Geçenlerde Ali Pektaş aradı; 2008 sona eriyor 'Yahya Kemal yılı' sizce nasıl geçti diye sordu, önemli ve çetin bir soruydu. Yahya Kemal yılı elbette iyi niyetle ilân edildi.
Gerçekleştirilen toplantılar, söyleşiler, tek tük televizyon programı; peki ama sonrası?
Beşir Ayvazoğlu'nun değerli eseri Yahya Kemal "Eve Dönen Adam" / Ansiklopedik Biyografi'nin Kapı Yayınları'nca okurla yeniden buluşturulması, Yahya Kemal yılının en önemli kazancı oldu. Ali Pektaş'a söyledim. İtiraf edeyim ki, Ali Çolak'tan ödünç alarak. Çünkü Çolak, bir yazısında özellikle vurgulamıştı.
Üç dört gündür Yahya Kemal'in imzasını taşıyan kitapları, eski ve yeni basımlar, karıştırıp duruyorum. Bu kitapları 1960 sonrasında edinmeye başlamıştım, o on yılın iyice sonlarında. Meselâ, Yahya Kemal Enstitüsü'nün yayını Kendi Gök Kubbemiz'i 1967'de; kurşunkalemle tarih düşmüşüm: "3. 4. 1967". Sonra Bakanlık yayını Kendi Gök Kubbemiz'i edinmişim, Yapı Kredi Yayınları'nınki, derken İstanbul Fetih Cemiyeti'nin yayını.
Karmakarışık kitaplığımda iki ayrı basım Eğil Dağlar nasılsa yan yana duruyordu. İlki, Devlet Kitapları'nın "1000 Temel Eser" dizisinden, 1970 tarihli. (Süleyman Demirel başbakanmış.) Nihad Sami Banarlı, yazdığı önsözde, "Eğil Dağlar, İstiklâl Harbi'nin, günü gününe yazılmış, en yakın tarihidir" diyor.
Eğil Dağlar'ın öteki basımı, 2007 tarihli; İstanbul Fetih Cemiyeti'nden. Bu kez önsözü Kâzım Yetiş yazmış. Kâzım Yetiş şu bilgiyi veriyor:
"Yahya Kemal'in, İstiklâl Harbi yıllarında ne kadar isabetli düşüncelere sahip olduğunu gösteren bu yazıların, Millî Mücadele'nin lideri Gâzi Mustafa Kemal Paşa tarafından kesilip saklandığı ve daha sonra Yahya Kemal'e gösterildiği artık müteârifedir."
Kelimeyi bilmeyen genç okurlar için Kubbealtı Lugatı'na baş vuruyorum: Lugat, mütearifeyi 'belit' ve 'aksiyom'a gönderiyor. Beliti alıntılıyorum: "Doğruluğu ispat edilmesi gerekmeyecek kadar apaçık olan, böylece başka hükümlerin ispatına yarayan temel önerme".
Eğil Dağlar'ı okuduğumda epey şaşırmıştım. Neden şaşırdığımı, Banarlı, sanki bizim kuşağı düşünerek, sezinleyerek yanıtlamış: "Bilindiği gibi, yıkıcı propaganda, Yahya Kemal'in, Millî Mücadele için bir tek satır yazmadığını ve bir tek mısra söylemediğini defalarca ileri sürmek cüretini göstermiştir."
Eğil Dağlar, sonraki okuyuşlarımda, benim için çok özel, özgül bir 'İstanbul kitabı' da olmuştu. İstiklâl Harbi'nin seyrini İstanbul nasıl takip etmiş, Yahya Kemal'in duyarlı dikkatinden öğreniyorduk...
Bu kitapta öyle önemli yazılar vardır ki, ala ala hey İstanbul'la... Mütareke dönemi romanlarının, Sodom ve Gomore'nin, Sözde Kızlar'ın ya da Dersaadet'te Sabah Ezanları'nın örnekler çoğaltılabilir- İstanbul'uyla yoksul, içine kapanmış, üzgün ve belki asıl, öz İstanbul'u yüz yüze getirir.
Eğil Dağlar'daki "İstanbul'da Bekaamız", "Bir Resimden Mülhem" gibi yazılar, demek isteğime açıklık getirecektir.
Yahya Kemal yılında Eğil Dağlar kaç 'yeni' okura kavuştu, bilmiyorum.
Ya, İstanbul üzerine birbirinden etkileyici yazıların derlenmiş olduğu Azîz İstanbul? Uzmanlar, edebiyat tarihçileri, Yahya Kemal hayranları dışında, Azîz İstanbul'un pek çok kişiye söyleyecekleri var. Bir konferans metni olan "Türk İstanbul"la başlayan bu kitap, şairin İstanbul'u sadece çok sevmekle yetinmediğini, İstanbul üzerine nice zamanlar düşündüğünü kanıtlar.
"Türk İstanbul" 12 Mart 1942 tarihinde, Beykoz Halkevi'nde düzenlenmiş bir günde sunulmuş. Acaba, diyorum, o günden izlenimleri kaleme getiren oldu mu? Altmış altı yaşındaki bu metin, keşke, bir de bugünün değerlendirişi, bakış açısıyla okunsa. "Türk İstanbul"un devamı sayılabilecek "Türk İstanbul II"de bir cümle var ki, birçok zamanın siyasî çalkantısına ışık tutuyor:
"Millî şuura ermiş bir insana göre muhafazakârlık, liberallik ve daha ileri fikirler arasında fark azdır."
1970'te, yeşil mürekkepli kalemle altını çizmişim, derkenara "ilginç!" notunu kondurmuşum. (Ama belki de 1970 değil. 1970'te kitabı satın almışım. Sonraki bir tarihin okuması olabilir. 1970'te bu özlü cümleye -herhalde- bağnazca itiraz ederdim.)
Bir umudu, beklentisi varmış Yahya Kemal'in: "İnsan ve hayat her memlekette olduğu gibi, bizde de, geniş ve derin mikyasta değişti. İstanbul'un eski semtleri de mâzîye ait kaldılar. Millî şuura sahip olunca, yeni zihniyetle, bugünkü muaşeret ve hayat şartlarına uygun gene millî bir İstanbul ve bir millî Boğaziçi yaratmak işi kalır."
Bu umut, bu beklenti, hiç değilse İstanbul okullarında, bu yıl tartışılabilirdi. Yahya Kemal'i genç kuşağa kazandırmanın yollarından biri olabilirdi...
Andığım yazısında, çok sevdiğim "Geçmiş Yaz"ın şairi, İstanbul'un mimarisi üzerinde ısrarla dururken, bazı camileri özellikle anar. Nihayet sıra Nuruosmaniye Camii'ne gelir, alıntılıyorum:
"Bu tarihte 'üslûp şuursuzluğu' başlar. 1775'te Birinci Mahmud'un Mahmudiyye unvânını vermek niyetiyle binâ etmeye başladığı ve bitiremediği, kardeşi ve halefi Üçüncü Osman tarafından ikmâl olunan ve asıl bânîsinin ismi hazfedilerek, hem yanlış, hem mânâsız "Nûr-u Osmaniye' unvânını alan cami, üslupta millî şuursuzluğun bir nümunesidir. Kendi millî mimarimizden ne mikyasta ayrıldığımızı gösterir."
Yahya Kemal'den mi esinliydi, artık hiçbir zaman öğrenemeyeceğim, rahmetli babam, Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye kapısından her girişimizde, camiin mimarisini âdeta hor görürdü, uzun zaman hor görüşün etkisi altında kaldım. Bugün, Yahya Kemal ve babam ne demiş olurlarsa olsunlar, asıl düşüncemi değiştiremiyorlar: Nuruosmaniye Camii bence İstanbul'un en güzel camilerinden biri.
Zaten Doğan Kuban'ın yorumu ve değerlendirişiyle (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'ndeki Nuruosmaniye Külliyesi" maddesi) Yahya Kemal'inki enikonu çelişiyor:
"Nuruosmaniye Külliyesi İstanbul kent siluetinin en barok yapısı olan camii ile hem kent alanlarının kullanılışındaki tarihî sürekliliğinin, hem de Osmanlı imparatorluk kültüründe, yeni bir dönemin en güçlü simgesidir. Bu dönem on dokuzuncu yüzyıldaki gibi, Avrupalı modellerin henüz doğrudan ithal edilmediği, fakat varlıklarının bilindiği, Osmanlı'nın yenileşme gereksinimini kesinlikle kabul etse de kendisine güvenini sürdürdüğü bir dönemdir."
Geçip giden Yahya Kemal yılında, şairin yaklaşımıyla Doğan Kuban'ınki gündem oluşturamaz mıydı?
Demin "Geçmiş Yaz"ı hatırladım; Ayvazoğlu'nun ansiklopedik biyografisine baş vurmamak olmazdı. Öyleyken, bir Atatürk anısı daha karşımıza çıkıyor:
"Yahya Kemal'in 1934 yılında yazdığı bu şiirdeki 'velhasıl' kelimesi, Arapça orijinali olan 'elhâsıl'ın halk arasındaki söylenişidir. Atatürk'ün bu şiiri okuduktan sonra, 'Öz Türkçe diyoruz, fakat dikkat etmeliyiz ki Yahya Kemal velhâsıl kelimesini şiire sokmuştur. Bu kelime burada kullanılışı ile ne kadar Türkçedir' dediği söylenir."
Azîz İstanbul'un harikulâde gözlem ve tespitleri arasında, İstanbul semtlerinin "her biri diğerinden başka" oluşu da vardır. Yahya Kemal'in 'hatırladığı' İstanbul'da, "bir semtten diğerine geçerken, bir yıldızdan bir yıldıza geçmiş kadar başkalık" duyulurmuş.
Önce Bir Akşam Alacası adlı romanımda, sonra İstanbul yazılarımda değinmiştim. Gökdelenli İstanbul'u savunan kimi kişiler sarakaya almıştı. Oysa, "Ruh" diyor Yahya Kemal, "bu kadar çeşitli manzaralar arasında sıkılmazdı; bu tenevvü (çeşitlilik) sonu gelmez bir şehir manzarası vehmini verirdi."
Gökdelenli "hendesenin yeknesaklığı" karşısında o vehim şimdi dinmez özlem...