29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

Tarihi Doğru Değerlendirmek (2)


TARİHLER RESMİ MİDİR, SİVİL MİDİR?

Tarih bu gün millet ve devlet bilincini ayakta tutarak, milliyetçiliği körüklemek amacıyla kullanılmaktadır. İnsanın faydasını çıkarını kollamak, insana hizmet edip insana dost olmak bir yana, insanlığın mezarını kazmak için kullanılmaktadır. Yani tarihler resmi (devlet) odaklıdır ve insani (sivil) değildir. Bu yüzden de resmi tarihler, insandan çok uzak ve hatta insanlığa bir tuzaktır.

Bunlara göre insan, tek başına anlamsız ve hatta bir hiçtir. O yüzden insan dediğin millettir. Millet devlettir. Devlet ise yönetendir, liderdir. Ve bunların kahraman olması gerekir. İşte tarih dediğiniz şey de bunların, yani yönetenin ve liderin tarihidir. Askerin ve devletin tarihidir. Kurumların ve kahramanların hikayesidir. İçinde insanların olması gerekmez. Zaten birey anlamında insan, devletler için çoğu zaman gerektikçe kullanılan bir dolgu malzemesi ve gerekmedikçe tafra gibi bir şeydir. Bu anlayış, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre derecelenir.

Romancıların ve yönetmenlerin hayal gücü de olmasa insanların geçmişte nasıl yaşadıkları ve savaşmak dışında ne yaptıkları ve nelere niçin katlandıkları, acıları ve mutlulukları hakkında bir fikir sahibi olamayacağımız ortadadır. Yani tarihten bunlarla ilgili bir şeyler bulmak olanaksızdır. Ama neden ve nasıl savaştıklarını, kimlerin ne kazandığını, devletlerin resmi kurumlar ve kahramanlar kitabı olan tarih yazar.

Mevcut tarih insandan ziyade, insanlardan oluşan milletleri kapsamaktadır. Daha doğrusu hayali millet kavramında, insandan çok devlet anlamı vardır. Mevcut tarihler devletlerin, askerlerin, yönetenin liderin tarihidir. İçinde sıradan insanı bulmak olanaksızdır. İlginçtir ki bu durumu, ben de ilk kez “Gazete” adlı kitabımın önsözünü yazarken fark ettim. Bu konuda “Gazete”nin önsözüne şunları yazmışım.

“Sonra bir anda yeni bir şey keşfetmiş gibi, tarihin: insanların ve halkların tarihi olmadığını fark ettim. Çünkü okuduğumuz tarihlerde halkın, sıradan insanların ne yaptığı ve nasıl yaşadığına dair bilgiler yok denilecek kadar azdı. Tarih devletlerin, liderlerin, kahramanların, komutanların yönetenlerin ve onların ilişki içinde olduğu kesimlerin tarihiydi.

Örneğin kendi köyümün tarihçesini araştırırken baba oğul her ikisinin de aynı savaş ve aynı cephede aynı yıl öldüğünü saptadım. Ve dahası aynı aileden aynı biçimde üç-dört kişinin öldüğü durumlar da vardı. Bunların öldüğü cephelerde savaşın tüm ayrıntıları bilinmesine karşın, “Köyde üç-dört çocukla beş parasız kalan kadınlar, nasıl yaşamıştır”ın yanıtı yoktu tarihlerde. İşin cephe tarafı, canımız feda olsun vatana boyutuydu belki ama, bunun bir de geride kalanlar ve cephe gerisi boyutunun olması gerekliliği, benim tarih anlayışımda etkili oldu diyebilirim.

Yani savaşanların dışında kalan halk ne yapmıştır, nasıl yaşamıştır, onların savaşı, cephedekinden daha mı kolaydı; yoksa savaşın asıl kıyımı, cephe gerisinde mi yaşandı ve savaşların tarihi insanların tarihini ne kadar yansıtıyordu.

Sordum köyün yaşlılarına; kimi kadın üç çocukla tek oda bir barakada; kimi iki çocukla üçüncüsü karnında bir çadırda; kimi yetmişlik dedesinin ağılında: bir yorgan bir şilte, odsuz ocaksız ve üç günlük yiyeceksiz kalmış dediler.

Sonra dedim: sonrası kadınların bitmez tükenmez çilesi, keçi beslemesi, tarla sürmesi, ama üretilenin yetmemesi, kış günü kar altında buz gibi çadırda kendi başına doğum yapması, çocukların analarının gözleri önünde eriyip gitmesi, bin bir zorluk, güçlük ve yokluk içinde yetiştirebildiğini, on beş yaşına gelince jandarmanın alıp askere götürmesi. Oysa gidişinin ikinci yılında gelmişti kocasının yanık kâğıdı. Büyük oğlununki ise üç ay sonraydı; dediler.

Ama bunların hiç birisi de tarihlerde yoktu. Yönetenler, askerler ve onlarla ilişkisi olan üst kesimlerin dışında kalan büyük çoğunluk, o denli tarihin dışında kalmışlardı ki; onlarla ilgili her hangi bir özel bilgiye ulaşmanın olanaksızlığını hemen fark ettim. Bu yüzden bunları yazmanın ne denli zor bir iş olduğunu bile bile, halkın ve yönetilen sıradan insanların tarihini yazmanın, farklı ve faydalı bir uğraş olacağına karar verdim.

Bazı tarih kitaplarında halkla ilgili olarak: ”O sırada halk çok sıkıntı çekti” biçimindeki bin yıl öncesi için de, bir yıl sonrası için de söylenebilen genel bilgiler ise, hemen her dönem için benzer genellemeler olmanın ötesinde bir anlam taşımıyordu.

Farklılıklardan birisi de, tarihi yazarken olaylara; doğal çevre, dostluk, barış ve sevgi pencerelerinden de bakılsın istiyordum. Bu yüzden savaşları anlatırken yaratılan zafer sarhoşluğu yerine, zaferler kazanmak uğruna öldürülen insanlar ve yakılıp yıkılar eserler, tahrip edilen doğa ve insanlığın mutsuzluğu ön plana çıkarılmalı diyordum. Ama şu anda yaşadığımız dünyada insanlar para, çıkar ve BEN duygusuna o denli yönlendirilmişlerdi ki; itiraf edeyim, kendimi de bu duygulardan arındırmakta zorlanıyorum.

Üstünde büyük bir önem ve özenle durduğum konulardan birisi de, dünyanın sınırlarla parçalanıp, devletlere bölünerek birbirine düşman edilmesi ve devletlerin tüm varlık ve enerjilerini bir birlerini yok etmek uğruna kullanmalarının anlamsızlığını ortaya koymak, ya da ortada duran bu gerçeği, artık insanlığın görme zamanının geldiğine dikkat çekmek istiyordum.

Artık günümüzde Dünyanın tek bir devlet olarak daha iyi yönetilebileceğini, insanlığın bin bir güçlükle çalışıp elde ettiği milli hasılaların en az yarısının, savaşlara ve savunma harcamalarına gittiğini, sonuçta insanlığın varlık nedeninin, sanki başka insanları yok etmek amacına indirgendiğini açıklamaya, ispatlamaya, kavratmaya çalışmalıyım diye düşünüyordum.

Bu konuda yalnız olmadığımı da biliyordum. Sınırsız ve tek bir dünya arzusu, yüz yıllardır yüz milyonların, milyarların hayaliydi aslında ama, gerçekleşebileceğine inanmıyordu kimse. Dünyanın büyüklüğü ve bu büyüklükte bir devlet, gözünü korkutuyordu herkesin ve çok ütopik bulunuyordu bu düşünce. Oysa şimdi dünya çok küçüldü, doğal engelleri kaldırdı teknoloji ve kalan tek engel insanın kendisi.

Bu düşüncelerle, dünya ve insanlık tarihinin ilk yıllarında, yani yazının icadından önceki dönemlerde; devlet, lider ve kahraman olmadığı için, mevcut genel bilgileri özele uygulamak daha kolay olduğundan, tarih çağlarına dek olan bölümü istediğim tarzda ve “TARİHİN TANIMI” adıyla bir kitap haline getirmekte fazla zorlanmadım……..”

Evet “Tarihin Tanımı”ndan sonra günlük bir gazeteyi, insanlık hayatından bir günlük bir kesit olarak ele aldığımda, olaylara insan açısından bakınca, bu bir günlük tarihin bile mevcut tarihle ne denli ters düştüğü fark ediliyordu.

Çünkü mevcut tarih, insanların geçmişine ait normal ve yansız bir bilim olmayıp, devletlerin kendilerini kutsallaştırmak, aralarındaki boğazlaşma ve boğuşmaları, nefreti intikamı ve katliamı haklı göstermek; insanlar arasında yapay ayrılıklar yaratarak bunları keskinleştirmek için, devletlerin propaganda aracı olarak kullandığı, insandan ve insanlıktan uzak, hamasi söylemler bilimi niteliğindeydi. Sivil ve insani bir içerikten yoksun, ideolojik ve militaristti.

Oysa insan her yerde aynı insandı.


İNSANLAR HER YERDE HEP AYNI

………………….

Dünyada insanlar her yerde hep aynı
Hasret gülmenin sevincine, sevginin kırıntısına
Ve her davranış yakalamak içindir mutlu bir an’ı
Akıp giden kocaman bir nehrin içinde
Olmasa devletler, farkında bile değil soyun, rengin,
Milliyetçiliğin ve ayrışımın hiçbir çeşidinin
Ne kahramanların, fatihlerin ne de fetihlerin
Ve ne emperyalizmin, sosyalizmin ne de globalizmin.

Bu sınırları da kim koydu, kim yarattı düşmanlığı?
Var mı insanların hayvanlar gibi
Memeli, omurgalı, eklem bacaklı, halkalı
Ve kuyruk, kanat, hortum gibi büyük farklılıkları?
Türkler aslan, Araplar kedi, zenciler fare mi?
Hayvanlar devletlere bölerek mi kullanır ormanı
Pasaport vize mi gerekiyor balıklara gezerken denizleri?

Gezdim, gördüm Dünya’yı, yok insanın insandan farkı
Solunum, dolaşım, boşaltım, sinir sistemi
Duyguları düşünceleri, beklentileri
Tüm insanlarda istekler ve ihtiyaçlar hep aynı
Ama Türk ile Ermeni’nin düşmanlığı
İslam’ın Musevi’den nefreti, Batı’nın İslam’a bakışı
Gölgede bırakır koskoca ayının, minik bir arıdan farkını.

Devletler; milletlere, renklere, dinlere böler insanları
Eker beyinlere düşmanlık tohumlarını
Din, töre, milliyetçilik ve hamaset, gübresi gıdası
İnsanların kardeşliği için, devletler ortadan kalkmalı
İnsanlık bu yapay bağlardan kurtulmalı
Dünya insanları ulu bir ağacın gölgesinde
Kardeşçe ve sevgiyle buluşmalı, kucaklaşmalı.

Dünya Yaşanası Bir Yer Değil” den.

Yayın Tarihi : 12 Nisan 2008 Cumartesi 00:34:14


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mustafa eroz IP: 87.202.36.xxx Tarih : 12.04.2008 13:52:52

hocam bir kosede uturup yazi yazmak yetmiyor insanlari bilinclemek alimlerin borcudur.teorik donemler 19 yy da kaldi simdi pratik zamani yani toplumumuzu bilinclemek icin caba sarf etme zamani kapi kapi ev ev mahalle mahalle koy koy ilce il il gezip anlatma zamani ... saygilarimi iletiyorum