKP o zamanlar yüzü yumuşak, boynu eğik, hak arama ve dikleşmeden, mağduru oynayarak haksızlığa direniş içindeydi. Yasalara sığınarak, yasa dışına çıkmayarak yaşam mücadelesi veriyordu. Gerçek niyetini de bu yasal zırh ve demokrasi nutuklarının ardında saklıyordu.
Doğrusu o zamanlar ben de, milletin çok büyük bir kesimi ile birlikte bu haksızlıklara karşı çıkanlardandım. “Nisan 2007 Tarihi” diye 300 sayfayı aşan bir dosya hazırlamıştım. Milli iradenin parlamentoda olmasını, darbe ve dayatmalar döneminin sona ermesini, cumhuriyetin içinin demokrasi ile dolmasını savunuyordum. Ve anayasa referandumlarında halkın %60’ı da böyle düşündüğünü ortaya koymuştu.
Yani AKP şu anda ne denli despot ve dayatmacı, ne denli diktatör ve dikleşmeci, ne denli hak ve adaletten uzak, ne denli kin ve intikam içinde kıvranıyorsa, Nisan 2007’de durum tam tersine idi. Tek fark o zamanki AKP karşıtları yasaları ne denli zorlasa ve AKP iktidarına karşı çıksa da, yasaları çiğnemekten çekiniyordu. Yani AKP’nin şimdiki pervasız diktatörlüğünü ve yasa tanımazlığını AKP’nin bugün kendilerine uyguladığı gibi AKP’ye uygulasalardı, bugün AKP olmazdı.
Aslında bu hesaplaşmada o zaman AKP karşıtlarına karşı bir duruş sergilesem de, bugün tersine AKP’ye karşı izlediğim karşı duruş kadar değildi. Çünkü onlar haksız da olsalar, bu kadar kural tanımaz değildi, daha insancıl ve daha fazla yasal sınırlar içinde kalmıştı diye düşünüyorum.
Yani ben bu hesaplaşmada şu anda AKP’nin ne denli karşısında isem, Nisan 2007’de de o denli yanındaydım. Çünkü Türkiye’nin modern muhafazakar, ya da saltanat cumhuriyet diye bölünmesine ve tarafların çatışmasına karşıydım. Cumhuriyet yerine demokrasi tercihimdi. Milli iradenin ordudan alınıp gerçek sahibi olan millete verilmesini istiyordum.
Baskı altındaki AKP’de o zamanlar kin, intikam duygularını, dinsel bağnazlığını ve çağ dışı yaşam arzularını gizleyerek, barış, demokrasi ve milli iradeyi kurtarmanın peşindeydi. Ama hükümet olması bir işe yaramıyor, milli irade egemen güçlerin elindeydi.
Tarihinde 250’den az oyla cumhurbaşkanı seçen parlamento, 358 milletvekili olan partiye cumhurbaşkanı seçtirmiyordu. O gün kendini yasamanın yerine koyarak, adeta “367’yi bulmadan, cumhurbaşkanlığı seçimi başlatılamaz” diye bir yasa dayatan yargının karşılığıdır şimdi Ergenekon mahkemesi.
İşte bu yüzden, Nisan 2007’de AKP’nin yaşadığı ordu darbesi, yargı darbesi ve cumhuriyet yürüyüşlerinin intikamını her şeyin önüne koyan bir iktidar var şimdi.
Oysa sapık ve bağnaz ilkelliğin demokrasi kılıfı içinde saklandığı iki yüzlü intikam politikaları yerine, iktidara çağdaş ve insani, İslami bir düşünce hakim olsaydı, asla böyle davranmazdı. Ülke bu boş çekişmelerden kurtulurdu.
Çünkü aklı başında, devri sabıklığı yaşayan, baskı ve haksızlığa maruz kalan, ordu dayatmalarından kurtulmak için milli iradeyi ordudan alan bir iktidarın, aynı şeyleri ülkeye yeniden yaşatmamak için ileri bir adım atarak, kan, intikam ve kavga yerine, savunduğu değerlere sahip çıkması beklenirdi.
Ama söylediği tüm güzel sözler takiye olan ve tüm güzel görüntüsü içindeki kin ve öfkeyi saklamaya yönelik bir kadrodan insani ve İslami bir davranış beklenemezdi. Doğrusu bunlara inanıp, doğru bildiğim değerleri desteklediğim için pişman değilim elbette…
Başta milli iradenin ordu ve egemen güçlerin tekelinden kurtarılması olmak üzere, pek çok kazanım elde edildiğine de inanıyorum. Ama buna rağmen kendimi aldatılmış hissediyorum.
Çünkü ben “Bunların olacağı zaten budur” gibi peşin hükümlerle hareket edenlerden değilim. Sonuçta kural şu anda doğrulansa da pek çok kazanım da sağlanmıştır. Yanıldığım nokta, bunların tarikat veya cemaat aşamasını aşıp da devlet millet aşamasına ulaşabileceklerini düşünmüş olmamdır.
Olmadı aşamadılar. Demek ki kapasiteleri bu kadar. Ya da Türk devlet geleneği bu. Her gelen ileride kendisinin de devri sabık olmasını göze alarak, devri sabık yaratıp milletin vicdanını kanatacak.
Onun için tarihimizde darbe geleneği bir hakikat olsa da, burada söz konusu yargılama, darbe hazırlığının gerçekten olup olmadığı değil, kin ve intikam duygularının tatmin aracıdır.
Çünkü, darbe yapacaklarsa yaparlardı. Darbe planlamakla suçlandıkları dönemler çok geride kalmış. Bu insanların bir kısmı suç isnat edilen dönemde emeklidir. Çalışan insanlar darbe suçuyla o zaman suçlanıp görevinden alınmamış, görevini başarıyla yapıp darbe marbe yapmadan emekli olmuş.
Ben şahsen, gerçekten mevcut ve ispatlanabilmiş darbe teşebbüsleri varsa bunların cezalandırılmasına asla itiraz etmezdim. Ama kesin ispatlanması ve insan vicdan ölçülerinde cezalandırılması kaydıyla.
Ama böyle bir şey bulamadıkları gibi, davanın aslında tamamen siyasi bir dava niteliğine dönüşmüş olması da isnat edilen suçların asılsız veya bahane olduğu inancı yaratıyor insanda.
Çünkü İdamla yargılanan, Danıştay saldırısı sanıklarından Osman Yıldırım, iktidarın istekleri doğrultusunda gizli tanıklık yaptıktan sonra, sekiz yıl ceza ile kurtardı ve tahliye edilerek serbest kaldı. Oysa insan öldürmüş yeğenini satmış her suça girip çıkmış 8 yıl.
TC’nin Genel Kurmay Başkanlığını bu hükümetle birlikte başarıyla yapmış ve emekli olmuş İlker Paşa’ya ise müebbet hapis.
Her tür suçun içindeki Osman yıldırıma 8 yıl, müvekkilini savunarak mesleğinin gereklerini yerine getiren Avukat’a 13 yıl, gazeteci Mustafa Balbay’a 34 yıl. O zaman bu dava siyasi değildir diyebilir misiniz?
Onun için ispatlanamamış, daha ziyade iftira ve isnat gibi görünen darbe planlamak suçu olsa bile, bu denli ağır cezalar nereden ve nasıl bulunup çıkarılmıştır bunu anlamak olanaksız. Doğrusu, darbeye teşebbüs etseler ne olacaktı çok merak ediyorum. Üç yüz kez müebbet mi vereceklerdi?
Çünkü darbe yaparak hükümeti yıkan, milleti inim inim inleten ve demir kafes bir anayasaya milleti hapseden Evren Paşa, paşalar gibi yaşayıp giderken, ispatlanamasa da darbe planladığı düşünülen paşaların ömür boyu hapsini hiçbir akıl ve vicdana sığdırmak olanaksızdır. Sığdırıyorum diyenlerde vicdan var mı diye aramak gerekir diye düşünüyorum.
nazmioner@mynet.com