B- ŞAİR HİDAYET KARAKUŞ
Şimdi de gelelim Türkçe öğretmeni ve yazar Hidayet Karakuş’a. Şiir, hikâye, roman, radyo oyunları ve çocuk kitapları yazıyorsunuz. Türk PEN kulüp üyesisiniz ve pek çok edebiyat ödülünün sahibisiniz. Bu durum, Gönen mezunları olarak hepimizi gururlandırıyor. Yazmaya ne zaman ve hangi tür ile başladınız. Bu durum tesadüfen mi oluştu, yoksa geçerli bir gerekçesi var mı?
![]() |
Gönen’de sınıfta kaldığım yıl 1959’da, Kıbrıs konusunda gençler İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de yürüyüşler yapıyorlardı. Biz de radyolardan dinliyorduk. Ben de ulusal bir coşkuyla Kıbrıs’la ilgili halk destanlarını andıran uzun bir şiir yazdım. Şiirimi sınıfın duvar gazetesine koydular. Çok heyecanlandım. O yıl kitap okumaya da başlamıştım. O günden sonra şiir yazmayı sürdürdüm. Cahit Külebi’nin Rüzgâr adlı şiir kitabını da daha birinci sınıfta almıştım. Oradaki şiirler bana hep Anadolu’nun sıcaklığını getirdi. Ben de öyle şiirler yazabileceğimi düşünerek şiiri bırakmadım. Okurken mutlu oluyordum, yazarken mutlu oluyordum. Yaşamım boyunca şiir benim yoldaşım oldu. Sonraki yıllarda Dağlarca’dan, Attila İlhan’dan, Cahit Sıtkı’dan, Nazım Hikmet’ten etkilerle sürdürdüm ama bir zaman geldi ki kendi şiirimi aramaya koyuldum. Özellikle 12 Mart’ın zulmüne karşı farklı bir şiirle karşı durabileceğimi düşündüm. O arayışla sonraki yıllarda çıkan kitaplarımı oluşturan şiirleri yazdım.
Yazarlar her ne kadar yapıtlarında farklı çevrelerde farklı yaşamları yansıtsalar da, tüm eserlerinde kendi yaşantılarından bir parça bulunur ve mutlaka sizin eserlerinizde de yaşadığınız çevre ve olayların etkisi olmuştur diye düşünüyorum. Buna göre bir köy çocuğu olarak dünyaya “Merhaba” demenin ve 1950’li yılların köy koşullarını yaşamanın, yapıtlarınıza etkisi nedir? Kısaca bahsedebilir misiniz?
Bunu şiirlerimde de romanlarımda da yansıttım sanıyorum. Şiirlere geçmişteki yaşantımız bir biçimde sızıyor. Anılar, yaşantılarımızdaki ayrıntılar hiç düşünmediğimiz anda çıkıp geliyor, bir dizede yerini alıyor. Romanlarda belki biraz daha bilinçli bir seçim söz konusu. İlk romanım Yağmurlar Nereye Yağar’da bir ayağı köyde, bir ayağı kentte olan bir aydının yaşamını siyasal çalkantılar içinde vermeye çalışmıştım. Bu, biraz da ailemle birlikte kendi yaşantımdı.
İkinci romanım Uykusu Derin Şehir’de de, son olarak Şeytanminareleri’nde de yaşantımın izdüşümünü bulmak kolaydır. Önemli olan yazarın yaşantısı değil toplumsalla bütünleşen bir yaşamın estetik bir kurgulamayla yazılmasıdır. Ben bunu yapmaya çalıştım.
Edebiyat ve sanata yönelmede, yazarlığa hazırlanma ve yazıya başlamada, yapıtlarınızın konuları ve kurgusunda Gönen’in önemli bir katkısı var mıdır?
Edebi kişiliğinizin oluşmasında Gönen’in etkilerini kısaca açıklayabilir misiniz?
Gönen olmasaydı ben nerede olurdum şimdi kim bilir? Belki Almanya’da işçi olurdum. Belki köyde üç parça toprağın peşinde çırpınıp dururdum. Belki büyük bir kente göçer, gecekondularda yaşardım. Bilemem ama Gönen’in bizi yoktan var ettiğini söylemiştim zaten.
Edebiyatı Gönen’de öğrendim, sevdim. Okul kütüphanesi okulum kadar önemli bir okuldu benim için. Pek çok klasik romanı, öyküyü, oyunu oradan okudum. Elbette Türkçe, edebiyat öğretmenlerimiz Ertuğrul Atlet’in, Nurettin Ergen’in, Özbek İncebayraktar’ın benim okumaya, yazmaya yönelmemde büyük etkileri vardır.
Okul gazetesini çıkaran kültür edebiyat kolunun iyi çalışması, gazete sayfalarında şiirlerimize, yazılarımıza yer vermesi, bu arada Isparta Yeni İnkılap gazetesinin babacan yöneticilerinin yazılarımızı, şiirlerimizi basması bizim edebiyatla bağımızı güçlendirmiştir. Söz gelimi Sami Hamamcı’yla ikimiz Yeni İnkılap’a Gönen’den şiirler, yazılar yollayan iki öğrenciydik. Dahası Yeni İnkılap’ın kendinden görevli ‘muhabir’leriydik. Telefonla konuşabilmek için okul gecelerini bile haber yapardık. Isparta’ya indikçe de gazetenin yazıhanesinde Ispartalı arkadaşlarla buluşup ülkenin gündemini konuşuyorduk. Bütün bunların bizim yazıya bağlanmamıza önemli etkileri oldu. Sami de bugün şiiri sürdürüyor. Kitaplar çıkarıyor.
Yazmaya pek çok insan gibi, siz de şiirle başlamışsınız. Her insanın hayatında en az bir şiir yazma denemesinde bulunduğu söylenir. Fakat herkes yazmaya şiirle başlasa da, ilerde yazarlığı meslek edinenler, genellikle belli bir tür seçip, o alanda ilerlerler. Yani birkaç türü birlikte götüren yazar azdır. Oysa siz şiiri diğer türlerle beraber başarıyla götürüyorsunuz. Şiire tutkunuz ve şiir kitaplarınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?
İlk kitabım Günaydın Gül Yaprağı, 1979’da İzmir’de çıktı. Kendi olanaklarımla bastırdım. Okul ve Yeni İnkılap gazetesi’nden sonra Konya Eğitim Enstitüsü’ndeyken bir edebiyat dergisi olarak Feyzi Halıcı’nın Çağrı dergisinde çıkmıştı ilk şiirim. Sonradan artık hep dergilere yolladım şiirlerimi. Bu arada Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciyken Yeni Konya gazetesinin açtığı şiir yarışmasında Yeşilciye Şiir’le birinci olmuştum.
Böylece şiirde ilk ödülümü kazandım. Sonra Ilgaz’da, Adana’da çıkan Şölen’de, İmece’de, Hasan Hüseyin’in yayımlandığı Forum’da, Varlık’ta, Dönemeç’te, Somut’ta, Hürriyet Gösteri’de, Sanat Olayı’nda… şiirlerim çıktı ilerleyen yıllarda.
Şiir, tam anlamıyla gece gündüz yoldaşımdı; şimdi de yoldaşımdır.
1965’ten 1979’a değin dergilerde çıkan şiirlerimden seçtiğim on altı şiirle yayımladım Günaydın Gül Yaprağı’nı. Kitabımla ilgili en güzel mektubu Behçet Necatigil yazdı bana. Kendisine kitabı yolladıktan dokuz gün sonra geldi mektubu. Çok sevindim, doğru bir iş yaptığımı anladım o zaman. Derken 1982’de Yaşar miraç’ın Yeni Türkü Yayınları Kemeraltı Şiirleri’ni bastı. O yıllarda çok şiir yazıyordum. 12 Eylül’ün acıları dalga dalga beynimize vuruyordu. Üçüncü şiir kitabım Hangi Leylasın Sen’i dosya olarak hazırlamıştım. Nevzat Üstün Şiir Ödülü’ne gönderdim. Şükran Kurdakul’un Bir Yürekten Bir Yaşamdan adlı kitabı ödülü kazanırken Hangi Leylasın Sen başarı ödülünü aldı.
1983’ten sonra radyo oyunlarına yöneldimse de bir yandan da şiiri sürdürüyordum. Yine aynı yıllarda Uykusu Derin Şehir’i yazıyordum. O yıllarda yazdığım şiirleri Sesini Bana Bırak’ta topladım. Dosya olarak Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü kazandı dosyam. Buradaki şiirlerin belki hem radyo oyunlarına, hem romana, hem çocuk kitaplarına bölünmekten gelen bir zamansızlıkla az olduğunu ama yoğun imgelerle yazıldığı belirtmeliyim.
Sivas Cankıyımı’ndan sonra 1995’te Ateş Mektupları’nı, 1998’de Konuş Benimle’yi 2003’te Sıcak Sancı’yı yayımladım. Hepsi bir önceki kitaptan daha farklı sesler, izlekler işleyen kitaplardı bana göre. Şimdi de şiir olarak hazır olan Özel Coğrafya Dersleri’nin çıkmasını bekliyorum.
İnternetle beraber bir şiir enflasyonu ve buna bağlı olarak bir yozlaşma, basitleşme, kalite düşüşü yaşandığı ve bunun şiir için bir sıradanlaşma olduğu ileri sürülmektedir. Fakat bir yandan da şiirin daha geniş kitlelere yayıldığı, insanları sanatın içinde tutmanın toplumsal olarak kazanç olduğu ve zaman içinde bunların içinden iyi şiir ve şairlerin de çıkabileceği düşüncesiyle, bir kazanım olarak da değerlendirilmektedir. Siz bu olaya ve ülkemizde şiirin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?
Bilgisunardaki şiir sitelerinin olumlu yanları da olumsuz yanları da var doğal olarak. Bu kaçınılmaz bir süreçtir. Şiir sitelerini kuranlar, toplumun içinde kendilerini gösterememiş, çoğu kez yeterli birikimden yoksun şiirseverlerdir. Gördüğüm kadarıyla yöntemleri basittir: Ünlü şairlerin şiirleriyle birlikte kendi şiirlerini de siteye koyarak okunmak istiyorlar. Şair sayılmak istiyorlar. Bu bana çocukça geliyor. Arabesk, kurnazca bir çaba bu bence.
Şiir için ömrünü vermiş, Türk şiirinin belkemiğini oluşturan şairlerle aynı düzlemde görünmek, belki hoşlarına gidiyor ama şiirlerinin niteliğini değiştirmiyor. Ancak o sitelere girenler, şiirleri okudukça iyi şiirle kötü şiiri de zamanla ayıracaktır. Sanırım sizin dediğiniz kazanç da bu olacak.
Eskiden şairler şiirlerini dergilere gönderir, yayımlanmasını beklerlerdi. Yayımlanmayınca yeniden yeniden yazarlar, daha çok okurlar, şiirin ne olup olmadığına kafa yorarak kendilerini yeniden yaratmaya çalışırlardı. Şimdi dergilerde şiirleri yayımlanmayınca iki üç kafadar bir araya geliyor, bir dergi çıkarıyor ya da bir site kuruyor, şiirlerini yayımlıyorlar. Kim bilir belki böylesi daha demokratik gibi görünüyor ama şiiri şiir yapan demokrasi değil kendi varlığının özgül ağırlığıdır.
Türk şiiri bu bağlamda gelişir mi? Gelişir elbette. Bir gün şiirle uçtuklarını sanarak yavan şiir yazanlar eleneceklerdir. Gerçek şiir kalacaktır yarına. Türk şiirinin geçmişten getirdiği büyük birikimin gücü, bunları silkeleyip temizleyecektir.