Caddenin sonundan dönüşte pek çok insanın girip, ellerinde paketlerle çıktığı bir kapı görünce ben de bir bakayım diye kapısını açınca, buranın bir süpermarket olduğunu gördüm. Param olmadığından hızla gezip çıktım.
Fakat bulvarın başına varınca, düşündüm, ne yiyeceğim. Ekmek olsa neyse ama o da yoktu. Bankanın yanına gelmişim, kartı bir deneyeyim dedim. Kartı kabul etti. Dil İngilizceyi seçtim. Ne kadar para çekeceğimi sordu. Lira karşılığıdır diye 500’e tıkladım ama 500 ruble verdi. Hemen markete dönüp akşam için bir şeyler alıp otele döndüğümde saat dokuza gelmek üzereydi.
![]() |
Terek kıyısında büyük bir park |
Bizim otelci nine benim kaydı yapamamış beni bekliyordu. Ne dediğini anlamadım. Karşı odadaki adamı çağırdı. Adam bana “Abi bu senin adını yazacak, fakat okuyamamış, bu İstambol yazısını ben de okuyamam” dedi. Kadın pasaportta soyadını gösterdi. Ben “Öner” dedim. Adımı söyledim bunları Kiril alfabesiyle yazdı. Abdül, “Ben Dağıstanlıyım. Türkçe bilirik, ama İstambol Türkçesini az anlıyak” dedi.
Abdül’e soracağım şeyler vardı, ama gördüm ki Abdül benim söylediklerimin yüzde ellisini bile anlamıyor, bana anlattıklarının içinde de Türkçe sözcük sayısı yüzde kırkı bulmuyordu. Grozni konusunda tam bir şey anlatamadı. Gerçi önemli de değildi artık, yarın gidip Mirşa’ya sorarım dedim.
Grozni’yi görmesem de olurdu. Ama arkadaşım Yalçın Bey yolun düşerse bizim oralara da bir uğra demişti. Şimdi buraya kadar gelmişken görmeden geçmek olmazdı. Yalçın Beye Grozni’nin fotoğraflarını götürmek istiyordum. Ama yarın sabah Grozni yolunu ararken gün kaybolabilirdi. Onun için planı değiştirdim. Yarın Vladikafkas’ı gezecektim. Gezerken de Grozni’ye gidişi araştıracaktım.
![]() |
Vladikafkas |
Odaya gelip, Tahran’dan bu akşama kadar çektiğim fotoğrafları bilgisayara aktarıp, ülke ve şehirlere göre adlandırırken bir de baktım saat bir olmuş. Sabah devam ederim diyerek bilgisayarı kapatıp yattım.
29 Mayıs Salı sabahı 6.30’da kalkıp 8.30’a kadar fotoğrafları yeniden adlandırıp ayırdım. Bir kahvaltı yapıp, saat 9.00’da yine Mirşa’nın dükkânının bulunduğu bulvardan başladım gezmeye. Hiç durmadan Mirşa’nın dükkana vardım. İki sorunum vardı. Biri telefonum yok, birisi de Grozni’ye hangi avtovakzaldan gideceğim. Önce iki dükkan berisindeki telekomdan bir Rusya hattı aldık. Sonra otogara giden dolmuşun numarasını öğrendik. 8 numaralı dolmuşun son durağı imiş.
Bulvarın sonuna kadar da hızla giderek buradaki köprüye geldim. Gezilecek güzel yerler sağda nehirden taraftaydı. Ama ben önce sol tarafta ne var ne yok diye kısa bir gezinti yaptım. Gözüme ilginç bir kilise ilişti. Oraya çıkıp dolaştım. Ziyaretçileri izledim.
İran’da cami ve türbelerdeki, dualar, yüz veya elini sürmeler, Hıristiyanlarda da hemen hemen aynıydı. Dinler aslında olsa da birbirinin kopyası ve olmasa da birinin diğerinden önemli farkı, ne yazık ki, insanları birbirine karşı ötekileştirmek ve çatıştırmak için kullanılıyordu.
![]() |
Karşı kıyıdaki parkta büyük bir heykel |
Dün akşamüzeri şöyle bir bakıp geri döndüğüm aslanlı köprüye geldim. Benim otelin yanındaki köprünün aslanlarından daha büyüktü aslanları. Nehrin karşı tarafındaki parkta ki devasa heykelin yanından yukarı 500 m kadar yürüyüp geri döndüm. Buradan bir kilometre kadar aşağı indikten sonra, banka gibi bir yere geldim. Banka kapalıydı ama yanda bir yer gösterdiler orada 100 dolar bozdurdum. 3200 Ruple verdiler. Demek ki bir dolar 32 Rupleydi.
Buradan biraz daha ilerlesem bulvara varacağım. Onun için geri dönüp, köprüyü geçip, nehir kenarındaki yaya yolundan aşağı yürüyorum. Yine ilginç bir kilise, komünizmin abidesi görkemli devasa binalar. Fakat içi ve içeriği sıfır; sanki hiç fonksiyonu düşünülmeden dış görünüşü için yapılmışlar.
Buradan 8 nılu dolmuşla otogara gittim. Otogarda yazıhanedeki bayanla anlaşamayınca dışarı çıktım. Yoldan üç polis geçiyordu onları durutup sordum. Gitme işareti yaparak “Dva avtovakzal” diyordum; ama onlarla da anlaşamadım. En sonunda polisin birisi anladı galiba, gel işareti yaptı. Yola çıktık. Dolmuşu durutup beni bindirdi. Şoföre dva avtovakzal dedi.
![]() |
Vladikafkas’tan Kafkas dağlarının görünüşü |
Burada insanlar öylesi içe dönük bir yaşam içinde kendi hayatlarını yaşıyordu ki, bunu herkesin bilip anlaması gerektiğini düşünüyordu. İngilizce, Türkçe gibi başka bir şeylerin olabileceğini anlamaları olanaksızdı.
İnsanlar Türk olsa da, Kazak, Azeri, Türkmen, Çeçen, Mongol ne olursa olsun burada hepsi de Rusçayı bildiğine göre dışarıdan gelen herkesin de Rusçayı bilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.
İki nolu otogara vardığımda, her yer kapalıydı. Üç beş taksi ile iki minübüs vardı. Taksiciler hemen şimdi götürelim diyorlardı. Grozni diyorum Avktobus diyorum… Otobüs yok. Taksi diyor. Anlayabildiğim kadarıyla buradan beni Nazeran diye bir yere götürecekler. Oradan Grozni’ye gitmek çok kolaymış vs.
Otele döndüm. Oteldeki bayan değişmişti. Bu da 50-60 yaş arası ama 120 kilodan az değildi. Abdül’ün aracılığıyla onunla da biraz Grozni’ yarenliği ettikten sonra gidip yemek yiyip çamaşır yıkadım. Sonra da oturup düşündüm. Polisi, memuru, okumuşu öğrencisi veya iş sahibi hiç İngilizce bilene rastlamadım. İngilizceye güvenip gelsem yolda kalacakmışım. Ama Türkçe bilen yine tek tük çıkıyordu.
Ertesi gün erkenden Grozni’ye gittim. Akşam otele döndüğümde oteldeki bayan yine değişmişti. Bu kez 45-50 yaşlarında, daha bakımlı ve tombul bir bayan vardı. Gözleri parlıyor ve boş olmadığı anlaşılıyordu. Onun da benimki kadar İngilizcesi vardı. Nerden gelip nereye gidiyorsun vs. derken ben İran, Azerbaycan, Gürcistan’ı sayınca “Ermenistan” dedi.
![]() |
Vladikafkas |
Ben “No Ermenistan” dedikten sonra, iki işaret parmağımı halka gibi birbirine geçirerek, “Ermenistan Türkiye” kavgalı demek istedim. Yani çatışma içinde gibi bir işaret yaptım.
“I’m an Ermeni; (Ben Ermeni’yim) dedi. Ne diyeceğimi şaşırdım. Burada ben de Ermenilere düşmanmışım gibi bir anlam çıkarabilirdi. Fakat ben bu kıt kanaat İngilizcemle bunu nasıl açıklayabilirdim. Olayın devletlerin arasında olduğunu, halkların ortak bir kültürün ürünü olduğunu anlatmaya çalışıp, odaya çekildim.
Yemekten sonra hem Abdül’ü görmek ve hem de çay için sıcak su almaya tekrar lobiye geldiğimde, Abdül gelmiş televizyon seyrediyordu. Sabah Mahaçkale’ye gidecektim ve hala hangi otogara gideceğimi bilmiyorum. Ayrıca bu minibüslerle gitmek de istemiyorum. Dün Grozni’den Vladikafkas’a dönüşte iki saat yolculuk, Tahrandan Tiflis’e 30 saat yolculuktan daha fazla yordu. Onun için otobüs yoksa trenle gideyim diyordum. Fakat Abdül sanıyorum benim söylediklerimi anlamıyordu, ya da anlatamıyordu.
Sonuç olarak tren ve otobüs yok dedi. Grozni ye gideceksin. Oranın minibüsüyle Hasayurt’a gideceksin. Oradan Kızılyurt’a, oradan da Mahaçkale’ye gideceksin. Şaşırıp kaldım. Yahu bu şehirden şehre geçmek bizde 1960’lı yılların başında vardı. 1965’lerde ise tek otobüsle Antalya’dan Ankara veya İstanbul’a gidilmeye başlamıştı. Burası daha altmışlı yılları mı yaşıyordu?
Ah, İran, ah… İran’ın 30-40 saatlik yollara giden lüks arabaları. Gerçi Gürcistan ve Azerbaycan arabaları da aynı ise de bu ülkelerde uzun yol taşımasını Türk veya İran arabaları yaptığı için oralarda da sorun yoktu.
![]() |
Vladikafkas’ta bulvar |
Ben kadına durumu İngilizce olarak anlattım. O bir yerlere telefon edip Abdül’e anlattı. Ama Abdül bana anlatamayınca kadın bir yere daha telefon edip, telefonu bana verdi.
Telefonda Ermeni bir kadın, Türkçe olarak ne istediğimi sordu. Ben durumu anlattım. Hemen araştırıp geri döneceğini söyledi. Telefonu otelci kadın aldı. Telefonda Türkçe konuşan kadın benim isteğimi ona anlatmış, o da sabah sekizde otobüs olduğunu söylemiş.
![]() |
Terek Nehri |
Kadın telefonu tekrar bana verdi. Telefondaki kadın, “2. Otogarda sabah sekizde Mahaçkale’ye otobüs varmış. Ben söyleyeyim arkadaşıma, sabah 7.30’da sana taksi çağırsın, onunla gidersin. Ayrıca benim telefonumu da versin, bir anlaşma sorunuyla karşılaşırsan Rusya’nın her yerinden beni arayabilirsin” dedi. Biz Abdül’e güvenmiştik, ama sorunu iki ermeni kadın çözdü.
merhaba ben dagistandan tislise gitmeyi dusunuyorum nasil gidebilirim