31
Mayıs
2025
Cumartesi
KİTAP

Kuramdan önce ve sonra Barthes

Amerikan yapısalcılığının en saygın isimlerinden Jonathan Culler’ın Barthes’ı, Fransız yapısalcılığının bu kült ismine bir yaklaşım denemesi olarak 
değerlendirilebilir.

Çünkü Barthes’ın hem bir göstergebilimci hem de sıradışı bir yazar kimliği onun sistemli bir şekilde ele alınıp tartışılmasını güçleştiren bir olgu; Culler’ın yapıt boyunca altını ısrarla çizdiği nokta da bu: Barthes erken yapıtlarında edebî metinleri, kültürü göstergebilimsel bir biçimde irdeleyen bir tür kuramcı, geç yapıtlarında ise özellikle Roland Barthes par Roland Barthes’ta olduğu gibi kendi “bilimsel geçmişini” dahi alaya alan ironik bir yazardır. Culler’ın, Barthes’ın bu tutumunda, günümüzde kuramın değer yitirişine ilişkin erken bir “uyanış” gördüğü de söylenebilir; çünkü Barthes, geç döneminde kurama direnmiş, kuramdan kaçmış, hatta onu yenmeye çalışmış biridir. Terry Eagleton’un Kuramdan Sonra adlı kitabında özetlediği türden bir yaklaşımın ilk izlerini Barthes’ta mı görüyoruz yoksa?
Barthes’ın kuramcı kimliği 1953-73 arasında yazdıklarıyla gösterir kendini. Yazının Sıfır Derecesi (Le degré zéro de l’écriture, 1953), Çağdaş Söylenler (Myhtologies , 1957), modayı göstergebilimsel dizgeler oluşturarak okuduğu Systéme de la mode (1967) ya da Michelet ve Racine ya da Sade, Fourier, Loyola ve yeni roman üzerine yazdıkları Barthes’ın sistemli düşünür kimliğini oluşturan yapıtlarıdır; nitekim Culler da bu döneminde Barthes’ın Fransız yazın sahnesinde etkin ama marjinal bir figür olduğunu belirtmektedir. 1973 yılından sonra ise Barthes, Metnin Hazzı (Le Plaisir du texte, 1973) ile radikal bir dönüşüm geçirir; bu dönüşümü Roland Barthes (Roland Barthes par Roland Barthes, 1975) ve Bir Aşk Söyleminden Parçalar (Fragments d’un discours amoureux, 1977) adlı yapıtları izler; artık Barthes, Claude Levi-Strauss, Lacan ve Michel Foucault ile birlikte anılan bir yapısalcı-kuramcı değil bir “yazar”dır, hatta kendisiyle yapılan mülakatlarda ona “bir roman yazıp yazmayacağı” bile sorulmaktadır.

Bu kitabı niçin okumalıyız?

Ama bence şimdi sorulması gereken soru şu: Culler’ın bu kitabının bizim için anlamı ne? Niçin okumalıyız bu kitabı? Barthes’ı anlamak için mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü bir yazarı kavramak o yazarın yapıtlarını tek tek elden geçirmekle olur ancak. Öte yandan bir yazar üstüne yazılan kitaplarda, okuduğumuz kitabın yazarının perspektifini görürüz; o perspektif bizim iç sesimiz hâline gelir ve sanki bir romanda konuşan anlatıcının sesine kapılır gibi takip ederiz o yazarı. Bunun sakıncaları olabilir belki; ama yazar Culler gibi bir figürse, bu durumun benim için hiçbir sakıncası yok. Niçin söylüyorum bunları? Culler, kitabın sonlarına doğru, Barthes’ın asıl değerinin hatta dehasının son eserlerindeki “bilgelik ve duyarlık”ta değil erken yapıtlarındaki “bilimsellik”te olduğunu öne sürmektedir. Culler’ın Barthes’ın ikinci dönemine yönelik eleştirisi, ince eleyip sık dokuyan tavrına ve üslubundaki dikkatine rağmen, bilimsellikten, başka deyişle yapısalcı-göstergebilimci tutumundan uzaklaşması üzerine olduğu kolaylıkla söylenebilir. Barthes’ın “okunabilir (lisible) ve yazılabilir (scriptible)” metinler ayrımı, avant-garde’ın kuramsal savunusu için hâlâ bulunmaz bir kaynaktır. “Yazarın Ölümü” (La Mort de l’auteur) anlamın yazardan ya da yaşadığı dönemden geldiğini iddia eden geleneksel eleştiriye vurulmuş bir darbedir; eğer metnin anlamı yazardan ve çevresinden gelmiyorsa, o zaman bir metin kültürün sayısız kaynaklarından oluşan bir alıntı dokusu, metinlerarası bir nesnedir. Barthes’ın yiyecek, giyecek ve modayı göstergebilimsel dizgelerle okuması ise “kültürün” de “dil” gibi yapılandığı konusundaki derin bir gözlemi barındırır içinde. Barthes’ı Barthes yapan bunlardır işte, elbette Culler’a göre. Bu yargı, kuşkusuz, Türkiye’de bile bir dönem ellerden düşmeyen Bir Aşk Söyleminden Parçalar’ın Barthes’ını sevenleri hayal kırıklığına uğratacak türdendir; ama Culler’dan da başka türlü bir düşünce beklemek sanırım yersiz olacaktır; çünkü Culler’ın kendisi de sistemli düşünmekten taviz vermemiş bir yapısalcı-kuramcıdır.

Şimdi tekrar sorumuza dönelim: Niçin okumalıyız Culler’ın Barthes’ını? Türkiye’de bilimsel düşüncenin önündeki en büyük engel katı disiplin öngören klasik eğitimin istisnalar bir yana bırakılırsa ne öğretmenler ne de öğrenciler tarafından benimsenmiş olması. Sistemli düşünce bırakın liseleri, üniversitelerde bile popüler değil; üniversitelerin fen-edebiyat fakültelerinde belirli bir sistematiğe göre düşünmekten ilk kaçanlar öğretmenler. Kuramlardan kaçmanın “erdem” hâline gelmesi ise bir başka “moda” oldu günümüzde. Kuram, edebiyat fakültelerinin “kuram” derslerinde bile öğretilemiyor; öğrenciler, tıpkı matematikten kaçar gibi kaçıyorlar bu tip derslerden. Terry Eagleton’un Kuramdan Sonra (After Theory) başlıklı kitabını anmamın nedeni de bu. Şöyle diyor Eagleton: “Eski günlerde, Robert Herrick’in yazılarında geçen bir metonimi yakalamayı başaramazsanız öğrenci barında arkadaşlarınız sizi tefe koyardı; bugünse, metoniminin ne demek olduğunu ya da hatta Herrick’in adını duymuş olmanız bile, tarifsiz derecede küstah biri olarak nitelendirilmenize neden olabilir”. Oysa edebiyatın nesnesi “dil”dir ve bir edebiyat öğretmeni ve öğrencisinin öncelikle kavraması gereken “dil”in nasıl işlediği olmalıdır. Eğer metonimi, metafor ve benzeri kavramları en azından “eğitim” aşamasında bir metin incelemesinin odağı hâline getirememişsek, o zaman edebî metinler üzerine efsaneler üreten hikâye anlatıcılarından bir farkımız kalmaz, diye düşünüyorum. Türkiye’de “şiir alanında yetkin eserlerin çıkmamasının nedeni” de bu aslında. Çünkü “şiir”, üzerinde çalışanı “dil” üzerinde sistemli bir şekilde çalışmaya en fazla “zorlayan” alan. Edebiyat öğrencilerinin şiir çalışmaktan ısrarla kaçmasını yoksa bir tesadüf mü sanıyorsunuz?

Söz edebiyat eğitiminden, kolaycı öğretmen ve öğrencilerden açılmışken, Barthes’ın nasıl bir öğretmen olduğunu ve karşısında nasıl öğrenciler istediğine de değinelim. Bence Culler’ın kitabının en vurucu yönü, Barthes’ın öğrencilerinden beklentilerini özetlediği şu alıntıda saklı: “Ahlaksal bir hedef olarak bir eserin anlamının çözülmesini değil, bu anlamın ayrıntılandırılmasının kural ve kısıtlamalarını yeniden oluşturmak. (…) Eleştirmen eserin mesajını değil, yalnızca dizgesini yeniden oluşturmaktan sorumludur, tıpkı dilbilimcinin tümcenin anlamını çözmekten değil, anlamın aktarılmasını sağlayan biçimsel yapıyı oluşturmaktan sorumlu olması gibi”. Edebiyat üzerine çalışmak işte bu nedenle zor! İşte bu nedenle, yani Barthes’ın altını çizdiği türden bir edebiyat eğitimi ülkemizde yaygın olmadığı için modern Türk edebiyatı üzerine sistemli çalışmalar üretilemiyor!

Son olarak kitabın çevirmenine bir uyarı: Dil (langue) / Söz (parole) ayrımı Ferdinand de Saussure’ündür, Roland Barthes’ın değil; Barthes bu sistemi sadece yiyecek, giyecek dizgelerine uyarlamıştır; zaten Culler’ın kitabı da böyle diyor: O zaman bu ayrımı çeviride Barthes’a atfetmek niye? Culler çeviren biri, yapısalcılığın “abece”sinden haberdar olmalı değil mi?

zaman
Yayın Tarihi : 28 Temmuz 2008 Pazartesi 18:25:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?