23
Mayıs
2025
Cuma
KİTAP

Arzunun karanlık nesnesi

İktidar çatışmalarına tanık hatta bizzat sahne olan beden, kendi olmak dışında bir eğretileme, kendisinden başka anlamların, başka özdeşliklerin veya farklılıkların ikame aracı halini de aldı zaman zaman. Toplumsal ve siyasal düzenin merkezî bir metaforu konumundaki beden, Baudrillard’ın deyimiyle vaktiyle ruhun metaforuydu, ardından cinselliğin metaforu oldu, bugün artık hiçbir şeyin metaforu değil

Kısa süre önce on dokuz yaşındaki Dila Kurt kilo vermek için gittiği bir zayıflama kampında hayatını kaybetti. Dayatılan bir görüntü, bir sıfat, bir rol, bir kalıp adına ölen ne ilk ne de sonuncu kadın Dila. Törelerle, kurallarla, yasaklarla, emirlerle patriarkal kapitalizm kadınları öldürmeye devam ediyor, edecek de. Eril egemen kültür bu dikta üzerine kurulu çünkü; ruh ile bedenin ve doğa ile kültürün çözülmez bir şekilde birbirine yapıştığı mutlak ve koşulsuz bir tarihsel, fiziksel ve maddesel konum varsayımı üzerine bina edilen bu düzen ne tesadüf ki Levinas’ın Nazizm tanımına denk düşüyor. Kamusal alana ait olan bedenle ruh arasındaki keskin ayrımda akılla birlikte içgüdüleri de iptal ediliyor kamp sakininin, emre amade bir mekanizmaya dönüşüyor birey. Modern çağın canileri vazediyor: Zayıf güzeldir! Güzellik kodlarına uyum sağlayamayanların prototip bedene hayranlıkla, kendini ona dönüştürme zorluğu arasında yaşadıkları bölünmüş endişe, ölümcül zayıflama hastalıklarına, anoreksi ve blumiya dönüşerek yaşamı tehdit ediyor. Güzellik pratikleri üzerinden kadın sömürüsünü duygusal bir zemine kaydırmaya çalışan güç ilişkileri, zayıf olmanın kendini daha iyi hissetmek anlamına geldiğine de inandırıyor kadınları. Çünkü iktidar ten üzerinden işler, ataerkil sistem beden gerçekliğinin nihayetine dayandırır ikna kabiliyetini. Zayıf ve seksi olabilmek adına zayıflamaya iter sistem kadınları ama onları yine geleneksel rolleri içine massederek hanımefendiliğe, anneliğe, iffetli ve erdemli ya da erkeksi kadınlığa, ulusun anneleri olmaya zorlar; dişil erotik çağrışımlardan arındırarak.
Modern devletin cinsellik söylemi, bedeni abiyotik bir organizma olarak tahayyül eder. Amaç disiplin, idare, sınırları içinde iaşe ve ibateyle iğdiş etmektir. Siyah Anlar’da, kefaret için kendini kurban etmek üzere diyet yapma eğilimi olarak açıklar, anoreksiyi Baudrillard. Kadın eğer güzellik sistemine katılmayı reddederse ya da görünümünü iyi tutturamazsa değerden düşüp kendini değersiz hissedecek yok eğer başarılı olursa, değerinin görünüm yoluyla, onun kimlik-dışılığıyla meşrulaştığını kabul edecektir.
Jogging, streching, diyet besinler, rejimler, estetik ameliyatlar, kozmetik ürünleri ve benzeri tüm sektörlerin hedefi ince bedeni, yani, eril arzunun nesnesi olmaklığı biteviye koruyup besleyecek güzel kadın imgesini, sağlıklı ve diri görünümü yaratmaktır. Bedenin denetim altına alınması ve beden bilinci Foucault’nun belirttiği gibi bedenin iktidar tarafından ele geçirilmesiyle kazanılmıştır. Disiplinci iktidarı şöyle açıklar Foucault: “Bir makine olarak beden üzerine merkezileşmiştir: Bedeni disipline etmek, yeteneklerini optimize etmek, gücünü ele geçirmek, yararlılıklarının ve yumuşak başlılıklarının paralel büyümesi, etkinlik sistemleri ile bütünleşmesi ve ekonomik kontrolleri, bütün bunlar disiplin olarak karakterize edilen iktidar prosedürleriyle sağlanır: İnsan bedenin bir anatomi-politikası.”
Jimnastiği, askeri talimleri, kas geliştirmeyi, egzersiz yapmayı, üstün bir fiziksel güzellik ve sağlık formunu, biseksüel ve homoseksüel cinsel kimlikleri, bedensel özürlüleri ayıklamayı teşvik eden faşist beden formunun amacı öjenik bir toplum yaratmak değil de nedir?

Bir metastaz yeri: Beden

Evrenselliği, dönüştürme gücüyle mücessem faşizm, bedenleri arzu makineleri ve parça-nesnelere ayrıştıran bir denetim ağı içinde ideal beden imgesine süreklilik kazandırmayı amaçlar. Bedenle ilgili metaforlar, modern toplum düşü için yaratılmıştır ve beden, tüketim kültürünün temel öğesi halini almıştır. Son zamanların gündem konusu iki ‘örnek” olay, bedenlerimize ve bedensel sıvılara, tensel kokuya ne denli yabancılaştığımızı göz önüne sererek modernitenin riyasını açık etti. Kiloların, yağların, bedensel arazların, akışkanların (sıvılar, gazlar), kanın ve dışkının negatif çağrışımı iktidarla, özellikle de iktidarın modern biçimiyle yakından ilişkili. Elbette kadına şiddetin hiçbir türü kabul edilemez ama “dışkı”nın bu denli büyük kıyamet koparması, iğrenç addedilmesi biraz da bizim steril, hijyenik, kendinden olmayanı ötekileştiren hegemonik uygar toplumuzun öğretisi sonucu değil mi? Dışkı değil de bir kavanoz reçel olsaydı, şiddet olmayacak mıydı? Temiz bir fantezi öyle ya!.. Uygarlığın yeraltına tıktığı karanlık içeriği ve norm dışı bedenleri sorgulayan Yaşar Çabuklu, modern kapitalizmin bokun üzerine bir iğrenme perdesi örterek onun sembolize ettiği ölümcül, tahripkâr boyutu gizlemeye çalıştığını söyler. Ancak bu boyut kapitalizmin içinde örtük biçimde mevcuttur zaten. Para ve bok kapitalizmde varolan her değerin indirgenebileceği iki farklı ve benzer kıstastır. Her ikisi de moral düzeyde değerin yükseldiği/düştüğü aynı boyutta bulunan iki ayrı noktadır. Jest, dışkı, beden ve şiddet bağlantısı, Bourdieu’nun ‘sembolik sermaye” analizi üzerinden okunursa farklı bir perspektif oluşturulabilir belki. Beden sosyolojisinin gelişimine katkıda bulunan önemli düşünürlerden olan Bourdieu, ‘habitus’ kavramıyla sınıflar arası beden algısının nasıl değiştiğinin bir analizini sunarak, bedeni sosyal sermaye, kültürel sermaye ve ekonomik sermaye arasında farklı bir sermaye türü olarak açıklar. Beden siyasetinin bir kapital olarak görülmesi, Marksist siyasal analizleri büyük ölçüde desteklemekteyse de, Bourdieu’nun amacı, üstyapısal addedilen unsurların kendi özerk dünyaları içinde çatışmayı belirleyebilen dinamiğine dikkat çekmektir. Çatışmanın önemli bir kısmı semboliktir.
Tenin evcilleştiği, kokunun sınıfsallaştığı, cinselliğin iktidarca kurulduğu aydınlanma düşüncesi, tıpkı türediği Kartezyen düşünce gibi düalist yaklaşım içinde bedeni aklın karşısında ötekileştirerek nesneleştirmiş, insanı da bu süreçte özne olarak kurmaya çalışmıştır. Aydınlanmanın yücelttiği akıl, ‘erkek aklıdır’, aşağıladığı ‘beden’ ise kadına aittir ve teninin içine kapatılmalıdır. ‘Dolaşmayan’ düzenli sirkülasyona tabi kılınmayan akışkanların dönemi olan ortaçağda beden akışkanlarıyla, dışkılarıyla barışıktır. Ne zaman ki ulus-devletler çağına gelinir, beden akışkanlığını yitirerek kuraklaşır, katı, sabit, statik, sınırlı bir mekanizmaya dönüşerek kendine hapsedilir. Modernlikte hiyerarşik düzen rasyonel akla hizmet ederken, postmodernizm ayrım çizgilerini ‘bulanıklaştırarak’ karşıtlıkların birbirine nüfuz etmesini sağlar. Postyapısalcı feministlerin temel ‘motto’larındandır akışkanlık. Özellikle Kristeva, sıkılaştırarak içine kapatılan, tehlikeli sıvılara karşı geçirgenliği engellenen bedeni, karşıtlar mantığıyla işleyen rasyonel söyleme olan muhalefetiyle algılar. Bok bir nesne değil bir abject’tir ama nesnenin nesne, öznenin özne olarak sahneye çıktığı bu steril dünya, bu ve benzeri ‘abject’ler sayesinde içinde güvenle yaşadığımız sıradan dünya haline gelir. Eril söylem kadın bedenini denetlenemeyen, kabına sığmayan, güzergâhı önceden kestirilemeyen tehlikeli bir akışkanlar alanı olarak tanımlar ve bu ‘türbülansı’, ‘taşkınlığı’ katılara ait prensiplerle sınırlandırmaya çalışır. Yine Luce Irigaray, katılar mekaniğinin çağına karşı sınırları sabit olmayan bedeni önerir ve bunu Nietzsche’ci ‘güçler fiziğinin’ karşısına koyar. Cixous’da da akışkanlık mekanik bir iz taşımaz. Mimi Scheller’in dikkat çektiği gibi artık içine kapalı toplulukların dönemi bitmiş; her an kurulan ve bozulan, tanımlanmaya karşı direnen, yersiz-yurtsuz, parçalı, otonom, kesintili, dengesiz, buharlaşabilen, lineer olmayan, heterojen, düzensiz, merkezsiz bir döneme gelinmiştir. Bedenden ve bedeni yazmakla başlayacak olan ‘kadın yazısı’ da böyle bir akışkan yazıdır ve gelecek öngörülemeyen bedenlerce yazılacaktır.
Feodal toplumun ‘durağanlığına’ karşı modernlik, hareketin temsilcisi olarak ortaya çıkmıştı. Ama postmodern toplumun akışkanlığıyla karşılaştırıldığında, modernitenin esneme payı yetersiz kaldı. İktidarın yüce nesnesi konumundaki beden de bu büyük kopuşlar, kırılmalar sürecinde değişti, dönüşüme uğradı. İktidar çatışmalarına tanık hatta bizzat sahne olan beden, kendi olmak dışında bir eğretileme, kendisinden başka anlamların, başka özdeşliklerin veya farklılıkların ikame aracı halini de aldı zaman zaman. Toplumsal ve siyasal düzenin merkezî bir metaforu konumundaki beden, Baudrillard’ın deyimiyle vaktiyle ruhun metaforuydu, ardından cinselliğin metaforu oldu, bugün artık hiçbir şeyin metaforu değil: “Beden metastaz yeridir; simgesel düzenleme olmadan, aşkın bir hedef olmadan, iletişim ağlarının ve entegre devrelerin yan yanalığına benzer katıksız bir yan yanalık içinde, tüm bu süreçlerin sonsuza değin programlandığı ve mekanik biçimde birbirine eklendiği yerdir.”

Hiçbir şeye metafor oluşturmayan, ancak spor, estetik, cerrahi, sağlık, siyaset, moda, hukuk, din, diyet, edebiyat, görsel sanatlar ve pornografi gibi pek çok alanın aktörü haline gelen beden, ruhun taşıyıcısı veya iğrenç giysisi iken nasıl ideolojinin yüce nesnesi haline geldi? Bedenimize nasıl bu kadar uzaklaştık, ondan iğrenir, onu kabullenemez olduk? İlkin Mesih’in sonra kralın yüce bedeni akışkanların mecrasına ne zaman evrildi?

Ortaçağ Hıristiyan dünyası için beden ruhun taşıyıcısı, maddi dünyaya ait ölümlü bir nesneydi. Ruh beden ikiliği, 17. yüzyılda Descartes’in felsefesiyle daha belirgin ve önemli bir hal aldı. Leibniz her monadın beden ve ruhu birlikte taşıdığı anlayışını savundu, Kant akıl ve beden arasında köklü bir ayrım koydu yine... Weber, Protestan Ahlâkı ve Kapitalizm’de Kalvinist öğretinin nasıl varlıktan doğal zevk ve haz almaya karşı çıkarak, bütün bedensel zevklere savaş açtığı üzerinde durarak bedene çeşitli göndermelerde bulundu. Marx ise bedeni görmezden geldi adeta. “Marksizm’in gerçekte hiçbir beden kuramına sahip olmaması tuhaftır; böyle bir kuramın materyalizmin temel bir niteliğini oluşturması gerekir” diyen Turner’e göre Marksist kuramda bu sorunun yokluğunu keşfeden Foucault oldu. Beden başlı başına maddi varlığıyla söz konusu idi çünkü. Fenomenoloji bedeni dünyada bir nesne olarak değil, “dünyanın sayesinde var olduğu” şey olarak algıladı. Merleau-Ponty’e göre insan aynı anda hem düşünen bedensel ben, hem de düşünen öznedir. Deleuze anarşik bedeni; yoğunlukların gelip geçtiği, ‘biçimsiz maddeden’ oluşan akışkan bedeni savunurken Antonin Artaud organları tümden ortadan kaldırmayı öngördü. Çünkü Artaud’ya göre, organlarımız bize verilmiş imkânları değil, aksine bize tarihsel ve sosyal olarak yapışmış sınırları temsil ederler. Organsız beden metaforu, postmodernizmin cinselliğe de uyarlanan özgürlük idealinin en somut telaffuzu oldu ki bu metafor, cinsellik rollerinin dinler, siyasal düzenler tarafından kurulduğunu söylemenin de en aşırı temsilidir.

Ortaçağdan bugüne değişen, dönüşen beden üzerine tüm bu kelam, Rönesans’tan Aydınlanma’ya, Bedenin Tarihi adlı kitabın vesilesi bir bakıma. Üç ciltlik kolektif bir çalışmanın ilk halkası olan kitap, Ortaçağ boyunca kilise baskısı altında şekillenen bedenin Rönesans ile aydınlanma arasındaki zaman diliminde uğradığı dönüşümleri konu ediyor. Kitap, Bedenin Sıradan Kullanımı, Eski Rejim Döneminde Avrupa’da Beden ve Cinsellik, Egzersiz Yapmak, Oyun Oynamak, Ruhun Aynası, Teşrih ve Anatomi, Beden, Sağlık ve Hastalıklar, Gayri İnsani Beden, Kralın Bedeni ve Et, Zarafet, Yücelik gibi ilginç başlıkları dönemin ünlü ressamlarının yapıtları ışığında inceliyor. Böylelikle beden bir kez daha göz/etim altına alınıyor.

Beden kitaplığı

* Rönesans’tan Aydınlanma’ya, Bedenin Tarihi 1, Alain Corbin, Jean Jacques Courtine, Georges Vigarello, Çeviren: Saadet Özen, YKY, 2008.
* Açık Beden: Resimde Çapkınlık Şiddet Doğa ve Saplantı, Durmuş Akbulut, İstiklal Kitabevi, 2008.
* 99 Sayfada Kadında Duyguların Bedenselleşmesi, Füsun Saka, İş Bankası Yayınları, 2007.
* Lubunya: Transseksüel Kimlik ve Beden, Selin Berghan, Metis Kitap, 2007.
* Bedenin Farklı Halleri, Yaşar Çabuklu, Kanat Yayınları, 2006.
* Beden Dili Sözlüğü, François Caradec, Çeviren: Ceyda Akaş, Kitap Yayınevi, 2006.
* Özgürleşin Bu Bir Emirdir: Kadın ve Erkek Dergilerinde Beden, Sylvette Giet, Çeviren: İdil Engindeniz, Dharma Yayınları, 2006.
* Şaman’ın Bedenindeki Kadın, Barbara Tedlock, Çeviren: Pınar Savaş, Owo Yayınevi, 2006.
* Oyuncu Olarak Beden, Ovidie, Çeviren: Yaprak Yaltı, Dharma Yayınevi, 2006.
* Bedenler Dinler ve Toplumsal Cinsiyet, Sylvia Marcos, Çeviren: Balkı Şafak, İlker Çayla, Sibel Özbudun, Ütopya Yayınları, 2006.
* Toplumsalın Sınırında Beden, Yaşar Çabuklu, Kanat Yayınevi, 2004.
* Gürbüz ve Yavuz Evlatlar: Erken Cumhuriyet’te Beden Terbiyesi ve Spor, Yiğit Akın, İletişim Yayınları, 2004.
* Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm İçin, Gülnur Acar Savran, Kanat Yayınları, 2004.
* Kütüphanedeki Beden, Iain Bamforth, Çeviren: Begüm Kovulmaz, Agora Kitaplığı, 2004.
* Ten ve Taş: Batı Uygarlığında Beden ve Şehir, Richard Sennett, Çeviren: Tuncay Birkan, Metis Kitap, 2002.
* Beden ve Toplum Kuramı, Emre Işık, Bağlam Yayınları, 1998.
Temiz ve Kirli/Ortaçağ’dan Günümüze Vücut Bakımının Tarihi, Georges Vigarello, Çeviren: Zühre İlkgelen, Kabalcı Yayınevi, 1996.

Hande Öğüt - Radikal
Yayın Tarihi : 14 Ekim 2008 Salı 11:23:26


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?