29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

Sart Antik kent Üzerine (2)

2-NEKROPOL VE TÜMÜLÜSLER

Cimnezyumu gezerken vakit hayli ilerlemiş olduğundan, Akropol’e çıkmayı ertesi güne erteleyerek, Lidya kral ve soylularının gömüldüğü Tümülüsleri görmek için yola çıktık. Salihli’nin içinden Gölmarmara’ya doğru çok dar bir yolda 17 Km. kadar ilerleyince Tümülüslerin bulunduğu alana geldik.

Geldik diyorum, çünkü bu yolculuğa arkadaşım Cumhur da, beni yalnız bırakmamak adına katıldı. Aslında onun alanı fen bilimleriyle ilgiliydi. Bu yüzden tarihi yerlerle ilk kez ilgilenmenin heyecanını yaşıyordu.

Tümülüsler Gediz Ovasının Nehirden itibaren yükselerek Gölmarmara (Giges) gölüne doğru uzantısı ile göl arasındaki dalgalı düzlüğü, adeta biraz daha dalgalandırarak nehrin akış yönünde akıp giden tepeler gibiydi. Karayolunun özellikle de batısında o kadar çok tepe görünüyordu ki; sanki bin tepeler denilmesini haklı çıkarır gibiydi. Gerçekten de burada yüzden fazla tümülüsün varlığı tespit edilmiş.

Bunlardan özellikle en büyük olan ikisinin, Lidya’da Şahin krallar soyunun kurucusu Giges ile Krezüs’ün Babası Alyattes’e ait olduğu sanılmaktadır. Anadolu’nun piramitleri kabul edilen bu yapay tepeler, genellikle kralların, ailelerinin ve onların yakını soyluların mezarlarıdır. Birkaç tanesinin kral ve kraliçelere ait olabileceği sanılan bu mezarlardan birisi 335 metre çapında ve 61 metre yüksekliğindedir ki; Anadolu’daki Tümülüslerin en büyüğü olarak kabul edilmektedir.

Bu tür mezar örneklerinin en meşhur olanı ve en çok ziyaret edileni ise, Adıyaman Nemrut Dağındaki Kommagene Kralı 1. Antiyokos’a ait olanıdır.

Tümülüslerde mezar, zeminde ve ortada bir lahit içinde veya bir gömü odasında olup üzerine toprak yığılmaktadır. Mezar odaları çok büyük ve işlenmiş taş bloklarından yapılıp, çoğunlukla önünde bir giriş ve kapı bulunmaktadır. Bunun üstüne yığılan toprak, aşağıdaki resimde de görüldüğü gibi, büyükçe bir tepe oluşturmaktadır.

 

Sart Kenti ovanın Güney ucunda Bozdağ’ın eteklerinde yer almasına rağmen, mezarların ovanın öte yakasındaki (kuzeyindeki) sırtlarda olması, düşündürücüdür. Gerçi karayoluyla mesafe çok uzun gibi görünse de, mezarlarla Sart arasındaki kestirme uzaklığın beş-altı kilometreyi geçeceğini sanmıyorum.

Tümülüslerin yanına vardığımız zaman gün batımı yakın olduğu için, güneşe karşı net görünmediğinden, tepelerin arasında epeyce ilerledikten sonra yüksekçe bir yere çıkıp oradan baktığım zaman, yine devletin ihmal ve ilgisizliğini tepelerde bir kez daha gördüm. Bu tarihi tepelere devletin ilgisi, coğrafi tepelere erozyon açısından gösterdiği ilgi kadar bile değildi.

Kimi tepeler ekin tarlalarının arasında erimiş gitmiş, kimilerinde de tarla tepenin zirvesini zorlamakta ve tepeler batan gemiler gibi S.O.S veriyordu.

NEKROPOL

İlkçağın antik kentlerinde ölüler dünyasına verilen önemi, nekropol denilen kent mezarlıklarında görebiliriz. Sart’ta Akropolün batı yönünde tam karşısında, en az Akropol kadar dik ve yüksek bir tepe var. Buraya da Nekropol (mezarlık) Tepesi deniliyor. İki tepenin arasında, ilkçağlarda altın parçacıklarını kumlarının arasında getiren Sart (Paktolos) Çayı akıyor. Akropol çaydan başlayarak iki kilometre kadar hafif bir eğimle yükseldikten sonra, hızla yükselerek zirve yapıyor. Nekropol Tepesi ise çayın kenarından itibaren hızla yükselerek, çaydan 500 metre bile uzaklaşmadan zirve yapmaktadır.

Nekropol tepesinin eğimi 60-70 dereceyi bulan doğu yamacında, yani çayın hemen batısında halka ait ölülerin gömüldüğü nekropol, aradan geçen binlerce yıla rağmen, hafif çukurluk ve tümsekler olarak yerlerini belli etmektedir. Bunun Gediz Ovasına bakan daha kuzeydoğu yamacında ise, bugünkü Sart Kasabasının Mezarlığı olup, iki bin yıl önceki bir Sart’lı ile bugünküler, yan yana yatmaktalar. Yani Nekropol Tepesi binlerce sene önce olduğu gibi bugün de mezarlık görevini yerine getirmektedir.

Akropol eteklerinden Artemis Tapınağı ve Nekropol tepesinin görünüşü.

Hatta Akropol dönüşü karşılaştığım bir köylü, bugünkü mezarlığın kuzey doğusunda, bir de bulaşıcı ve tedavisi olanaksız hastaların kapatılıp, sonrada ölünce küpler içinde veya tuğladan oda mezarlara gömüldüğü başka bir mezarlık olduğunu, kazılarda bunlara o bölgede rastlandığını anlattı. Olay her ne kadar mantıklı gelse de, bunu doğrulayacak bir bilgiye ulaşamadım. Zaten harabenin hiçbir yerinde yeterli bir bilgi de, bilgi verecek kimse de yok. Mantık ver parayı gir harabeye, ne anlayabilirsen anla biçimindeydi.

Nekropol Tepesinin Doğuda çay boyunca yükselen eteklerinde yer alan bu mezarlıklar, hepsi de sıradan mezarlar olup, buraya Nekropol Tepesi denilmesinin asıl nedeni ise tepenin zirvesindeki mezarlardır. Akropol ile hemen hemen aynı yükseklikteki tepede, büyük lahitler içersinde, ünlü komutanlar, üst düzey yönetici ve kralların ödüllendirdiği kimselerin mezarları bulunmuş.

Harabenin bekçisi, tepedeki bu lahitlerle, taş ve tuğla mezar odaları içinde eşi ve çocuğu ile birlikte gömülenlerin de bulunduğunu söyledi. Manisa Müzesinin bahçesinde buradan çıkarılmış bir lahiti de gördüm. Oradaki lahitlerin en büyük ve en güzel işlenmiş olanlarından birisiydi.

Sart’ta birbirinden çok farklı ölü gömme biçimleriyle karşılaşıyoruz. Sıradan fakir halkın Nekropol tepesinin çaya yakın eteklerindeki küçük tümseklerden, ölüleri yakma yöntemine, lahitlerden timülüslere ve mezar odalarına dek pek çok ölü gömme yönteminin yanı sıra, Tapınağa varmadan sol taraftaki Şeytan Deresinden biraz içeri girince, bir de piramitle karşılaşıyoruz. Bu yıkılmış piramidin MÖ. Beşinci yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır.

Görkemli Artemis tapınağı, devasa sinagogu ve Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesinden birisinin burada bulunması, Lidyalıların dinlere bağlılığını ve dağ gibi mezarlar ise ahiret inançlarının ne denli güçlü olduğunu göstermektedir diye düşünüyorum.

Bütün bunlardan sonra elbette ki, Sart’taki en büyük Tümülüs veya en büyük anıt mezarın Krezüs’e ait olması gerekirdi diyebilirsiniz. Fakat Krezüs’ün nerede ve ne zaman öldüğüne dair kesin bir bilgi yoktur. Dünyanın en zengin adamı olan Krezüs, kendisinin aynı zamanda dünyanın en mutlu adamı da olduğunu düşünerek, bunu Atinalı bilgin Solon’a da onaylatmak istediyse de, Solon “Daha senin sonunu görmedim” diyerek, bunu kabul etmemiş ve Krezüs de o zamanlar buna çok kızmıştı.

Fakat ne kadar kızsa da, yine de Solon sayesinde hayatta kalmayı başarabilmiştir. Çünkü ateşlenen odun dağının üzerinde “Ah Solon ah” diye bağırması, Kurus’un dikkatini çektiğinden, ateşten kurtarılarak Kurus’un yanına getirildiğinde; Kurus sormuş: “Sen ne diye bağırıyorsun; kim bu Solon” demiş.

Krezüs de Solonla aralarında geçen olayı anlatınca, Kurus da kendisinin sonunun nasıl olacağını düşünerek, derin düşüncelere dalıp, Krezüs’ü kendisine danışman yapınca hayatı Solon sayesinde kurtulmuştu. Kurus’la birlikte İran’a giden Krezüs, daha uzun yıllar yaşamış fakat nerede ve ne zaman öldüğü kesin bilinemediğinden mezarı da bilinmemektedir.

Peki, Karun Hazineleri dediğimiz, dünyanın en nefis koleksiyonlarından birisi olan eserler nereden çıktı derseniz, tabii ki, Karun’un anıt mezarından çıktı. Ama o mezardaki, mezar odalarında cenaze yoktu.

Çünkü Krezüs İran üzerine sefere çıkarken, gizli bir yerde ve içine gizli tünellerle ulaşılan bir anıt mezarın yapılmasını ve hazinelerin içine konulmasını istemişti. Ama savaştan sonra ölmediği gibi yaşamını İran’da sürdürmek zorunda kalması, mezarların boş kalmasına neden oldu. Sonra da mezar hırsızları bu hazneyi bularak ABD’de bir müzeye satınca, Karun, bu Hazine macerasının bir figüranı oldu.
 

Yayın Tarihi : 19 Ağustos 2010 Perşembe 00:10:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?