(NOT: Değerli Okuyucularım. Bu yılbaşı yazısından sonra yine Gürcistan, Azerbaycan ve İran yolculuğumuz, kaldığı yerden devam edecek.)
![]() |
Yılbaşı hangi milletin geleneğidir; hangi dinin gereğidir; günah mıdır, sevap mıdır, tartışmalarını heveslileri yapadursun, bana göre yılbaşı dünya insanlarının büyük çoğunluğunun, birlikte kutladığı tek etkinliktir. Ve dünya insanları bu etkinliği başka başka ülkelerde, başka başka saatlerde gerçekleştirseler de, bunun hep birlikte ve aynı zamanda gerçekleştiği yer ise, Avustralya’nın Sydney Şehridir diye düşünüyorum.
Çünkü her ne kadar yılbaşı dünyanın her yerinde ve ülkelerin en büyük ve en önemli meydanlarında yapılsa ve hatta yılbaşı: karda Noel Baba’nın kızağını çeken geyiklerle ifadesini bulsa da, dünyanın yılbaşı kutlamalarıyla en ünlü kenti Sydney’dir. Üstelik yılbaşı Sydney’de kar, kış değil de, tam da yaz ortası sıcaktır. Ama buna rağmen kutlamalarda ilk akla gelen ve en çok akılda kalan yerdir.
![]() |
Sydney Köprüsü |
Elbette ki bu şöhret boşuna değildir. Her başarılı iş gibi bunun da arkasında büyük bir ilgi, istek, çaba ve büyük bir masraf vardır. Nasıl ki Brezilyalılar için: on bir ay karnaval hazırlığı yaparlar, kalan bir ayda da karnaval yaparlar denilirse; Sydneyliler de yılın en azından son iki ayını krismıs (Christmas) ve yılbaşı hazırlıklarıyla geçirmektedir. Kapitalist sistemin de teşviki ile birçok sektörde yıllık satışların neredeyse yarısı bu iki ayda gerçekleşir. Evler sokaklar süslenir. Fakat tüm bu çabaların tepe noktası ya da altın vuruş diyebileceğimiz an, 31 Aralık günü saat 12.00’de köprü çevresinde gerçekleşen havayi fişek gösterileriyle noktalanır.
![]() |
Gece 12.00 havayi fişek gösterileri |
İşte bu yüzden yılbaşında Sydney’de olup da bu gösteriyi görmeden gitmeyi içime sindiremiyordum. Fakat Oğlum Hakan’ın Rina’yı iki küçük çocukla evde bırakıp benimle City Center’e gelmesini de isteyemezdim. Diğer tanıdıkların da ağzını aradım. Herkes yılbaşını evinde ailesiyle geçirmek istiyordu.
Ben Sydney Köprüsü ve çevresindeki kutlamaları görmek istediğimi söyleyince de, çok tehlikeli olacağını, yalnız başıma gitmemem gerektiğini, çok çılgın tipler olduğunu, bunlardan bazıları alkolün üzerine bir de esrar, eroin çektilerse, deli gibi saldırgan olduklarını söylediler. Özellikle benim için gecenin, ileri yaşımın ve dil bilmeyişimin çok büyük dezavantaj oluşturduğunu söylediler. Ben “Kadınlar ve çocuklar da var” dediysem de: “Onlar yalnız değildir” dediler.
![]() |
Sokaklarda kalabalıklar |
Bir de neredeyse milyona yaklaşan miktarlarda insan olacağını, yani çok kalabalık olacağını, oturacak yer bulmanın mümkün olmayacağını söylediler. Ben buna da, “Yüz binlerce insan sığıyorsa oraya, bir kişi daha sığabilir” dedim.
Fakat City’e trenle gidileceğinden, Liverpol’den gitmem olanaksızdı. Çünkü Liverpol istasyonu oturduğum eve uzaktı. Gece saat ikide birisinin gelip beni istasyondan almasını istemek de haksızlık olurdu. Onun için Cumadan Kardeşim Nuray’a gittik. Onun evi Lidkım (Lidcombe) İstasyonuna 500 metre kadardı.
Hakan Cumartesi günü tekrar telefon ederek yalnız gitmememi istedi. Ben “Adil ile gideceğiz” dedim ki, aslında son dakikaya kadar da yeğenim Adil ile beraber gidecektik. Fakat Adil hiç gitmek istemiyordu. Hatır için gelecekti. Onun için ona gelmesinin gerekmediğini, daha geçen Pazar Citye tek başıma gidip geldiğimi, her yeri ve trenleri bildiğimi söyledim. İkna oldu ve evine gitti.
Saat 21.00’de evden çıkıp Lidkım istasyonuna gittim. Perona inince de hemen tren geldi ve bindim. Fakat her istasyonda duran bir trene binmişim ki, yarım saatlik yol tam bir saat sürdü. Bunu da hayra yordum, çünkü orada ayakta kalma sürem yarım saat daha azalmıştı.
Fakat istasyona varınca bir de ne göreyim, istasyonun deniz tarafı kapalıydı. Yalnızca gökdelenlerin bulunduğu kara tarafına çıkılabiliyordu. Hatta deniz tarafının görünmemesi için camlar bile perdelenmişti. Dışarıda gökdelenlerin arasında her yer insanlarla doluydu. Önce sol tarafa doğru ilerledim, deniz tarafına bir giriş yoktu. Her yere demir parmaklıklar konulmuş ve her yerde güvenlik görevlileri vardı.
![]() |
İstasyonla gökdelenlerin arasındaki kalabalık |
Bu kez sağa doğru yürüdüm. İstasyonla gökdelenlerin arasında on binlerce insan bir biçimde kendi kendilerini eğlendirmeye çalışıyordu. Bu arada trenden indiğim yer iki üç kat yukarıdaydı ve oradan iskele de köprü de çok net görünüyordu. Oradan bakarım diye yukarı çıktım. Fakat gördüm ki oranın pencereleri de sıkı sıkıya kapalıydı. Tekrar inip sağa doğru gerekirse Darling Harbur’a kadar gitmeye karar verdim.
Fakat biraz daha yürüdükten sonra limanın solundaki küçük parkın üstünden köprünün altına doğru uzanan The Rocks Caddesi açıktı. Fakat burada da cadde boyunca yine deniz tarafı kapalıydı. Sanıyorum buralar gündüzden dolmuş ve izdiham olmasın diye de, belli bir saatten sonra kapatılmıştı. Çünkü buralar köprüyü ve opera binasını tam olarak görebilen yerlerdi.
Rocks caddesi ve bunun üstündeki caddelerde dolaştım bir süre. Caddeler iğne atsan yere düşmeyecek tabirini doğrularcasına dolu olup, kaldırım kenarlarında bile oturacak bir yer bulmak çok zordu. Fakat yine de yorulunca, bazen bir kaldırım kenarında veya boş bulduğum bir merdivenin basamağında yer bulup oturdum ve insanları gözledim.
İnsanlar otellerin önünde, lobi çevresinde, pap (pup) denilen birahanelerin önünde çalınan yüksek sesli müziğin etkisinde, bağırıp nara atarak eğlenmeye çalışıyordu. Müzik olmayan yerlerde de vuvuzela benzeri borular veya değişik yüksek sesli düdüklerle dikkat çekici, sessizliği ve kulak zarını yırtmaya çalışan sesler çıkarıyorlardı. Gürültü olmayan yerde bazı gençler çocukça veya ilkel kabile insanları gibi acayip sesler çıkarıyorlardı. Kendileri bununla eğlendiği gibi, çevreden bunlara gülerek eğlenenler de vardı. Hani bu duruma bakarak eğlenceyi tanımlamak gerekirse, temel koşul bir gürültünün olması gerekiyor sonucuna varıyor insan ki, bence bu durum çaresizlikten bir çare üretme çabası gibiydi.
Fakat elbette ki çoğunluk sahada oyuncu olmaktan çok, tribünde seyirci olmayı yeğliyor. Ve bundan dolayı hiç de mutsuz değillerdi. Onlar burada olmaktan, yüz binlerce insanla birlikte aynı havayı solumaktan mutlular. Belki de kapitalist toplumun bireysel özgürlükleriyle örülü yalnızlıklarının hapsinden böylece kurtulabildiklerini sanıyorlar. Belki de bu durum birbirlerini tanımadan, dokunmadan, konuşmadan da olsa bir sosyalleşme aracı oluyor… Hiç temas olmasa da insanlar birbirlerinin sıcaklığını uzaktan da hissedebiliyordu. Ya da kapitalist sistem insanların birbirine bu kadarcık yakınlaşmasına izin veriyor, yakınlaşma yoğunluk kazanırsa, ötekileştirme silahı hemen devreye giriyordu.
![]() |
Değişik renklerin uyumu |
Olayın bir başka gözlem boyutu da, insan çeşitleri açısındandı. Çünkü sanmıyorum ki dünyanın başka bir yerinde bu denli kozmopolit bir kent olsun. Dünyadaki her devletten her milletten, her renkten insan var çünkü burada. Bu yüzden tüm insanlığın, yeni yılı Sydney’de hep birlikte kutladığını düşünüyorum. 1998 de gördüğüm Sydney de böylesine renkli ve kozmopolitti. Ama İngiliz ve İrlandalılarla beyaz Avrupalılara göre diğer renkler azınlıktı.
Oysa bir aydır Sydney’de gördüğüm ve şu anda yılbaşı gecesini burada kutlamaya gelenleri gözlediğim kadarıyla bunlardan bazıları azınlık olmaktan çıkmış artık. Bu kalabalığın içinde özellikle çekik gözlüler: Çinliler, Koreliler, Filipinler ve Güneydoğu Asyalılar neredeyse dörtte bire yaklaşmış gibi görünüyor. Fakat her şeye rağmen bunlar burada, kendilerini yabancı hissetmese de, beyaz Avrupalılar kadar rahat olmadıkları rahatlıkla anlaşılıyordu.
Yine burada siyah ırkın da pek çok temsilcisi vardı. Özellikle adalılar Avustralya’nın yerli halkı olup, siyahın değişik tonlarını yansıtıyordu. Güney Amerika’dan gelenler de vardı. Afrikalılar ise daha azdı. Fakat son zamanlarda Afrika’da savaşlar ve yönetim baskısıyla sıkıntıya düşen halklara göçmenlikte kolaylık sağlanması sonucu, onlar da bir hayli çoğalmışlar. Bu yeniler yerini yadırgar bir temkin ve içe dönük bir gruplaşma örneği sergilediğinden hemen belli oluyordu.
Farkları anlamanın başka bir kestirme yolu da, kıyafetlerden ve davranışlardan belli oluyordu. Batı Avrupalılar, bağırıp çağırıyor, acayip kıyafetler içinde veya yalnızca şortla dolaşıyor. Acayip boyalar ve saç biçimleriyle mayolu kızlar, ellerinde bira kutuları veya bardaklar dünyaya boş verip yalnızca eğlence peşindeler. Fakat ortada önceden düzenlenmiş bir eğlence olmadığından onu kendileri yaratmaya çalışıyorlardı.
Uzak doğulular ve Güneydoğu Asya kökenliler (çekik gözlüler) ise, kılık kıyafet açısından tam bir uyum içinde olsalar da, belki kültür farkı, belki de burada kendilerini ikinci sınıf hissettiklerinden dolayı, temkinli ve daha ağırbaşlı, fakat hoşgörülü bir tavır sergiliyorlardı.
Yeni gelen Afrikalılarsa, kıyafetleriyle de özel bir yerdeydiler. Yani Afrika kıyafetlerinin dışına çıkamamışlar. Fakat burada daha eski olmalarına karşın Hindistan ve Pakistanlılarla, Arap kökenli Müslüman kesimlerin bir bölümü de henüz uyum sorununu çözememiş görünüyorlardı.
![]() |
Uyumda zorlanan kesimler |
Bunlara baka baka yaşamı, yaşamın anlamını, önemini, insanların yaşam karşısındaki duruşunu kavramaya çalışıyordum. İnsan neyin mücadelesini veriyor, neyi niçin yapıyor, ne bekliyor ne buluyor? Yoksa hak ve özgürlükler dahil; mal, hizmet, para ve her şey yaşama vurulmuş zincirler midir diye düşüncelere dalıp gittim.
Ben bunları düşünürken saat 24.00 oldu. Köprüden ve çevresindeki çeşitli yerlerden havayi fişekler patlamaya başladı. Gerçekten de Sydney yılbaşı etkinlikleriyle tüm dünyada haklı bir şöhrete sahip olduğunu kanıtlıyordu sanki. Gerçi bu çok büyük bir emek ve organizasyon işi olduğu kadar çok büyük paralar da harcanıyordu. Fakat öylesine akıllı bir harcama ki, bu paranın üç beş katını ülke tanıtımına ayıran başka ülkeler, bu ölçülerde bir tanıtım sağlayamamaktadır.
Yil basi hangi dinin geregidir ve yil basi karda Noel Baba nin kizagini ceken geyiklere ifadesini bulsada Cümlelerinizle yilbasini kastediyorsunuz gibi anliyorum yilbasi ile 24 aralik gecesini ayirmak cam agaci noel baba hikayeleri sadece bu gece icindir yilbasi ile alakasi yoktur bilmekteyim cok dindar olanlar o gece gectimi agaci isiklari vs. kaldiriyorlar istisna disi bu agac yeni senenin ilk haftasin sarkabiliyor odada kalbiliyor agaci toplayan görevliler izinde ve senenin ilk haftasinda islerine baslarken bu cam toplamayida yaparlar ( bizdede simdi bu cam agaci oldu yilbasi agaci noel babada oldumu bir yilin eski ihtiar hli buna ragmen güzel güzeliklere devam Yilbasini kutlmalari bir yabnci yerde izlenimlerinizi ele lis tarziniz gayet güzel bilenlerde oraya gitmiyelim sarhosu var esrarcisi var ve asiri kalabalik Iste burada bunlarin basini tv.sibu kötü tarafli geceyi genelikle görmez kötü vardir es gecer iyilikleri cok sever bizde bir yilbasi bir yerde kutlanir o gece tacizciler gecesine cevrilir icmis alkolik olmus gecesine cevrilir dogru olsa bile bu kadar dogruluk ne getirir Anam bile bir suc islesem amanin susun kimse duymasin cocugumun adi cikmasin kanat gererdi demek bir seyler oda bilirdi her renkten insan herdilden insan cesidin deginmisiniz ne güzek slind biz memleketimize dönelim dügün yok seyran yok tuttuduk sen kürt ben türk birbirimizi yiyor dünyada binbir cins bir araya gelmis orada egleniyor hdi baklim cik cikilirsen isin icinden