16
Haziran
2025
Pazertesi
KİTAP

'KİTAPSIZ' YAŞANMAZ KULÜBÜ

20  milyonluk İstanbul'da üç kişiler... İkisi kardeş, diğeri arkadaşları... Onları ayda bir kez buluşup, saatlerce uzattıkları sohbet koridorlarına çeken neden ise kitaplar...

Etiler'de bir kafede sıradan bir akşamüstü. İki erkekle bir kadın, sıradan olmadığı her hallerinden belli olan bir sohbete dalmış. Sadece arada sırada ellerindeki kâğıtları bakıyorlar. Hemingway, Andre Gide, George Orwell, Orhan Pamuk gibi yazarların adı, kitaplarındaki kahramanları, olaylar duyuluyor konuşmalarından... Vücut dillerinin rahatlığına bakılırsa, birbirlerini iyi tanıyorlar. Kadın sakin, ama kontrollü. Sanki daha çok gözleriyle konuşup, ortamın nemini alır gibi. Olur da yanındaki iki erkek, kendini tutamayıp, patlarsa, hemen yatıştırmaya hazır sanki... Bu alışılmadık grup, edebiyat tüneline birlikte dalıp, kitaba olan meraklarını paylaşmayı seçen bir üçlü. Ayda bir kez buluşuyorlar, önceden seçip, notlar aldıkları kitabı tartışıp, bir de birbirlerinin gözünden anlamaya çalışmanın ayrıcalığını yaşıyorlar. İki yıldır, her ay tekrarlanıyor bu keyifli ve tadına doyulmaz edebi ritüel.

SEN NİYE ÇOK OKURSUN?

Grubun en büyüğü ve 'gerçekten' ağabeyi Metin Aktay, Robert Kolej, Boğaziçi Üniversitesi, Manchester Üniversitesi'nde makine mühendisliği masterı, ardından Harvard'da MBA... Bu listeden de anlaşılabileceği gibi uzun bir eğitim hayatının ardından makine mühendisliği, finans danışmanlığı yapıyor. Nişantaşı'nda geçen çocukluğundan bu yana da iflah olmaz bir kitap kurdu. Kardeşi Aydın Aktay da eğitimde ağabeyinin izinden gidiyor; Robert Kolej, Boğaziçi... Önce '68 sonra 70'li yıllar ortamında, tabii ki biraz siyaset de girer işin içine ama sporu hiç ihmal etmez. Hatta milli forma giyer. Bankacılık alanında çalışırken zirve yapar, sonra "Zirvedeyken ayrılmak güzeldir," der. Şimdi, 54 yaşında, "Gerçekten merak ediyorum, sen niye çocukken 'Hadi futbol oynayalım,' dediğimde, başını okuduğun kitaptan kaldırmazdın? Niye bu kadar çok okuyorsun?'' diye sorgulayacak kadar ağabeyine hayran. Aktay kardeşler, İstanbul'da iki şubesi olan All Sports Cafe'nin de ortakları...

Bu iki sivri mi sivri kardeşin arasındaki Elmas Genç ise İstanbul Üniversitesi'nde ekonomi eğitiminin ardından finans sektöründe çalışıp, sonra yaşam koçluğu yapmaya başlayan ve arkadaşlarının ifadesiyle "Sözünü sakınmayan bir Karadeniz kızı, ama aynı zamanda bizim kendimizi tutamayıp kavga etmemize mani olacak kadar uzlaştırıcı." Aydın Aktay, "Başka türlü bir şey bizim aramızdaki," diye ortaya bir söz atıyor, biz de onlardan bu farkı anlatmalarını istiyoruz.

TÜRK YAZARLARIN ANLATACAKLARI VAR

Bizde hafif bir ukalalık var. Amerika'da yaşamanın, İngilizce Fransızca bilmenin getirdiği bir şey bu. Eğitim hayatımın getirdiği snob'luk içinde yabancı yazarları, özellikle Rus yazarları takip ederken, son yıllarda Türk yazarların kitapları çok hoşuma gidiyor. Bir kitapçıya girince 10 tane yabancı yazarın yanında, okuması çok keyifli genç kadın yazarlar görüyorum. Benim gençliğimde bir tek Sevgi Soysal vardı. Realist, gerçekleri çok açık yazan bir tek o vardı. Şimdi kadınlar çok rahat patır patır yazıyorlar, bayılıyorum onları okumaya. Hande Altaylı'nın Maraz, Yazgülü Aldoğan'ın Kiralık Adam kitabını aldım en son. Son zamanlarda hayatta olduğumuz yerle, Türkiye'de yaşamanın kabullenirliliğiyle Türk yazarları okumak keyifli oluyor. İnsanların aynı şeyleri tekrarlamalarından da sıkıldım.
- M.A: Yazmak için iğne ve acı lazım. Batı'da giderek yazar kalmıyor. Pulitzer, The Man Booker gibi kitap ödüllerini kazananlar arasından yazar çıkmıyor. Çok nadir Arundhati Roy, Salman Rushdie çıkıyor. Çünkü o memleketlerde yazılacak konu yok. Ama bizde var. Şimdi Türk yazarlar canlılar, Orhan Pamuk Nobel alıyor. Birisini okuyacaksam, bana kendini anlatsın. Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk'un kendisidir. Apartmanı, ailesi...

Metin Aktay: Nişantaşı'nın sosyete değil, kültür dükalığı içinde büyüdük. Orhan Pamuk çocukluk ve okul arkadaşımız. Babam doktor, annem beş dil bilen, sonradan simultane tercüman olan bir evhanımı. Çok okurlardı. Andre Gide, Kemal Tahir, Bekir Yıldız'ın kitapları zaten evimizdeydi. Ben de Nişantaşı'ndaki kitapçıdan sürekli kitap alırdım. Ben niye mi kitap okuyorum? Esrar çekmek gibi bir şey. Felsefe, biyografi kitapları, kendini anlatan yazarları seviyorum. Bir kitap ya hakikaten kendini anlatsın ya da bambaşka bir açılım getirsin bana.
- Aydın Aktay: Gerçek hayatta kitap okumaktan bahsediyorsanız, benim hayatımda Metin'dir. Adeta yarışma gibi okuyan anne ve babanın arkasından kendi merakımızı da ekledik. Ben top peşinde koşarken, ağabeyim kitap okurdu. Metin, kitabı bilmekle okumak arasındaki farkı kanıtlar. Ben o kadar düşkün değilim. 13 yaşında sarılık oldum, annem "Maalesef 15 gün yatacaksın," dedi ve "Bunu oku," diyerek, Durgun Akardı Don kitabını koydu yatağıma. Rus edebiyatına âşık oldum. Robert Kolej'de 1968/69'larda çok ağır kitaplar okuturlardı. Yazın okuma kitapları verirlerdi, mecburdunuz okumaya. Bir de ailede var. Ben duygusal bir okuyucuyum. Üç ay hiçbir şey okumam, üç ay çok yoğun okurum. Bir Amin Maalouf kitabı okuyup, beğenince bütün kitaplarını okurum, Irwin Yalom'a taptım, bütün kitaplarını okudum.

- Elmas Genç: Kitap okumak benim için çocukluktan gelen bir şey değil. Ben daha çok oyuncuydum. Oyun oynamaktan kitap okumaya da ders çalışmaya da vaktim kalmıyordu. Devamlı kitap okunan bir evde de büyümedim. 2000'den sonra meraklı bir okuyucu oldum. Bir kitaba başladığımda 10 saat ara vermeden, bitirmeden kalkmıyorum. Kitapla aramdaki aşk geç başladı.

BULUŞMALAR NASIL BAŞLADI?

- A.A: En büyüğümüz ve en çok kitap okuyanımız Metin olduğu halde bir genelleme yapmak doğru değil. Üç değişik okurla karşı karşıyasınız. Elmas'ı insan olarak, buradaki sohbetlerden çok seviyordum. Metin'le Elmas'ı ben tanıştırdım. Daha doğrusu, referans verdim. Önce filmler ve kitaplar üzerine sohbetlere başladık. Bence yaşımızın, kafamızın ortak taraflarının bizi çok rahat konuşmaya itmesinin ötesinde, paylaşma olayı çok keyiflendiriyor. İlk MirrorMask (Aynalı Maske) ve Cennetin Müziği filmiyle başladık paylaşmaya, sonra kitaplarla devam ettik.

- M.A: Burada çok insanla tanışıyoruz. Sonra ayıklama oluyor.

- E.G: Ben buraya müşteri olarak gidip gelmeye başladım, önce Aydın'la arkadaş olduk. Havadan sudan sohbetlerimize "Hangi filmi izledin? Ne okudun?"u da ekledik. Konuşurken o kadar keyif aldık ki sohbetler arasında özellikle Metin'le bize açılımları getirsin diye aynı kitabı, ayrı ayrı okuyup, kitaptan ne aldık diye konuşmaya başladık. İlk aylarda Ayşe Kulin'in Umut, Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'ni okuduk.

ELMAS, ARAMIZDA MODERATÖR

- A.A: Biz Metin'le çok konuşuruz, Elmas da bizim kadar çok konuştuğu halde beraber konuşması çok keyifli bir insan. Grubun moderatörü gibi... Onun varlığı, yumuşaklığı bir aile havasına sokuyor ortamı. Biz Metin'le kedi köpek gibiyizdir aslında. Ama bir gün Elif Şafak'ın Bit Palas'ını okudum, kafeye geldim, kitaptaki o kuaför iki kardeş için "Cemal'le Celal'i nasıl güzel yazmış?" dedim. Metin, "Sen ne diyorsun... Bence de..." diye tamamladı. O keyfi paylaşmak herkesle olmuyor.

- E.G: Biz kitabı konuşmuyoruz, yaşıyoruz. Buluşmalar çok keyifli geçiyor. İnsanlar çabuk kayboluyorlar, çünkü niye bir araya geldiklerini unutuyorlar. Birisinin onlara niye bir araya geldiklerini, amaçlarını hatırlatması gerekiyor. Biz bunu yapabiliyoruz. Amacı unutmuyoruz.

- M.A: Görüş ayrılıkları zevkle anlatılıyor, konsessüs sağlanma isteği hiç yok.

A.A: Ben kendimi buluyorum onlarda. Metin'in bilgisine, Elmas'ın da paylaşımcı becerisine müthiş hürmetim var. Kitaplarda bulduğum detayları bu grupla paylaşmaktan büyük zevk alıyorum. Ama herkeste bu kapasite yok. İnsanların birbirine paylaşımcı güveni duyması Türkiye'de zaman alıyor. O güveni duyup da belli zamanlarda buluşup o kitabı tartışır hale gelebilmek kolay değil. Çevremizde o kadar çok okumadan konuşan var ki. Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'nde kahraman, Çukurcuma'da kızın evine gidiyor. Kız, parmağında oynatıyor bunu. Buraya geldiğimde, ilk söylediğim "Adam aşkı yaşıyor, ama kendi için yaşıyor," oldu. Onların da ilk söylediği buydu. Birisi şöyle bir dirsek teması yapıp, "Ben de öyle gördüm," desin, yeter. Bu çok büyük bir keyif...

- M.A: Körlerin fil tarifi gibi. 10 körün ortasına fili koymuşlar, biri bacağını, biri kulağını, biri hortumunu fark edip bir şeyler söylemiş. Hepsi iletişirse fil ortaya çıkıyor. Biz de okurken hepsini birden göremiyoruz. Bir araya geldiğimizde ben "Bacak buldum," o "Hortum buldum," diyor. Öyle, böyle derken iyi kötü bir fil görüyoruz. Detayları birbirimizin gözünden yakalıyoruz. Çıplaklık da çok önemli bizim için. Biz çıplağız.

- E.G: Önce kitaba karar veriyoruz. Okuduktan sonra mesajlarla buluşma tarihini belirliyoruz. Evde metinleri yazıp, ön çalışma yapıyoruz. Birbirimize, kitaba, hikâyelerimize sorumluyuz, onun için de bir çalışma yapıyoruz.

- M.A: Mühendis kafayla hedefsiz hareket edemiyorum. İlk konuşan, diğerini etkilemiş oluyor, öbürü farklı konuşuyor. O yüzden yazarak gelmeyi önerdim. Birinci koşul çalışmış olmak. Kitapla başlıyoruz, kitabın karakterlerini konuşuyoruz, o sohbet içinde de farklı konulara gidiyoruz.

Figen Yanık - Sabah
Yayın Tarihi : 1 Haziran 2009 Pazartesi 17:35:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?