1
Mayıs
2025
Perşembe
KİTAP

YAZDIKLARIM, KADINLARIN SEVİŞMESİNİ KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN

Gazeteci Yasemin Arpa, usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca ile 1991-92 arasında yaptıkları söyleşilerini, şaire verdiği söze sadık kalarak ölümünden bir yıl sonra yayımlıyor. Söz Kuşlarından Kalan Parıltı adlı kitapta, Dağlarca'nın kadınlar, aşk ve şairler hakkındaki yorumları çok konuşulacak...

Henüz 24 yaşında, Erol Simavi Özel İletişim ve Eğitim Merkezi'nde gazetecilik eğitimi alırken tanıştığı Fazıl Hüsnü Dağlarca, "Siz bana Mısır tanrıçalarını anımsatıyorsunuz,'' der ve ayrılırken ona telefon numarasını verir: "Beni arayın." İlk buluşmaları da bir cuma öğle saatlerinde olur ve tam bir yıl düzenli olarak sürer. Gazeteci Yasemin Arpa, geçen yıl 95 yaşında kaybettiğimiz Dağlarca ile 1991-1992 arasında yaptıkları sohbetleri, şaire verdiği sözü tutarak, ölümünden sonra yayımlıyor. "Ben çok kız çocuğuna âşık oldum. Onlarda hem çocuk hem de hanım tadı var," şeklindeki bazı sözlerinin yaşarken tepki görmesinden çekinen Dağlarca, söyleşilerinin ölümünden sonra yayımlanmasını kendisi istemiş. Dağlarca, Kırmızı Yayınları'ndan çıkacak kitabın adını da kendisi koymuş: Söz Kuşlarından Kalan Parıltı... Kadıköy'de Baylan Pastanesi, Moda'da Koço Lokantası, çay bahçesi gibi şairin sevdiği mekânlarda gerçekleştirilen bu sohbetleri okurken Dağlarca'nın nasıl bir imge ve dil ustası olduğunu anlamakla kalmıyor, gözlerindeki parıltıyı, çocuksu neşesini, şen kahkahalarını hissedebiliyorsunuz...

- 18 yıl nerede saklamayı başardınız bu notları?
- Hiç kolay olmadı. Her ev değişikliğinde, hatta İstanbul'da uzunca süre deprem korkusu yaşarken, 'Deprem olursa nasıl saklayacağım? Bilgisayara kaydetsem, bir kopyası olsun, evde şurada saklamalıyım,' diye yıllarca baskı hissettim üstümde.

- Buluşmalardan bir gece önce heyecandan uyuyabiliyor muydunuz?
- Belki yaşın verdiği cesaret, belki de bana tanıdığı hoşgörüyle çok heyecanlanmazdım. Onun beni çaktırmadan şımartmasının verdiği özgüvenle kendimi denetlemezdim, çok rahattım.

BEN BÜYÜK ŞAİRİM DUYGUSU YARATMAZDI
- Aranızdaki 53 yaş farka, bir şair olarak konumlandığı yere rağmen, yanında rahat mıydınız?
- Takvim dışı bir yaşıtlık doğmuştu aramızda. Evet, çok farklı kuşaklardandık, ben şiiri seven biri, o şiirin, Türkçenin doruklarında bir şair ama onunla ilgili bir şiir yazmıştım ve onu Dağlarca'ya okuyabildim. Ne cüretmiş, ne cesaretmiş. O da şiirin üzerinde düzeltmeler yaptı, 'Öyle değil, böyle de yazılabilir, daha iyi olur,' demişti. 'Ben büyük şairim,' duygusu yaratmadan, aynı yaşa inebilerek zaman zaman hüzünlenip, çoğu zaman çocuk gibi neşelenerek vakit geçiriyorduk. Bir çocuğun aklına gelebilecek hınzırlıklar gelirdi onun aklına...

- Hep böyle çocuksu, coşkulu muydu yanınızda?
- Evet öyleydi, çok da şaşırtıcıydı. Bazen sözün devamını dinlemek istemiyordu. Örneğin, 'Bir kadının gözlerine baktığımda onun bütün odalarını görürüm,' derdi, 'Yatak odası, mutfağı, oturma odası...' Ya da 'Bir yaprağın sallanışından onun kaçıncı kez sallandığını hissederim,' derdi. Gerçekten bunun Dağlarca tarafından bilinebilir bir şey olduğunu o kadar hisseder, inanırdım ki.

- Herkese karşı bu kadar hoşgörülü olmadığını biliyoruz...
- Çünkü herkes Dağlarca'yı zor yanlarıyla tanır. İnsanlarla çok uzun sulh dönemleri kuramayan biriydi. Daha ziyade çok stresi olan, kolay vazgeçebilen, set çekebilen, 'Ben şairim,' diyenlerin yanına çok rahat yaklaşamadığı biriydi.

- İlk tanışmada sizi Mısır tanrıçalarına benzetmiş. Bir kadın olarak sizden hoşlanmış olduğunu hissettiniz mi?
- Hiç öyle düşünmedim. Öyle olsa bile bu o kadar naif ve şiirsel ki. Ama insanlar birbirlerine bu kadar zaman ayırıyorsa, birbirlerinden hoşlandıkları, birbirlerini anladıklarını zannettikleri içindir herhalde.

- Sizi birbirinize çeken neydi sizce?
- Bizi ilk tanışmamızda çeken şey, Dağlarca'nın feminist damarıma basmasıydı. 'Kadınlar erkeklerden daha az yaratıcı, onlardan daha az şair, heykeltıraş oluyor,' gibi sözleri beni rahatsız etti. Arada koşarak yanına gittim, feminist çıkışlar yaptım. Ama kadınları doğaya daha yakın oldukları ve doğurganlıkları nedeniyle erkeklerden üstün tuttuğunu biliyorum.

- Kadınları seviyor muydu?
- Kadınları sevmeyen bir şairin o şiirleri yazabileceğini sanmıyorum. Çünkü 'Sözcükleri tartıyordu tanrım, sevmek en ağır gelince şaştı,' şiirinden daha güzel bir şey gönderemez insan.

- Neler yerdi Baylan'da?
- Baylan'da kup griyeyi, badem ezmesini çok severdi. Bana da 'Canının istediği her şeyi o anda ye,' derdi. Koço'da da hem balık yiyip hem de keyifli bir sohbet yapmıştık.

KİTAPTAN...
Dağlarca, dergide yayımlanan şu bölüm nedeniyle bir yakınından tepki aldığını söyleyerek, söyleşilerimizin ölümünden sonra yayımlanmasını istedi: "Ben çok kız çocuğuna âşık oldum. Onlarda hem çocuk hem de hanım tadı var. Çünkü onlar her şeyin yabancısı. Hiçbir şeyi yorumlayamıyorlar. Asıl aşk onlarda. Bir kız çocuğu gördüm, memelerini duvara sürtmekten haz duyuyordu. Badanalı duvara!.. Hem de çırılçıplak!.."

Dağlarca, "Eğer herhangi bir nedenle bu çalışmamız yarıda kalırsa, adı. 'Yarıda Kalan' olsun," dedi. Zaten hiçbir şeyin tamamlanamadığını ekledi ardından. Dağlarca, bu söyleşilerin daha sonra 'Söz Kuşlarından Kalan Parıltı' başlığı altında yayımlanması önerisinde bulundu. Ben böylesi sözlerden hoşlanmıyordum. Kendisine hissettirdim. O da gönlümü alırcasına aniden konuyu değiştirdi ama az sonra söz yine ölüme gelmişti. Bu kez ölümü biraz daha ti'ye alarak, "Ben ölünce mezarımın başında her hafta iki şişe rakı döksünler," dedi. İçmeyi çok seviyordu. "İçki, insanın üçüncü gözüdür," diyordu.

"İyi şiirlerime cinsel eğilimlerim var. Çünkü güzel yahu... Başka türlü güzel. Onun fiziği de kimyası da her şeyi de var. Soyutluğun ta kendisi. İdeal. İdeal kadın. İşte o kadınla evlenilir. Zaten evli değilsen onunla. Şiirler başka bir yaşamada olmasalar benim yaşamama böylesine karışamazlardı."

Yasemin: Dağlarca, yaşamadığı şeyleri yazabilir mi?
Dağlarca: Ben bin tane aşk şiiri yazdım hiç ölmeden. Ozan aktöre benzer, her şiirde ayrı bir yüz.

Dağlarca, Erol Simavi Özel İletişim ve Eğitim Merkezi'ndeki derste, Nâzım'ın şiiri için şu değerlendirmeyi yapmıştı: 1- Şiiri Türk değil, 2- Türkçeyi izlememiş ve uygulamamış, 3- İmge yok. Dağlarca, Nâzım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları kitabıyla ilgili olarak da şu eleştiriyi yaptı: "İnsanın manzarası olmaz. 'İnsancıklar' dese daha iyiydi."

NEZAKET GÖSTERİSİNDE BULUNMAZDI
- Söyleşilerde şairleri acımasızca eleştiriyor. Nâzım Hikmet için 'Türkçeyi izlememiş, imge yok,' ya da Cemal Süreya için 'Erdoğan Alkan da yazdı, şiiri Fransızcadan çalıntıymış, keşke eleştirmen olsaydı,' diyor. Kendine karşı da bu kadar acımasız mıydı?

- Evet. Son görüşmemizde 93 yaşındaydı; yaşamayı, şiirini biraz daha Türkçeleştirmek için zaman tanınması için istiyordu. Çünkü dilin eskimesinden, şiire çok şey kaybettirdiğinden yakınan Ahmet Haşim'i, Yahya Kemal'i iyi şair olarak değerlendiriyordu ama bugün artık anlaşılmaz olmalarını büyük handikap olarak görürdü. Bana da 'Mutlaka sözcüklerini yenile,' derdi.

- Şairin sivriliklerine tanık oldunuz mu hiç?
- Bir gün Baylan Pastanesi'nde sohbet ederken, depremde kaybettiğimiz, Dağlarca ile tanışmayı çok isteyen resim öğretmeni bir arkadaşım da yanımızdaydı. Keyifle gülüyoruz. Yan masada orta yaşın üzerinde bir hanımefendi, onun dizelerini okumaya başladı ve 'Ne kadar güzel sohbet ediyorsunuz, keşke ben de katılabilseydim,' dedi. Dağlarca hafif bir kaykıldı, baktı, döndü, 'Yasemin yazar mısın?' dedi ve 'Çoğu yerde evlenmiştir sözcüklerim, sevdiklerimle değil, sevmediklerimle,' dedi. Hiç öyle nezaket gösterisinde bulunmak zorunda hissetmiyordu kendini.

- Onu hiç 'Ayıp olmuyor mu?' diye uyarmaya cesaret eder miydiniz?
- Evet. Çünkü en yoğun anlarda bile etrafındaki hareketleri izlerdi. Gözü hoş bir genç kıza takıldığında, 'Dağlarca lütfen önünüze döner misiniz?' derdim. O da 'Malzeme topluyorum,' derdi.

- Çapkın mıydı?
- Göz çapkınıydı.

- Bir gece telefon edip, 'Bu şiiri size yazdım,' diyor ve bir şiir okuyor, siz de 'Dağlarca beni sevişmeye teşvik ediyorsunuz,' diyorsunuz... O ne yanıt verdi buna?
- Evet, o da 'Benim bütün yazdıklarım kadınların sevişmesini kolaylaştırmak için,' demişti.

- Sohbetlerinizin ilerde kitaba dönüşmesini o mu istedi?
- Bir kitap olsun diye yola çıkmadık. Teybi bir ya da iki konuşmamızda kullandık. Kontrol edilebilir bir şey olmadığı için bundan çok hazzetmezdi. Sözcüklerin yanlış anlaşılmasından çekinirdi. Doğaçlama giden o söyleşileri kâğıda döktüğümde, virgülünden noktasına kadar dönüp kontrolünü yapardık. Tempo'da muhabir olarak çalışmaya başlayıp, 'Söyleşinin birkaç sayfalık bölümünü yayımlayalım,' dedikten sonra kitap düşüncesi oluştu.

- Size iltifat eder miydi?
- Hoşuma giden tanımlamaları oluyordu. 'Gençliğimde çirkin kadınların ellerini bile sıkmazdım,' derdi mesela. Ama bundan beni genç bir kadın olarak beğendiği sonucunu asla çıkarmadım, hâlâ da çıkarmam. Bazı konular aramızda gizli bir anlaşma gibiydi.

Figen Yanık - Sabah
Yayın Tarihi : 18 Ekim 2009 Pazar 21:03:50


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?