29
Nisan
2025
Salı
ANASAYFA

Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail

Nasıl ki Şah İsmail’e Osmanlı Tarihi ve Osmanlı politikaları açısından İstanbul’dan baktığınız zaman, ilkel ve batıl dini inanış ve tarikatların emrinde, oyunbozan bir çapulcu hareketi gibi görünüyor veya gösteriliyorsa, emin olun ki, Tebriz’den bakıldığında, Yavuz Sultan Selim de bundan daha iyi görünmüyor ve hatta daha kötü görünüyor bile diyebiliriz. Çünkü onun üzerinde on binlerin belki de yüz binlerin katili damgası da var.

Onun için olaya devletlerin bakış açısından değil de Türk milleti açısından bakıldığı zaman, Şah İsmail daha Türk, daha halk, daha hoşgörülü bir hak ve din anlayışının temsilcisi olarak görünüyor.

Neden daha Türk derseniz, Fars ülkesinde devlet kurduğu halde dili Türkçe… Şiirleri, divanı Türkçe… Yavuz’un ise Anadolu’da atalarının kurduğu Türk devletinde: içinde Türkçenin çok az bulunduğu Osmanlıca konuşuluyor ve Yavuz’un divanı ise Farsça…

Yavuz Sultan Selim (fotoğraf Vikipedia’dan alınmıştır.)
 

Yani Şah diliyle Türk, devlet geleneğiyle Türk, Türkmen’e sahip çıkmasıyla Türk, eski dinsel gelenekle bütünleştirilmiş İslam anlayışıyla Türk… Ordusunda uyguladığı, bozkır savaş taktik ve teknikleriyle Türk…

Düşünün ki Şah İsmail’in askerleri, Çaldıranda ateşli silah kullanmayı, Türkmen’in mertlik ve yiğitlik anlayışıyla bağdaştıramıyor. Tabii ki Köroğlu’nun dediği gibi delik demir (tüfek) icat olduktan sonra mertlik bozulmuştu. Ateşli silaha mertlik sökmüyordu. Gerçi sayıca da çok azdılar, ama savaşı kaybetmesinin en önemli nedeni de ateşli silah kullanmayı ret etmeleriydi.

Diliyle Türk diyoruz, çünkü o yedi ulu ozandan birisidir. Alevilikte adı geçen yedi ulu ozan şunlar. Nesimi, Hatayi (Şah İsmail), Fuzuli, Yemini, Virani, Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet. İşte Şah İsmail bunlardan birisi olarak daima Türkçeyi kullanıp yaşatarak, Türkçenin ve Türk Kültürünün, İran ve Azerbaycan’da bu günlere gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Hatta gezip gördüğüm Azerbaycan Cumhuriyeti ve İran’da, Şah İsmail hala en önde gelen önemli şahsiyetler arasında ilk sıralardaki yerini korumaktadır. Azerbaycan ve İran edebiyatının temel taşlarından sayılmaktadır. Şiirleri herkes tarafından anlaşılmaktadır. Bu yüzden onun şiirlerini bugün biz, Anadolu Türkleri bile rahatlıkla anlayabiliriz. İşte onun şiirlerinden bir dörtlük.

Biz tüccar değiliz alıp satmayız
Erkan Gözetiriz Yoldan Sapmayız
Gönlümüz Ganidir Kibir Tutmayız
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

Baharda Açılır Gonca Gülümüz
Ol Dergaha Doğru Gider Yolumuz
On İki İmam İsmin Okur Dilimiz
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz

Yavuz Sultan Selim de elbette ki büyük bir ozandır. Fakat onun şiirlerini Anadolu Türklerinin anlaması olanaksızdır. Ama İran’daki Farslar onun şiirlerini kesinlikle anlayabilir. Çünkü Yavuz’un şiirleri Farsçadır. Örnek mi istiyorsunuz; işte size Yavuz’un Farsça divanından dokunaklı bir şiir.

Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek
Giryemi füzun eşkımı hun etti felek
Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek

Görüldüğü gibi bugünkü Türkçemizle bunu anlamamız olanaksız. Oysa acı bir aşk hikâyesinin çok güzel bir ifadesi bu şiir. Şöyle ki: Mısır seferi sırasında Yavuz Sultan Selim Şam yakınlarında üç ay kadar kışın geçmesini beklerken, otağını günlük olarak temizleye gelen dünya güzeli genç bir Türkmen kızı Yavuz’a aşık olur.

Tebriz Azerbaycan Müzesindeki bu heykel bana savaşı anımsattı.

Fakat hükümdardan korkusuna aşkını açıklayamaz. “Korkma, derdini söyle” diye huzura çağrıldığında kalbi durup ölür. Yavuz ona yazdığı bu dörtlüğü mezar taşına kazıtır. Yaklaşık anlamı şöyledir.

Bilmem ki felek gözlerime nasıl bir büyü yaptı
Gözümü kan içinde bıraktı, aşkımı artırdı
Benim gücümden aslanlar bile korkup titrerken
Felek beni bir ahu gözlüye esir bıraktı.

Yavuz Sultan Selim’in Şah ile ilgili de çok ilginç bir şiiri vardır. Şiir bölünmüş yerlerinden ve yukarıdan aşağıya okunduğunda da aynı dörtlük ortaya çıkmaktadır. Şiir sanatında bu durumun ilk ve tek olduğu söylenmektedir.

1.) Sanma şahım/ herkesi sen/ sadıkhane / yar olur
2.) Herkesi sen/ dostum sandın/ belki ol/ ağyar olur
3.) Sadıkhane/belki ol/ alemde/ dildar olur
4.) Yar olur/ ağyar olur/ dildar olur/ serdar olur

Örneğin birinci mısradan “Sanma Şahım”, ikinci mısradan “Herkesi sen”, üçüncü mısradan “Sadıkane” ve dördüncü mısradan “Yar olur” sözcüklerini yan yana getirdiğinizde birinci mısra ortaya çıkmaktadır. Yani şiirin soldan sağa okunuşu ile yukarıdan aşağıya okunuşu aynıdır.

Gök Medresenin girişi

Sanıyorum bu arada şiirin dozu fazla kaçtı. Çünkü tabii ki konumuz edebiyat değil. Konumuz Tebriz… Konumuz Şah İsmail’e 1501’de taht sunan, onu bir anda cihan padişahı yapan ve en büyük hazları ona tattıran vefalı, sefalı Tebriz Şehri…

Konumuz verdiğini misliyle geri alan, hayali bile olanaksız acıları tattıran, bir padişahı ağırlarken, bir şahı mat eden, padişah apansız dönerken geri, şahın kendine duyduğu devasa güveni yitiren, vefasız, cefalı Tebriz Şehri.

Fakat unutulmamalıdır ki; Tebriz Sahend Volkanının kollarında bir oyuncak bir salıncak… Bir deprem kuşağı… Hatta Tebriz en güçlü depremlerin kucağı… Gülü seven dikenine katlanacaksa, sefasını süren, gerektiğinde cefasını da göze alacak. Acaba Şah bunları göze almış mıydı?

Çünkü Sahend Volkanın salıncağı Tebriz’in nice depremlerden yerle bir olarak çıkıp, yıkıntılarından yeniden yaratıldığını Şah biliyordu. Tebriz felaketin volkaniği, su baskını, yangını bir yana, Moğol ve Timur depremlerini de yaşamış, kimi zaman Osmanlı, kimi zaman Ruslar çullanmıştı üstüne. İşte Şah bunların hepsini de biliyordu; ama yine de Tebriz’i seviyordu.

Fakat Şah İsmail bu depremden sonra, artık Tebriz’e dönmedi. Yönetimi veliahtlara bırakıp, bir sufi dervişi gibi oradan oraya sürüklendi. Gittiği yerleri, dünyayı ve insanları izledi, sazıyla sözüyle bunları dile getirdi. Ona göre çözüm ehlibeyt yolu ve ehlibeyt sevgisiydi. Katı kalıplar ve dogmalaşmış kurallar, binlerce yıldır bozkırlarda at koşturmuş Türkmen’e göre değildi.

Yayın Tarihi : 22 Haziran 2012 Cuma 00:10:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?