Rızaları dışında yaşadıkları yerlerinden koparılan tüm kavimler, sonrasında gelenlerin o huzursuz aidiyet arayışları, hep bastırılan örselenen kimlikler, doğduğun şehri söylediğinde değişen bakışlar, hepsi de taşa ve toprağa kazılı hakikatler...
Güzelim Mardin kentinin vahşet üzerinden akıllara kazındığı haftalar geçiyor. Katliam bölgesinde okulların açılması ve bölgeye akın edenlerin geri çekilmesi ile görece bir normalliğe sığınmaya meyyal olduk bir kez daha. Bence en iyi başardığımız, başartıldığımız iş bu: En olmazı da doğal kabul etme tevekkülü.
Ama tevekkül dediğin başına gelenleri metanetle karşılama, analitik çözümlemelerin yetmediği yerde maneviyatını, akışa teslimiyeti devreye sokmaktır. Ve tevekkül göstereceğin şeylerin içgüdüsel bir ahlâkı da vardır kendi içinde. Daha hayırlıya doğru evirme (evrilme) fırsatı bulunan hiçbir şeye tevekkül göstermen mümkün olmaz. Orası mücadele alanıdır, insan denen o her şeye muktedir canlının kendi onuruna layık bir hayatı sürdürmesi mücadelesidir.
Siyasi söylemlerin güdük kaldığı yerde, yaşananı artık başka bir dilden anlatır insan. Maruz kalan sadece haykırır, çığlık atar, soluksuz kalana kadar ses eder; sadece ses... Bu tepkinin içgüdüsel karşılığı şudur: Şu olanın sözü yok.
Ağıtların coğrafyasında mükerrer acıları durduracak şey ne askeri “tedbir” ne de siyasi “önlem”. Bu ifadelerin hepsi tehlike tanımlıyor. Daha dilden başlayarak şiddeti meşru kılıyor insan. Onlar ya da kimileri diyerek... Belirsiz tehditkâr varlıklardan bahsedermişçesine, öteleyerek. İçlerinden görece güvenli bulduklarını da korucu diye adlandırırsın, sanki bir oyunmuş gibi. Tarih boyu böyle seçmece güvenli insanlar vardır, her daim ötelenenlere karşı silahlandırılan. Ve dolu silah uzun süre kınında durmaz.
Aile içinde ve nişan kutlaması yapılırken yaşandığı için daha da kan donduran bu katliamda, on yıllardır bir iç savaş olarak yaşanan acı açısından maalesef yeni hiçbir şey yok. Rızaları dışında yaşadıkları yerlerinden koparılan tüm kavimler, sonrasında gelenlerin o huzursuz aidiyet arayışları, hep bastırılan örselenen kimlikler, annenin dilinin yasak bir şeye dönüşmesi, alfabenin kimi harflerinin açıklanamaz tehlikesi, doğduğun şehri söylediğinde değişen bakışlar, hepsi de taşa ve toprağa kazılı hakikatler. Belki yeni olan tek şey, görece mesafelerden dolayı kimsenin, insan eliyle cehennemleştirilen bu alanların ıstırabından muaf kalamayacağının idraki. Tek bir insanı doğrudan tanıdığında, artık bir daha onlar diye cümle kuramaman ve orada, öte olan yerde yaşanana, yaşatılana yüreğinin çarpması. Çünkü senin de bir canın var orada... Orası burasıdır o an.
Birisini istemek
Yıllar öncesinin bir yaz gününde 13 yaş huzursuzluğumla başbaşayım. Nasıl varlıksal bir sıkıntı. Bunu da diyecek sözlerim yok henüz. Sadece sıkıntının kendisi var. Bedeninde, ruhunda iğreti olma ve şu hani yuvarlak dünyanın kıyıcığında ha düştü ha düşecek bir sınır çizgisinde durma hali. Düşmüyorsun bile, sadece düşme duygunla birlikte duruyorsun.
Yanımda eski model bir walkman. Eski model dediysem, şimdiye göre eski. Yoksa o zamanın hazinesi sayılır küçük dünyamda. İşte o aletten kulağıma yumuşacık bir ses yayıldı o sonsuzluğa uzanan günde. Yeni öğrendiğim İngilizce’min yettiği kadar açık, sade ve aydınlık sözler aktı üzerimden. Birini aradığından bahsediyordu şarkıcı. En derin düşüncelerini, en mahrem hikâyelerini paylaşabileceği, dünyayı, hayatı konuşabildiği, kendi düşünceleri yanlış hatta yadırgatıcı bile olduğunda kendisini dinleyen ve onun gibi düşünmeyen, tersine, çoğunlukla hiçbir konuda kendisiyle anlaşmayan birini. “Ama mutlaka beni anlayacak” diye devam ediyordu sonra. Hayata başka gözlerle bakmasını sağlayacak, kendisini tutkuyla seven ve her pes ettiğinde onun varlığını anımsayarak yaşatılanların üstesinden gelebildiği biri.
Hani insan gafil avlanır ya... Bir şarkıya küçücük yaşımda gafil avlanmıştım. Şarkıyı söyleyen, bu hafta İstanbul’da vereceği konser dört gözle beklenen ve tüm hayranlarını son andaki iptal haberiyle üzen efsanevi topluluklardan Depeche Mode’un çekirdek elemanı Martin Gore’du. Sonradan öğrenecektim onun sözlerle nasıl da yaşamsal bir bağı olduğunu, nice cana okuyan şarkının arkasında, şiire göz kırpan şarkı sözleri ve besteleri ile durduğunu. Sonra öğrenecektim esas oğlan Dave Gahan’ın varlığını. Parlak dünyalardan gelen bu saf çığlığın aslında bu denli etkileyici oluşundaki samimiyet sırrını. Bir vakit tüm uyuşturucu tüccarları peşindeyken, aşırı dozla kalbi durup ölümden dönerken, yaşamın kıyısından yine sürüne sürüne kenara tutunup sonrasında da herkesten daha dimdik ayağa kalktığında ve kitleleri harekete geçirdiğinde aslında Dave Gahan’dan daha yalnız bir insan yoktu. Ve o aranan “biri” artık bir nevi hayatı tanımlayıştı. Başka türlü olabileceğini hissediyorum, o aidiyeti arıyorum, fısıltısıydı. Böyle içten itiraflar hep gece karanlığında ve bir başına yapılır ne de olsa.
Mardin’de taze kazılmış topraklara kapanan ve bir daha dünya gözüyle göremeyecekleri sevdiklerine sarılan insanlarla, küçücük çocuklarla, yaz sıcağında kendinin en ucunda oturan ergen kızın ne ortak noktası olabilir? Bellek çoğunlukla kendinize söylemediklerinizi altyazı eder geçmişe ve bugüne. Zamanın yekpâre bir bütün olduğunu, çember döngüyle eskiyi yeniye, yaşanmışı yaşanacak olana bağladığını anımsatır. Sevdiğiniz herkes sizin için biri’dir. Biriciktir, eşsiz benzersiz bir birey. Onu artık hiçbir çoğul ekli kategoriye dahil edemezsiniz. Ve tersi de geçerli: “Kimileri” dediklerimiz anonim bir yığındır. Genel cümleleriniz vardır onlara dair kulaktan dolma. Tek bir insan tanımakla paramparça olacak yığınla önyargımız. O yüzden izin vermezler ya birbirimizi doğrudan tanımamıza. O yüzden hep sloganlar haykırarak kendi kompartımanlarımızda söylenmemizi isterler. Kimse kimsenin birisi olmasın diye.
Dave ve Martin’in ilişkisi çokça sınanmış bir dostluk. Birbirlerinin egosuna az toslamadılar. Dağıldılar, dağıttılar ve sonra yapboz usülü tüm parçaları yine kendi elleriyle birleştirdiler. Dave şarkıcılık egosunu bir yana bıraktıran stüdyo deneyimini anlatıyordu bir programda. “Martin’in şarkıları ilham veriyor; sesimle onlara katkı sunmak, onların parçası olmaktan başka bir şey düşünemiyorum” dedi.
Somebody şarkısı hiç eskimedi, nice ergen hâlâ onunla büyümeye çalışıyor. Benim açımdan büyümüş halimle de değişen bir şey yok. Hikâye hep tek tek insanlardan ibaret diye düşünüyorum.
Birini sevmek dünyanın en siyasi işidir. Sadece birini. Kimilerine inat.