8-BEN ÇÖZÜMDE ISRARCIYIM
Ben bu yazı dizisi boyunca, hiçbir parti ve kurumun, hiçbir kimsenin siyasi, sosyal veya çıkar içerikli düşüncesinin ve hiçbir görüşün savunucusu veya karşıtı olmadım; olmamaya çalıştım. Ve kimseye bir çözüm önerisi de dayatmıyorum.
Fakat çözüm konusunda ısrarcıyım. Çözüm her ne şekilde bulunacaksa mutlaka bulunmalı ve sorun mutlaka çözülmelidir diyorum. Çözüm açısından doğru bulduğum bir olayı, nerede görsem doğru olarak, yanlış bulduğumu da nerede ve kimde olduğuna bakmadan yanlış olarak yazıyorum.
Şartlanmış bir beyin, benim bu tarafsız tavrımı, “Dün onlar için iyi diyordun, bugün kötü diyorsun” diye; döneklik, tutarsızlık olarak da gündeme getirebilmektedir. Bu tutarsızlık değil, objektifliktir. Asıl tutarsızlık doğrularını dile getirdiğim zaman överken, yanlışını söylediğim zaman söverek, beni hain ilan eden zihniyettir.
Ve ne hain bir ülke, ne hain bir memlekettir ve ne hain bir millettir ki; hain sayılmayan tek bir ferdi yoktur. Bu yüzden bu çıkar amaçlı yapay hainliği dışlayarak, sorunun çözümü yönünde kim ki bir adım atmış ise, bu adımı değerlendirip: sorunun çözülmesi, barış ve mutluluğun gerçekleşmesi için bunu sahipleniyorum. Hiçbir kimseyi de hain olarak görmüyorum.
AKP’yi çözüm için attığı adım ve gösterdiği cesaret nedeniyle kutluyorum. Ama AKP’nin çözüm önerisinin kapsamını da bilmiyorum, bilmediğim bir önerinin savunucusu da değilim. CHP’yi önce açılıma peşinen karşı çıktığı, sonra da açılımın içi boş diye reddettiği için kınıyorum.
Çünkü CHP aslında bu sorunun çözüm anahtarı olabilecek sosyal demokratlığı benimsediğini söyleyen ve bu alanda hazırlığı da bulunan bir parti olduğu için peşinen karşı çıkmaya hakkı olmamalıdır. Ve çözüm koşullarını 1989 ve 99 raporlarında ortaya koyduğu halde, rakibin önerisidir diye esirgeyip, ülke barışını engellemesini doğru bulmuyorum.
Ve şu anda işbaşına gelen yeni CHP yönetiminin bu alanda çalışacağını ve kendi açılımını açıklayarak, çözüm için çaba harcayacağını düşünüyorum. Umarım bu kez de sorunun çözümü yönünde çok cesur adımlar atan AKP, muhalefetin çözüm önerisi olduğu için ret etmeye kalkışmaz.
Öyle bir ülke ki, görünüşte herkes barış istiyor, ama gelen hiçbir barış önerisini beğenmiyor ve üstelik kendisi de barışın nasıl sağlanacağını bilemiyor, bir öneri getiremiyor. Barışı savunan herkes, birbiriyle kavga ediyor.
Barış için verildiği söylense de kavga bitip, sıra barışın kendisine gelmiyor. Doğrusu böyle bir durum başka bir ülkede yaşansa bu ülkenin insanları onları ayıplar, küçümser ve güler. Ama ülkemizde bazı şartlanmış beyinler, kendi gülünçlüğünü vatan kurtaran aslan mevkiine yükselterek, iyice akıl ve bilimden uzaklaşarak, trajikomik bir savunmaya dönüştürebilmektedir.
Oysa iktidardan gelen bir önerinin içi muhalefetçe doldurulup birlikte çözüme ulaşılabilir ki, böyle bir uzlaşmayla sağlanan çözümün ülkede benimsenmesi de, daha kolaydır. Çünkü beyinlerin şartlanmışlığı bölümünde de bahsettiğim gibi, karşıtlık da, taraftarlık da bilinçli olmayıp şartlanmalara bağlı olduğundan, iki lider yan yana gelip, sorunu çözelim dese, halkın yüzde sekseni çözümün etrafında toplanacaktır.
Ama bizdeki birbirine karşıtlıktan başka hiçbir kavrama açık olamayan siyaset anlayışında, ne AKP’nin çözüm önerisini CHP desteklemektedir, ne de CHP’nin çözümlerini AKP benimseyebilir.
Şark kültüründe böyle durumlarda, anlaşarak oturup sofrada herkesin karnını doyurması yerine, bir çıngar çıkarıp: aç yatmak ama kuyruğu dik tutmak; sonra da bir punduna getirip malı götürmek, anlayışı egemen olduğundan, bir uzlaşma zemini de yaratılamamaktadır.
Bu yüzden bu zıtlaşma kültürünü benimseyen insanlar için açlığın ızdırabından çok, karşı tarafı aç bırakmanın hazzı daha büyük bir doyum aracı olmaktadır. Ve çatışan tarafların hepsi de, bulunduğu konumun en doğru duruş olduğuna inanmaktadır.
Öyle ki; olaylara kendi partisinin penceresinden bakan okurlarım, kendi partisinin en küçük ima yollu bile eleştirilmesine de, karşı partinin en küçük bir olumlu davranışından bahsedilmesine de maalesef tahammül edemiyorlar.
Bence burada işin en vahim tarafı da, kimse bu durumunun farkında değil. Bu tahammülsüzlüğün şampiyonuna bile sorsanız, “Ben her fikre saygılıyım, farklı görüşler zenginliktir, insanları ayırmak ötekileştirmek insanlıkla bağdaşmaz,” diyeceklerdir. İnsanları fikirlerinden dolayı aşağılamayı, küfür ve hakaret içeren eleştiriler yapmayı kınayacaklardır.
SÖZE BAKMAM
Her nedense:
Söylediğinden tamamen farklı
Herkesin yaptığı.
Söylenen farklı, eylem farklı/dır.
Oysa niyet sözde değil, özde saklı/dır.
Ve derler ki:
İnsan icraatlarının toplamı/dır.
Bakmazsanız icraata
Nasıl inanacaksınız insanlara?
Çünkü YAPMAM dedikleri YAPTIKLARI
YAPARIM dedikleri YAPMADIKLARI/dır.
Ama fiiliyatta ne düşünceye ne de insana saygı duyan vardır. Ne düşüncenin yanlışlık veya doğruluğuna bakan ve ne de hoşgörü ile yaklaşan vardır. Karşılaştığı her düşünceyi ve her durumu, kendini şartlandırdığı, siyasi düşüncenin, partinin, gazetenin veya yazarın görüş ve düşünceleri doğrultusunda kabul veya reddetmektedir.
Tesev'in raporunda, son 50 yıl sürecinde Güneydoğu ve Doğu bölgelerine verilen hizmetlere; Keban ve Atatürk barajları projeleri gibi girişimler ve de bunların yararlılık yönlerinden açıklamalarına; Türk ekonomisine, çalışanların terinden ve emeğinden "değişik vergiler" adı altında alınarak sağlanan ve büyük külfet olan "yeşil karne" konusundaki değinmelere rastlayamadım.
(Not: Muayene sonucu aldığım ilacın yüzdesi ile, kullandığım elektriğin hakkıma düşenden fazlası nereye gidiyor ?)
İnşallah açılım olacaktır.ama açılımın haala neleri kapsadığını bilmiyoruz Tesev in yaptığı kürt raporu örnek alınmalıdır
Sayın Nazmi Öner; Felsefeniz, tartışılmaz dünya siyaseti ve diplomasisi nosyonları dahilinde yaptığınız açıklamalarınızı, aydınlatmalarınızı ve çözüme götürecek önerilerinizi saygı ve takdirle karşılıyorum. Ama gene de, "pekakanın artık karakol değil, kasabaları bastığı" şeklindeki son gelen haberler karşısında, ulusça bir teselliye ve huzura gereksinim duyduğumuzu da ifade etmekten kendimi alamadım. İç ve Dış siyaset yönlerinden "politik" duruma gelen "Kürt Açlımı" olgusu, devam etmekte olan olayların sonucunda, gene, İç ve Dış siyasî alanlarda hangi adla anılacak "ANTLAŞMA" ile sonlandırılacak ve tarihe geçecektir !. Benim bildiğim - şimdilik - geçmiş tarihte iki antlaşma vardır: Biri, "menhus Sévr", diğeri "MUZAFFER LOZAN" dır. Ve gene de sizi anlayamadıysam, kusurumun bağışlanması dileğiyle, saygılarımı sunarım.