Birkaç hafta önce Monica Macovei’den bir e-posta aldım. Eski Romanya Adalet Bakanı olan Monica, haziranda Avrupa Parlamentosu Üyeliği’ne (APÜ) seçildi.
Onunla yıllar önce, yargı reformları için mücadele eden bir sivil toplum örgütü aktivistiyken tanışmıştım. 2004 seçimlerinden sonra Adalet Bakanı olduğunda, Romanya AB ile üyelik müzakereleri yürütüyordu ve bu süreci sekteye uğratıcı başlıca engellerden biri de ülkenin yargı sistemini tepeden tırnağa elden geçirme çabasıydı. Monica 2005’te hâkimler ve savcılar arasında değişime karşı gösterilen direnişin üstesinden gelmeyi amaçlayan cesur bir reform programı başlattı.
Ancak daha da hassas olan bir başka husus, siyasetçiler ve devlet bürokratları arasındaki yolsuzluklarla mücadele çabalarıydı. O dönem APÜ olan beni, işini tamamlamasına imkân vermek için Romanya’nın AB’ye katılımı lehinde oy kullanmam gerektiğine ikna etti. 2005 baharında yapılan oylamada bu Romanya’nın üyeliğine kabul oyu verdim. Ancak şimdi dört yıl önce verdiğim bu ‘evet’ oyunun bir hata olduğunu itiraf etmeliyim.
Romanya 2007’de AB’ye katıldıktan sonra Monica Macovei görevinden alındı ve imza attığı birçok reformun içi boşaltıldı ya da geriye gidildi. Bugün Romanya yine yargısıyla ve başa çıkılamayan yaygın yolsuzlukla ilgili ciddi sorunlar yaşıyor.
Monica, gönderdiği mesajda 2005’te yaptığımız konuşmalara atıfta bulunuyor, reformlar için var olan potansiyel ve hâkimlerle savcılar arasındaki güçlü direnişin üstesinden gelme imkânları konusunda fazla iyimser olduğunu itiraf etmesi gerektiğini yazıyordu. İstanbul Politikalar Merkezi’nde (IPC) danışman olarak başladığım görevimde hazırladığım ilk proje kapsamında onu İstanbul’a davet ettim. Buraya gelip yargı reformu ihtiyacına aşina olan ve reforma karşı çıkan Türk dinleyicilere kendi hikâyesini anlatmasını istedim. Onun tecrübeleri bana göre Türklerin dikkatine sunulması gereken birçok örnekten sadece biri; Türkler bazen AB yolunda zorlu bir dönüşüm sürecinden geçen ilk ve tek örnek kendileriymiş gibi bir fikre kapılıyor. Oysa hiç öyle değil. Bugün Türkiye’de gündeme getirilen meselelerin birçoğu, daha önce diğer aday ülkelerde de manşetleri süslüyordu. Romanya’da aynı şekilde ateşli tartışmalar yaşandı: Yargıyı reformdan geçirmek isteyen bir hükümet, yürütme ile Avrupa’nın hukukun üstünlüğüne dayalı bir ülke anlayışının ayrılmaz parçası olan yargı arasındaki kutsal sınırları aşmaksızın ne kadar ileri gidebilir? Adalet Bakanı’nın hâkimler ve savcıların atanması sürecine dahil olmalı mıdır, yoksa bu, istenmeyen bir siyasi müdahaleye davetiye mi çıkarır? Birçok kişi tarafından çözümün değil sorunun bir parçası olarak görülen bir süreçte yargı nasıl bağımsız olabilir?
Monica Türkiye’ye geldiğinde, bu tartışmaları bütün detayları ile bize anlatabilir. Muhafazakârların reformcuları alt ettiği Romanya’da yapılan hataların Türkiye’de nasıl önlenebileceği konusunda tavsiyelerde bulunabilir.
Türkiye’nin kendine has özellikleri olan bir ülke olduğunu biliyorum. Türkler böyle düşünüyor, keza Avrupalıların büyük çoğunluğu da buna katılıyor. Tarihi, coğrafyası ve AB üzerindeki potansiyel etkisi nedeniyle Türkiye’yi, daha önce AB’ye katılan ülkelerle kolayca kıyaslayamayız. Bütün bunlar doğru. Fakat Türkiye’nin Romanya, İspanya ve Britanya gibi ülkelerin tecrübelerinden de öğrenecekleri olabilir. İstanbul Politikalar Merkezi’ndeki yeni işimde ve Radikal’deki köşemde yapmak istediğim şeylerden biri de ülkelerinin AB üyeliği ile ilgili tecrübelerini anlatabilecek insanların hikâyelerini paylaşmak. Bunu yapmak istememin nedeni, bu hikâyelerin Türkiye için gözü kapalı izlenecek birer model olduğunu düşünmem değil tabii ki. Esas amacım Türkiye’ye has olmayan bu sorunları aşmak için başka ülkelerde denenmiş başarılı yolları öğrenebilmek.
Umarım Monica davetimi kabul eder.