6
Mayıs
2025
Salı
ANASAYFA

Mahaçkale’den Astrahan’a Yolculuk

Rusya’da ilk tren yolculuğum olduğundan, Trenin kompartımanında numaralandırmayı anlayamadım. Vagonun bir başından öteki başına geçen geçisin bir tarafında oda gibi kompartımanın karşılıklı koltukları vardı. 50-60 cm genişlik ve 180 cm uzunluğundaki bu koltuklarda ikişer kişi oturup gideceğiz diye düşünüyordum. İki koltuğun arasında pencere kenarında masa vardı.

Vagonda yataklar ve yatanlar

Geçişin öte yanında karşı pencere kenarında ise yine karşılıklı birer koltuk ve ortalarında koltukların genişliğinde bir masa vardı. Birer kişiden iki kişide orada oturduğundan, kompartıman altı kişi oluyordu ve zaten altı tane numara vardı.

Fakat biraz sonra gelenler senin yerin yukarısı kalk biz buraya yatağımızı yapacağız deyince şaşırıp kaldım. Yukarıda nasıl yatacağım derken adam, oturduğumuz koltuğun aynısı fakat duvara yapışık bir koltuğu açtı, işte burası dercesine işaret etti. Benim de üstümde bir kat daha vardı ama orada yataklar, battaniye ve yastıklar vardı. Altı yatak, altı yastık vs.

Oradan yatakları alıp serdik. Fakat bunlar çok kirli görünüyordu. Bunların üzerinde nasıl yatılır derken, biraz sonra vagon görevlisi kadın kapalı naylon poşetlerde temiz çarşaf, nevresim, havlu ve yastık kılıflarını dağıttı.

Yastıkları kılıflarına koyup, çarşafları serip herkes yatağına çekildi. Karşı pencere kenarındakilerde, Pencerenin üstüne yapışık koltuğu açtı, altta da masayı kapatınca yatak oldu. Onlar kendi pencerelerine paralel, biz ise penceremize ve onlara dik biçimde kompartımanda 6 yatak olduk. On iki saat bu şekilde gidecektik.

Mahaçkale’nin çıkışında Hazar ve balıkçılar

Tren hareket ettikten sonra bir süre Hazar kıyısından yol alıp, Mahaçkale’den çıktıktan sonra ovaya doğru Hazardan biraz uzaklaştı. Ben zaten ovadan tarafı görüyor, Hazar tarafını yatağımdan göremiyordum. Benim altımda 5-6 yaşlarında yaramaz mı yaramaz bir oğlu olan bir kadın yatıyordu. Karşısındaki genç yatınca uyudu ve hemen yolculuk boyunca hiç kalkmadan uyudu. Keşke o benim yerimde olsaydı dedim.

Çünkü ben yarım saat yatınca sıkıldım ikide birde inip çıkıyor dolaşıyordum. Burada yükseklik 50-60 cm falan olduğundan oturamıyorsun. Oysa alt kattakiler isterse yatıyor, isterse kalkıp oturuyordu. Aşağıda oturmak onların yatağına oturmaktı.

Vagonun öteki kompartımanlarında boş yerler vardı. Üç kompartıman ilerde boş bir koltuğa oturup, dışarıyı seyredip resimlerini çekiyordum. Karşımda iki genç vardı. Delikanlı karşı pencerenin üst katında yatağını yapmaya çekilince kıza: “Astrahan’a mı gidiyorsunuz diye İngilizce sordum. “Beli” (evet) deyince; Azeri misin” dedim “Beli” dedi.

Bir yanda Hazar vardı ama çevresi bozkır

Biraz sohbet ettik. Astrahan’da yaşıyormuş. Mahaçkale’ye arkadaşlarını ziyarete gelmiş, dönüyormuş. Astrahan’da Türk var mıdır” dedim, vardır dedi. Hangi Türkler dedim, Azeri azdır. Kazak, Özbek. Tatar, Noğay, Kumuk çoktur dedi. “Fakat onları zor anlarsın. Misket Türkleri ise, aynen sizin gibi İstanbul dilini konuşur“ dedi.

Bu arada Mahaçkale’den çıktığımızdan bir saat sonra bile, hala dağlarda orman ve ovada kıyıya yakın yerlerle yerleşimlerin çevresinde bağlar bahçeler ve diğer geniş alanlarda bozkır bitkileri ve kuru tarım alanları sürüp gidiyordu. Dağlar çok uzaktaydı. Bir ara onların da ötesinde yüksek karlı dağlar göründü ve sonra dağlar kayboldu. Her yer ovaydı.

Her yer ovaydı

Hazar tarafında ne var ne yok diye iki kompartıman arasındaki sigara, içme yerinden bir bakayım diye gittim. O tarafta da bağlar bahçeler vardı. Ova ufukta bitiyor, Hazar görünmüyordu. Geri döndüğümde gençler sarılmış öpüşüyorlardı. “Sizi rahatsız etmeyeyim” dedim; “Yok yok” dedi kız. Ben pencereden dışarıyı seyrediyordum. Onlar yeniden sarılıp öpüşmeye başladılar.

Bu arada Kızılyurt’a geldik ve burada çok sayıda yolcu binince, trende boş yer kalmadı. Bu yüzden kendi kompartımanıma döndüm. Burada da herkes yatıyordu. Yalnızca iki tane çocuklu kadın, yataklarında oturmuş, yerde oynayan çocuklarıyla ilgileniyorlardı. İyi ki onların yeri alt kattaydı. Yoksa ikinci kattan çocukları yönetmek çok zor olurdu. Geçip kadınların yatağına oturamayacağıma göre kendi yatağıma çıkıp uzanıp, pencere aralığından Kızılyurt’u seyrettim.

Kızılyurt bozkıra yayılmış, çevresinde bağlar bahçeler var ve uzaklarda karlı dağlar görünüyor. O karlı dağların tarafından gelen büyük bir nehir var. Ova ile geri plandaki karlı dağların arasındaki daha alçak dağlarda yer yer ormanlar da var.

Kızılyurt’ta yarım saat kadar bekledik. Karşıdan gelen trenler geçtikten sonra yolumuza devam ettik. Kızılyurt çıkışında büyük bir nehrin üzerinden geçtik. Sonrası yine bağlar bahçeler. Sebzeler daha yeni dikilmiş, büyüyeni de dökmemiş, daha çiçekte. Demek ki pazardaki sebzelerin tamamı dışarıdan ve en çok da Türkiye’den geliyordu.

Hazar kıyısı köylerde ev bahçeleri

Meyvelerden de dutlarla kirazlar ermiş. Özellikle kiraz ağaçları kıpkırmızı görünüyor. Bahçelerde bakıyorum, ceviz ve kiraz çok. Ve hemen bu ikisini Türkiye’de yüksek yerlerin ağacı olarak anımsadım. Oysa burada deniz seviyesinin de altındaydı. Sonra erik, elma, şeftali, üzüm, armut ayırt edebildiklerim.

Ama bahçe dışı boş alanlarla bataklıklarda en çok iğde olduğunu sandığım bir ağaç vardı. Gerisi her yer ova, her yer sonsuz bozkırlar ve buğdaylar başakta. Toprak taban arazi ve bitek; suyu buldu mu olmayacak bitki yok sanki.

Bir iki saat burada yatarak pencerenin en üstündeki 15 cm’lik açık alandan dışarıyı izleyip fotoğraflarını çekiyorum. Yorulunca pozisyon değiştirip biraz sırt üstü yatıyorum. Sonra dışarıyı merak edip tekrar yüzüstü pozisyonda dışarıyı izliyorum derken sıkıldım.

Aşağıda kompartımanlarda durup oturacak, dikelip dışarı bakılacak bir olanak yok. Kompartımanın sonunda tuvaletin karşısındaki boşluktan Hazar tarafını seyrediyorum 15-20 dakika. Ayakta hareketsiz de yorulunca tekrar yatağa dönüyorum. Kompartımanlarda genelde herkes yatıyor. Bizim delikanlının yatağı boş. Baktım, Azeri kızın yatağına taşınmış 50 cm’lik yere ikisi sığışmış, sarılmış uyuyorlar.

Hazar kıyısında yer yer bataklıklar

Hani bugüne dek yaptığım yolculuklarda oturmanın yorduğunu düşünürdüm ama meğer yatmak daha zormuş. Fakat alt kattakiler en güzeli. İsterse yatıyor, isterse kalkıp oturabiliyor. Uyuyabilene de iyi. Yatıp bir uyuyorsun sonra da bir bakmışsın yol bitmiş, menziline ulaşmışsın. Benim ise yolun da, menzillerin de sonu yok. Daha bir menzile varmadan ötekini düşünmeye başlıyorum.

Herkes evine varacak, yakınları onları istasyondan alacak, ben taksi arayacağım. Taksiciye dert anlatacağım. Bir otel bulup da çantaları bırakıncaya dek, bir belirsizliği, bir boşluğu ve çantaların esaretini yaşayacağım. Otele yerleştim mi, kuş gibi hafif ve özgürüm. Uçarcasına vardığım şehirde ilk keşiflerin hazzıyla yolu ve olumsuzlukları unutacağım.

Mahaçkale’den Astrahan’a kadar arazi düz ova ve genelinde bozkır egemendi. Ama hiçbir yerde çölleşme görmedim. Epeyce bataklık da vardı. Bataklık alanlarda iğde ve söğüdü tanıyabildim. Öteki ağaçları uzaktan ayırt edemedim.

Yol kenarında yerleşimler

Yol boyunca değişik büyüklüklerde yerleşimlerin içinden veya yakınından geçtik. Ama Kiril alfabesini bilmediğimden nereye geldik, nereden geçtik bilemiyordum. Karşımda yatan Kumuk delikanlıya bazen soruyorum ama telaffuzunu Türkçeye çevirinceye kadar üç dört defa tekrarlatmak zor olunca bıraktım.

Hep İran ve Gürcistan diye sayıklıyordum. Rusya’da Rusçadan başka hiçbir şey yok ve Rusya’daki insanlar tanımadıkları insanlarla konuşmak şöyle dursun muhatap olmak bile istemiyorlardı. Birine bir şey soracak olsanız, çoğu zaman sizi dinlemeden çekip gidiyor, sorunuz havada kalıyordu.

Astrahan’a 13 saat süren bir yolculuktan sonra, saat 19.00’da geldik. Güzel bir şehirdi. Fakat ben Astrahan’ın Hazar kıyısında olduğunu sanıyordum. Oysa buradan Hazar görünmese de Volga denizden farksızdı.
 

Yayın Tarihi : 24 Ocak 2013 Perşembe 12:26:17
Güncelleme :24 Ocak 2013 Perşembe 12:35:23


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.240.5.xxx Tarih : 29.01.2013 17:20:34

Değerli köşe dostumuz Sayın Dr. S.A. gerçekten ilginç bir konuya değiniyor. Sanırım bilgiye yaklaşımın özü kişisel ilgi ve bilme aşkıdır. Bir tarihde (Biz Türkler için çok kötü anısı olan Casus Lawrence hakkında okuduğum bir eserde (Lawrence of Arabia) bu  köftehor'un daha 16 yaşından beri Oxford Üniversitesine kapanıp (hızlı okuma tekniği ile) günde 2, 3 kitabı baştan sona, 10'dan fazla kitabı çeşitli bahislerine göz atarak devirdiğinden; bu şekilde Arabistan coğrafyası hakkında önceden dört dörtlük malûmat edindiğini; Arapçayı mükemmele yakın öğrendiğini yazıyordu. İşte bu donanımla ilk kez gördüğü Arap ellerinde bin bir herze yemeyi başarmış. Fakat gezip görme , Elbetteki bilgiyi somutlaştırıp perçinliyor ve yeni tecessüs noktalarına ilgi çekiyor. Velhasıl öğrenmede çeşitli tekniklerin etkileşiminin bilgi kazanımında büyük akseleran faydası var. Gözümüzün bebeği Nazmi hocamız tükenmez enerjisi ve bilgi aşkı ile bize örnek oluyor. Tanrı ondan bin razı olsun.   


Nazmi Öner IP: 62.45.3.xxx Tarih : 29.01.2013 16:59:05

 Sayın Dr İlginiz ve bu alanda beni yüreklendirdiğiniz için teşekkür ederim.


Dr. S. A IP: 95.15.110.xxx Tarih : 25.01.2013 21:38:48

Sayın Nazmi Öner; Bu günümüzdeki eğitimimizde olup-olmadığını bilemeyeceğim ama, benim öğrenim gördüğüm yıllarda 'vecizeler' veya 'deyişler' şeklinde çeşitli konular üzerinde münazaralar yapılırdı. İki grupa ayrılanlar, kendilerine verilen konuda üste çıkmak için birbirleriyle veryansın mücadele ederlerdi. Örneğin bu konulardan biride 'çok gezen mi, çok okuyan mı bilir ?!'  gibilerden olurdu. Tartışılmaz üstün edebî üslupunuzla, geçkin yaşıma rağmen beni ve gençlerimizi öylesine bilgilendiriyorsunuz ki, anlatımlarınızda sanki sizinle birlikte gezmiş gibi oluyor, sizlerin teneffüs ettiklerinizi bizler de hissediyoruz. Sonuç olarak belirteceklerim şunlar olacaktır: Yurt dışı gezi olanağı bulamayan benim gibi olanlar, gidemez isek de, göremez isek de, sizin sayesinde gitmiş ve görmüş gibi  oluyoruz. Sunumlarınızı okuyup 'daha çokça beldeleri tanıyacağım' umudumla en içten saygılarımı sunarım.