Ülkemizde bugüne dek bir benzeri görülmeyen Gezi Parkı Eylemini, Gandi’nin 1930’larda Hindistan’da gerçekleştirdiği pasif direniş eylemlerine benzetebiliriz. Gandi, Satyagrahaf adı verilen, gerçeği savunmak ve kötülüğe karşı çıkmak için, aktif ama şiddet unsuru içermeyen direniş olarak özetlenebilen felsefenin öncüsü ve uygulayıcısı olarak, İngiltere’nin uyguladığı tuz vergisine karşı 400 km.lik yürüyüşü sırasında, şiddete izin vermeden ve eyleminde direnerek amacına ulaşmıştı.
İngiliz askeri ve polisin, uyguladığı şiddet ile göstericiler şiddete teşvik edildiyse de, şiddete asla karşılık verilmemiştir. Göstericileri yıldırmak için başlatılan tutuklamalarda da, 60.000 tutuklamaya rağmen, bunun da bir işe yaramadığı ve hatta kendisini tutuklatmak isteyen yüz binlerce insan olduğu görülünce, ingiliz yönetimi geri adım atmak zorunda kalmıştır.
Gezi eylemi de bu şekilde bir pasif direniş özelliği gösteriyordu. Her ne kadar ilk günlerde şiddet yanlısı radikal örgütler ve provokatörler bu eylemi eski bildikleri şiddet eylemlerinden birisi sanarak bazı tahribata neden oldularsa da, Geziciler bunlara destek vermediği gibi karşı da çıktı.
Fakat devlet demek güç demekti. Devlet demek suç icat etmek, halkı suça itmekti, şiddete mecbur etmekti. Devlet demek gücünün yettiğini ezip geçmekti. Fakat bu çocuklar suçtan uzak duruyor ve şiddetten kaçıyorsa, bunlarla nasıl mücadele edilebilirdi. Bir yolunu bulup bunları bir biçimde şiddetin içine çekmeliydi.
Devletimiz bu düşüncesini uygulamak ve gezi eylemcilerini direniş içine sokmak için, en vahşi uygulamalarla orantısız güç kullandı. Buna rağmen Gezi eylemcileri pasif kalınca, AKP’lilerden ve sivil polislerden, onların yerine direnecek veya polise saldıracak sahte eylemciler sürdüler ortaya.
![]() |
“savunmasız bir tek gence, kalkan-indirilen coplar, patlatılan yumruklar, duyulan öfke ve hınç, resmen kanuni! bir "linç" görünümünde..! Orantılı güç bu mu?” |
Nihayet polise karşı havai fişek atan, molotof kokteyli atmaya çalışan, "SDP Asayiş" yazılı kalkan taşıyan 10-15 kişilik bir gösterici kitlesine polisin uzak bir mesafeden zayıf müdahalesi tartışmalara neden oldu. Bazı yayın organları bunu Akp'nin seçmenine yönelik bir oyun olarak yorumladı. Bazı yabancı yayın organları ise bu kimseleri provakatör sivil polis olarak gösterip başbakanı gezi parkına müdahaleye yol açmak için sahte bir senaryo uygulamakla suçladı.
Yani hükümet, eylemcileri şiddetin içine çekmek istiyordu. Fakat Gezi Eylemcileri John Lennon’un aşağıdaki sözlerini unutmuyordu.
“Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman, sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek,yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü siz bir kere şiddete başvurduktan sonra, sizinle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edeceklerini bilemedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır.” John Lennon
Eylemciler hükümetin Ali Cengiz oyunlarına gelmemekte direndiği gibi, isteklerinden de taviz vermeden direniyor ve isteklerini de şöyle sıralıyordu.
"Buradaki ve ülkenin dört bir yanındaki milyonlar olarak artık eskisi gibi yönetilmek istemiyoruz. Gençler, kadınlar olarak sürekli yok sayılmaktan bıktık. 'Oyu ben aldım, her şeye ben karar verir, her şeye karışırım' diyen bir iktidar tarafından baskı görmek istemiyoruz. Haklarımızı, doğamızı ve kentlerimizi gasp eden rantçı zihniyeti seyretmekle yetinmek istemiyoruz. Demokratik katılım kanallarını bütünüyle yok eden, her itirazı düşmanca bir refleksle yanıtlayan, kendisi gibi olmayanların inancına, kimliğine, yaşam tarzına, bilime, sanata saygı duymayan bir iktidar anlayışını reddediyoruz. Biz varız ve buradayız diyoruz."
İktidar partisi, hükümet, devlet, yerel yönetimler vs, hepsi Başbakanın arkasında, eylemcilerin karşısında. Çünkü yok aslında Türkiye’de böyle bir kurumlaşma ve kurumsal dağılım. Devlet de, hükümet de, parti de, millet de, din iman mezhep de, ordu da, yargı da, ülke de, hepsi Başbakan, hepsi Recep Tayyip Erdoğan’dı. Vicdanı sızlayan birkaç partili veya bakanın da, cılız itirazları Başbakanın kararlılığı karşısında eriyip gitti.
Başbakan hiç geri adım atmadığı gibi, hergün biraz daha tahrik edici ve kışkırtıcı bir provokatörü oynamaya devam ediyor, dünyanın en masum, en pasif direnişçilerine, çapulcular, vandallar, teröristler, marjinaller vs, ağzına geleni bağıra bağıra haykırıyor, kişileri hedef alan gaz bombalarını, tekerlekli sandalyesinde toma suyuna maruz kalan özürlüyü, Kordon’da oturmuş denizi seyrederken saçlarından tutulup sürüklenen genç kızı provokatör, ajan anarşist ilan ederken, bu devlet zulüm ve vahşetini, demokratik bir devlet savunması olarak yutturmaya çalışıyordu.
Hatta eski alışkanlıklarının etkisiyle, insanları öldürüp, yaralayıp gözünü çıkarırken bile kendi zalimliğini hala mağduriyet gibi göstermeye çalışıyor, orantısız güç iddialarını ret ediyor ve provokatörlerin tahribatının sorumluluğunu, gezi eylemcilerine yüklemeye çalışıyordu.
Aslında hükümetin görevi bu provokatörlere engel olarak, Gezi eylemine katılanların anayasal haklarını özgür ve güvenli biçimde yerine getirmesini sağlamak olduğu halde, maalesef hükümet provokatörlerle yarışırcasına, provokasyonu şiddetlendirdi. Hatta bazı iddialara göre AKP’li ya da sivil polis bazı insanları provokatör olarak kullandı.
Açık bir insanlık suçu olan Devlet terörü tablosu. Ve Başbakanın, bir önceki köşenizde örneğini verdiğiniz polisin (ölümlere de sebebiyet vermiş) gaz bombalarından fizik hasara uğramış insanların sığındıkları otelde suça yataklık yapıldığı mugalatası. Tanrı sonunu hayırlı etsin.