5-ÖREN YERLERİ NASIL KORUNABİLİR
Türk devlet yönetim geleneğinde, genellikle hatalar hep halkta ya da yönetimin tepesindeki birkaç kişide aranır. Fakat sistem hiç sorgulanmaz. Sanki sistem çok iyidir de, yöneten iyi yönetememiştir.
Yine iyi işleyen, çağdaş ve demokratik bir sistem vardır da, sanki halk cahil olduğundan başarı sağlanamamaktadır. Bu durumda en çok söylenenlerse, cahil halk yanlış adamı seçti, cahil halk devletin çıkarlarını veya milli çıkarları gözetemedi, cahil halk sokakları kirletti, cahil halk ören yerlerini yağmaladı gibi hatayı halka yıkan yargılar, genel kabul görmektedir.
Fakat halkla övünmek gerektiği yerde de, bu beğenilmeyen, bundan adam olmaz denilen ve cahil halk diye aşağılanan Türk Milleti, bu kez de yere göğe sığdırılamayan, en yüce, en yüksek ve tapılası kutsal bir millet olup çıkar. Hele de dışa tepkili başka milletlerle ilgili bir değerlendirme ise, bütün milletler yerin dibine batırılarak, Türkler en üste çıkarılır.
![]() |
Serençay’daki mağara evlerde, kaçak kazı yapılan oda tabanı. |
Yine belleklerimize yanlış kazınmış kavramlardan birisi de “Her şeyi devletten beklememek” düşüncesidir. Hani cumhuriyetin ilk yılları veya savaş yıllarında bu düşünce doğru olabilir. Ama sonrasında her şeyi devletin yapması ve her şeyi devletten beklemek gerekir. Değilse devletin gereği nedir?
Salt bu yanlış düşünce yüzünden, zaman içinde devletten hiçbir şey beklenemez bir duruma gelinmiş ve devlet yönetenlerin keyfince yağmasına terkedilmiştir.
Şimdi bu kurnaz Şark numaralarını bir tarafa bırakırsak, tarih yağmasında da, öncelikle belirtmek isterim ki, sorumluluğun yüzde yüze yakını devlete aittir. Tamam, vatandaş yanlış yapmaktadır, buraları yağmalamaktadır. Fakat kabul edelim ki, öncesinde Osmanlı ve şimdi de 85 senedir TC bu talana, bu yağmaya ve bu tahribata göz yummaktadır.
Aslında Osmanlı’nın göz yummanın da ötesinde bu yağmaya izin vermiş olduğunu biliyoruz. Michael Baigent’in “Babil Kehanetleri” adlı yapıtı bu izinlerle yapılan tarih yağmalarını ayrıntılı olarak anlatmaktadır.
Örneğin1844 Mayısında çıkarılan bir fermanla Fransız araştırmacı Botta’ya İmparatorluk topraklarının istediği her yerinde kazı yapma hakkı tanıyordu. O da bu fermana dayanarak Ninova’daki Asur Kütüphanesi ve değerli eserleri nehir yoluyla Basra limanına taşıdıktan sonra 1846’da Fransız savaş gemileriyle Fransa’ya götürdü.
Yine 1846’da benzer bir fermanla İngiliz Layard’a da benzer bir fermanla kazı yapma hakkı ve bulduğu eserleri İngiltere’ye serbestçe götürme yetkisi verilmiş ve bunu başkaları izlemiştir.
![]() |
Kaçak kazılarla tarla haline gelmiş bir alan |
Cumhuriyet döneminde yabancı yağmasına engellemeler getirilip, bu eserlerin önemi kavranmış olsa da, bu kez de yabancıların yerli işbirlikçileriyle sürdürülen yağmaya engel olunamamıştır.
Hatta bu durum daha da kötü olmuştur. Çünkü eserler bir şekilde yine dışarıya kaçırılmıştır. Fakat, önceden yabancı yağmacı bulduğu eserleri dışarı götürse de, kazıyı yapan işin uzmanı ehil kişi olduğundan, eserler tahrip olmadan insanlığın hizmetine girmekteydi. Onun işbirlikçisi yerliler ise, bir eser çıkarmak için en azından on tanesini yok etmektedir.
Bütün bu olanlardan sonra hala “E, ne yapsın devlet,” dediğinizi duyar gibiyim. Fakat devlet her şeyi yapabilir ve yukarda saydığımız olumsuzlukların tümünü de, bir anda ve kolayca ortadan kaldırabilirdi ve hala kaldırabilir.
Örneğin orman yangınları için, bir tane F16 uçağı eksik olsa, 40-50 kadar yangın helikopteri alınabilir ve son yarım asırda kaybettiğimiz orman varlığımızı koruyabilirdik. Ve tek bir F16’nın eksikliği de Türkiye’de bir savunma zafiyeti yaratmazdı.
Bunun gibi, ören yerlerine on bin tane bekçi koymak, 1970 veya 80’li yıllarında bile ülkemiz için önemli bir külfet değildi. Çünkü bırakın bu yıllarda keyfi harcamaları, soygun ve talanı, bu ülkenin seksen sente muhtaç olduğu yıllarda bile, sayıları yüz binleri bulan bankamatik memurları vardı. Biliyorsunuz bunlar görevi ve görev yeri olmayan, aybaşında gidip bankadan, bankamatiği ile maaşını alan memurlardı.
Mademki, zaten bankamatikle bu insanların maaşını ödüyorsun, bulunduğu bölgedeki bir antik kent görev yeri olarak gösterilebilir, “Görevin buranın bekçiliğidir” denilebilirdi.
Her ilde 100 tane antik kent olsa seksen ilde 8000 tane antik kent olur. Haydi olsun da on bin olsun. Her ören yerine bir bekçi koysanız on bin bekçi yapar.
Soruyorum, nüfusu 72 milyonu, gayrisafi milli hasılası trilyonu geçen bir devlette, on bin bekçinin maliyeti nedir. Benzine yapılacak beş kuruş zamdan fazla mıdır? Bir liraya mal edip, dört liraya satılan benzinin beş kuruşunu da geçmişin korunmasına ayıramayan bir devletin geleceği olur mu?
![]() |
Lengüme’den Kurna (Yaka) köyüne girişte oyulmuş kayalar |
Fakat her şeyi devletten beklemeyelim zihniyetiyle, devlet yerine, bu görevlilerin maaşlarının muhtarlıklar tarafından karşılanmasını istemek ise, ipe un sermektir; ya da topu taca atmaktır diye düşünüyorum.
Çünkü köylerde tüm vergi ve gelirler genel idareye yattığından, muhtarların değil harabe bekçisine maaş ödemeleri, devlet ödememiş olsa, köyden kendi maaşlarını bile çıkaramazlar. Bunları devletin ödemesi gerekir ve bu devlet için, değil devede kulak, devede bir tüy bile değildir.
Özellikle günümüz koşullarında milyonlarca insan fakir fukara fonundan para almaktadır. Milyonlarca yeşil kartlı vardır. Bu hizmetler karşılığı bile buraların beklenmesi sağlanabilir.
Örneğin neden Fak-Fuk fonundan para alanlardan birisi de köyde fakir bir aile reisi olmasın. Üstelik verilecek yardım karşılığı harabeyi de bekler. Ya da bu fondan adamın sigortasını yatırırsınız, bununla bile bekçi bulunabilir.
![]() |
Yaka köyüne girişte belki tapınım veya mezar amaçlı olarak, buradaki bütün kayalar benzer biçimde oyulmuş. |
Fakat tabii ki en iyisi, yerel yönetimleri, bu tür karmaşık işlerin içine sokmak ve mevzuatla uğraştırmak yerine, devletin buralara direk kadrolu görevliler atamasıdır. Ve yine iddia ediyorum, bu devlete yük değildir. Devletin birinci derecede görev ve sorumluluğudur.
Böyle durumlarda devlet savunuculuğuna kalkışmak, eminim ki devleti görev ve sorumluluk alanlarından uzaklaştırmakta, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, devlet bu paraları harcamak için, akla hayale gelmeyecek harcama kalemleri icat etmekte, lüks ve israfta sınır tanımamaktadır.
Örneğin devletin bir bakanı için 30-40 bin Avroyu bulan ev kiraları ödediğinden bahsedilmektedir. Bu bir evin kirası bile 100-150 bekçi parası yapar. Bakan da gider normal bir evde oturur. Çünkü bakanlığı bina değil bakan yapacaktır.
Her şeyi devletten beklememek gerekir diyenler bilsinler ki, TC Devletinin gereksiz lüks harcamaları ve israf olan servetle, değil on bin harabe bekçisi, sayısı milyonları bulan görevli daha istihdam edilebilir.
Muhtar ve köy yönetimine ise görevli atandıktan sonra sorumluluk vermek daha yerinde ve doğru bir davranış olur. Diye düşünüyorum.
Saygıdeğer hocam. Endişe ve çabalarınızı takdirle karşılıyorum. Var olunuz. Haddim olmasa da bir noktaya parmak basacağım. İlköğretimdeki çocuklara sanat kültürü aşılamaz, ortaöğretimde sanat tarihi öğretmez veya dersleri lâf ola beri gele kabîlinden geçiştirirseniz bu halktan da, bu devletten de, bu hükümetten de sanata ilgi ve sevgi bekleyemezsiniz. Bırakınız kırsal kesimdeki eserleri; yaşamımız boyunca kentlerdeki eski eserlere 'taş parçası' gözüyle bakan, yol açmak bahanesiyle sanat değerlerini buldozerle ezip geçen ne yöneticiler gördük. Vali, kaymakam, belediye başkanı üçlüsünün iş ve güç birliğiyle bir cahil teknikere 'maili inhidam raporu' verdirerek kubbesi ve mimarisiyle önemli bir sanat eseri olan Bodrum kilisesini bir gece yarısı dinamitlemediler mi? Dinamitin yıkamadığı duvarlar üzerine alelacele çirkin bir 'Halk Eğitim Merkezi' (!) kondurmadılar mı?