Yerel seçimlerin yerellikten ve adaylardan çok, bir genel seçim havasında ve partilerle genel başkanlarının gölgesinde bir karalama kampanyası şeklinde sürdüğünü önceki yazılarımda belirtmiştim. Kaldı ki bu durum bizde yeni de değildir. Hemen tüm yerel ve genel seçimlerimize özgü bir gelenektir. Çünkü bizde siyasi başarı ret duygusundan geçmektedir. Ve seçimden seçime de değişmemektedir.
Bu yüzden. Yerel yönetimlerle ilgili, bundan sonraki yazılarım Temmuz 2007 genel seçimleri için yazılmış olan “Laiklik, Şeriat ve Türban Tartışmaları” adlı dosyamdan aktarılmıştır. Göreceksiniz ki hiçbir şey değişmemektedir. O seçimler için yazdıklarım, büyük ölçüde bu seçimler için de geçerlidir. Umarım seçimler hakkında daha genel bir kanıya ulaşılmasında yardımcı olur.
Laiklik, Şeriat ve Türban Tartışmalarından:
Az gelişmiş toplumlarda politikacıların, iktidarı elde tutabilmeleri için, seçmenlerde ret duygusu geliştirmekten başka bir seçeneği yoktur. Oldukça kısıtlı olan devlet gelirleri, zaten politikacının kendi lüksüne, beslemek zorunda olduğu yandaş takımına, ülkenin asker, bürokrat gibi güçlü kesimlerine, oy deposu sayılabilecek tarikat, cemaat gibi örgütlü kesimlerine ve seçim yatırımlarına ancak yeter.
Bu kısıtlı bütçe olanaklarıyla, en akılcı ve bilimsel bir şekilde yatırımlar yapılsa bile, kısa sürede, yani bir seçim döneminde, çok belirgin sonuçlar alınamaz. Sonuç almak için en azından iki döneme, ortalama 8-10 yıla veya daha fazlasına ihtiyaç vardır.
Sonra sonuç alınması, ülkenin ve milletin gelişmesi de, zaten az gelişmiş ülke politikacısının işine gelmez. Onlara göre toplum, hep az gelişmişlik çemberinde ve denetim altında tutulmalı, devlete muhtaç ve her şeyi devletten bekleyen, bu yüzden de devlete tapan bir konumda olmalıdır. Bunun yolu da ret duygusu geliştirmekten geçmektedir.
Bunun için de, insanlar arasında öylesine bölünmeler yaratmalısınız ki, sizin tarafınızda ki bir insan: sizin yanlışlarınıza ve hatalarınıza aldırmadan, sırf karşı tarafa beslediği ret duygusundan dolayı, sizin arkanızda dursun. Örneğin laiklik adına sosyal demokrat bir partide bulunuyorsa, partisi radikal dinci partilerin bile sağına geçse, yine de partisini terk etmesin.
Elbette ki bunu sağlamak, normal yollardan gidilerek kolayca yapılamaz. Onun için olağan dışı senaryolar –komplo teorileri- yazıp, karalama kampanyaları düzenleyerek, halkı karşı taraftan korkutmak, soğutmak gerekir ki; bizim politikacılarımızın da tüm başarı ve yetenekleri, bu alanlarda yoğunlaştığından, ret duyguları çoğu zaman nefret duygularına kadar uzanır.
İşte hazır oy depoları böyle oluşur ve bu depoları dolduran seçmenler için, seçim programı, kalkınma projeleri, kimin aday olduğu vs. hiç birisi de önemli değildir artık. Onlar lidere ve partiye oy verir. Hatta çoğu zaman kendi partisine bile sevdiği, beğendiği için değil, karşı partiye kızdığı için oy verir.
Hatta dahası; bir önceki seçimde hırsız, katil, faşist olarak gösterilen birisiyle, başka bir partide gerici, yobaz ve şeriatçı olarak gösterildiği için nefret ettiğiniz başka bir aday, bu seçimde, seçim bölgenizde ve sizin partinizin adayı olarak önünüze getirilebilir.
Ama bu kişiler sizin partiye geçince, sanki sihirli bir güç tarafından, sizin nefret ettiğiniz tüm özelliklerinden temizlenir ve artık o, sizin değerlerinizin temsilcisidir. Sanki rakip takımın santrforunu transfer etmişsinizdir. Bundan sonra gollerini karşı kaleye, sizin için atacaktır. Ama karşı partidekiler hala çok karanlık ve tehlikelidir. Onlardan uzak durmak gerekir.
Ret duygusu işte böylesi akıllara özür bir şeydir. Bu yüzden de akıl karşıtı Türk siyaset geleneğinin en temel ve en geçerli yöntemidir.
Örneğin: CHP ye göre, AKP: dinci, tutucu, laiklik karşıtı, şeriatçı, ülkeyi yabancılara peş-keş çeken, satan ve her şeyi yanlış yapan, hiçbir işi başaramayan bir parti değil miydi? Ve AKP ye göre de CHP bundan iyi bir şey miydi? İşte Silifke’de çıkan sesimiz gazetesinin tahlili.
AKP’ye katılan ‘SOLCULAR’, CHP’ye katılan ‘SAĞCILAR’, son tahlilde “Yoktur birbirlerinden farkları” nitelemesini haklı çıkarmıyor mu? Ertuğrul Günay CHP Genel Başkanlığına aday değil miydi? İlhan Kesici DYP Genel Başkanlığına aday değil miydi? Lütfullah Kayalar ANAP Genel Başkanlığına aday değimliydi? Prof.Dr. Zafer Üskül SHP ve CHP’den belediye başkan adayı ve milletvekili adayı değil miydi? Ne oldu da şimdi saf değiştirdiler. Aslına bakılırsa saf falan değiştirdikleri yok. Hepsi öteden beri aynı saftalar. Ama Türk halkına sergilenen demokrasicilik oyununda, halkın gözünü boyamak için, farklı kıyafetler giyerek aynı oyunda farklı rolleri oynuyorlar. Şimdi CHP’lilere sorsanız Günay için, Üskül için ve onlar gibi AKP’ye ya da diğer sağ partilere gidenler için demediklerini bırakmazlar. Aynı şekilde, Kayalar için, Kesici için, v.b. için de, onların ayrıldıkları partiler çok güzel(!) laflar ederler. Aslında yaşananlar tam bir traji komediden başka bir şey değil. Söyleyin Allah aşkına, aynı programı savunup, uygulamıyorlar mı?
Görüyorsunuz ki, yukarıdaki alıntıda, siyasetimiz ve siyasetçilerimiz ne güzel yerli yerine oturmuş. Ve diyorum ki; işte Türkiye siyasetinin özeti budur. Siyasetçi, siyaseti istediği gibi yapar. Tamamen özgürdür. Görüş değiştirebilir. Parti değiştirebilir. Dün söylediğini bugün inkâr edebilir. Fakat yaptığı her şey partili için doğru ve güzeldir. Ya da güzel olmak zorundadır. Olmasa bile en azından karşı partiden daha iyidir. Çünkü o gelirse maazallah ülkeyi de üç kuruşa satıp gidebilir. İyi ki ret duygusu geliştirmiş de, karşının yalanlarına kanmamaktadır. (Laiklik, Şeriat ve Türban Tartışmalarından)
9 Mart tarihli yazınızı okudum. Buradaki fikirlerinize aynen katılıyorum. Sayın Nazmi Öner. Türkiyemizde seçmenlerin bilinçlenmesi için daha uzun yıllara ihtiyaç var gibi görünüyor. Haydi hayırlısı..