10
Haziran
2025
Salı
YAŞAM

'GÜÇLÜ ORDU GÜÇLÜ TÜRKİYE' VE GÖZBEBEĞİMİZ ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER

Politikacılar, askerin yaptığı tehdit değerlendirmelerini, harcama taleplerini, silah-techizat tedarik projelerini sorgulayacak duruma gelemezlerse, ne bu ülkedeki askeri vesayet rejimi sona erdirilebilir ne de milletin trilyonlarının çarçur edilmesi önlenebilir...

Aziz yurdumuzdaki kullanılışıyla asimetrik sıfatı, dengesiz, aşırı, ölçüyü kaçırmış, insafsız ve haksız anlamlarına geliyor. Psikolojik savaş ise, evrensel tarife göre, insanların ve toplumların duygu, düşünce ve davranışlarını istenilen biçimde değiştirmek için, her türlü araç kullanılarak yapılan propaganda, kısacası beyin yıkama, Pavlov’unki gibi bir şartlandırma operasyonu... Bu operasyon, insanları ve toplulukları, mantıklı düşünme, doğruyu eğriyi, ehemmi ve mühimmi ayırt edebilme yeteneğinden koparıp, insanların ve toplulukların, kendilerine dayatılan veriler çerçevesinde fikir sahibi olma ve davranış sergileme noktasına gelmelerini amaçlıyor. Bizimki gibi, otokratik, totaliter, militarist, anti-demokratik, zenofonik (yabancı düşmanı) eğilimlere yatkın olan, özellikle, kendine güveni sağlam olmayan toplumlarda bu yöntem çok kolaylıkla uygulanabiliyor.

Bu girişten sonra sadede gelelim. Son dönemde TSK liderlerinden, TSK’ya karşı asimetrik psikolojik savaş uygulandığına ilişkin şikayetler duymağa başladık. Şikayetlerin nedenleri esas itibarıyla şunlar: Güneydoğu’da güvenlik güçleri mensupları tarafından işlendiği ileri sürülen ve “faili meçhul’’ denilen cinayetler ve ayyuka çıkmış hukuk dışı işlemlerle ilgili iddiaların/delillerin, inandırıcı biçimde ortaya serilmesi, daha da vahimi, ülkede iç savaş koşulları yaratma ve bilahare askeri müdahale için ortam hazırlama amacıyla tezgahlanan korkunç planların (örneğin, Ergenekon operasyonları, Amiral Örnek’in günlükleri, Kafes Planı) açığa çıkması üzerine medya organlarınca yapılan yayınlar ve yorumlar. El insaf... Her şey ortadayken lafı uzatmaya gerek var mı? Askeriyenin, iyi niyetli, dürüst, normal zekâlı vatandaşları bu derecede ahmak yerine koyması, en basit ifadeyle ayıp olmuyor mu? Bir yanda, psikolojik savaş konusunda Amerikada profesyonel eğitim almış ve hâlâ, başta bazı medya organları olmak üzere çeşitli çevreleri yönlendiren zinde kuvvetler, onların karşısında, çoğunluğu mantık, sağduyu,ahlak, namus güdüsüyle tepki gösteren yazar, çizer, aydın takımı ve haklarını arayan normal vatandaşlar var. Buradaki dengesizlik (asimetri) hangi tarafta olabilir?

Çeşitli açılımlar
Mucizevi bir şekilde, ülkemizde çeşitli açılımlar başladı. İnsanlarımızın barış, güvenlik, mutluluk ve dayanışma içinde yaşamasının koşullarını hazırlama amacıyla başlatılan çok zor bir süreçten geçiyoruz. Bu sürecin başarıya ulaşması için, örneğin, Dersim’de mağaralara sığınmış Kürt vatandaşlarımızı ‘zehirli gazla fare gibi öldürmek’ (emniyetci, vali ve dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in ifadesi) türünden insanlık dışı uygulamalarda, Diyarbakır Askeri Cezaevi’ndeki akıl almaz işkencelerde, güneydoğudaki 17 bin cinayette, 6-7 Eylül vahşetinde vs. rol almış olan malum zihniyetin sahiplerinin ve kurumların bu noktadan sonra ‘mea culpa’ (suçluyum) diyerek hiç olmazsa geriye çekilip yardımcı olması gerekmez mi? İnsanlık, yurtseverlik bunu gerektirmez mi?

Ama bu zihniyetin siyasetteki ve askeri/sivil bürokrasideki temsilcileri bunu yapmıyor, İttihat-Terakki’nin bir asır önce çizdiği yolda ilerlemek için inatlı bir direniş var. Dağa taşa ‘Ne Mutlu Türküm’, ‘Önce Vatan’ yazıldı, yetmedi. Militarist, zenofonik (yabancı düşmanı) duyguları ayaklandırmak için son yıllarda olmadık yerlerde düşmandan kurtuluş törenleri düzenlenmeye başlandı.

Son marifet, oraya buraya yazılan ‘Güçlü Ordu Güçlü Türkiye’ sloganı.
‘Güçlü Ordu Güçlü Ülke’ sloganının ne kadar yanıltıcı, aldatıcı ve saçma olduğunu ortaya koymak iki cümlelik bir iş... Hitler Almanyası’nı, Sovyetler Birliği’ni, Saddam Hüseyin’in Irak’ını, Miloseviç’in Sırbistan’ını ve ve bugünkü Kuzey Kore’yi hatırlamak yeter...

Tarihten örnek
Kendi tarimizden de örnek verelim. Osmanlı Devleti Kanuni Sultan Süleyman devrinde güçlü ordusu sayesinde dünyada bir süper güç idi. Yakma, yıkma, talan ve ganimet elde etme yöntemiyle (bu yönteme, saygı uyandıracak bir kılıf da bulunmuştu: gaza/cihat) Avrupa’nın ortasına kadar uzanan geniş bir alanda egemen olmuştu. Ama ülke içerde çöküntü halindeydi. Adaletsizlik, asayişsizlik, her türlü yolsuzluk, ahlaksızlık, rüşvet, şehzadeler arasındaki savaşlar, haksız/aşırı vergiler ve köylü isyanları ve benzeri olumsuzluklar diz boyuydu. (Bu gerçeklerle yüzleşmekten korkmayanlar, Prof. Dr. Mustafa Akdağ’ın “Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası- Celali İsyanları’’ adlı eserine baksınlar.)

Bu nedenlerle, sadece askeri gücün, güçlü ülke/güçlü devlet yaratmaya yetmediği kısa sürede görüldü ve artık gizlenebilecek bir yanı kalmadığı için tarih, Osmanlının, çöküş dönemine girdiğini açık seçik biçimde ilan etti. Öyle ki, 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti Avrupa’nın yarı sömürgesi durumuna gelmişti. Başı belaya giren sadrazam (başbakan) selameti yabancı bir büyükelçiliğe sığınmakta buluyordu. Ülkede tarım dışında hiçbir ekonomik faaliyet yoktu, tarımsal ürünler dışındaki her şey dışardan ithal ediliyordu. Ordu Alman subaylara emanet edilmişti.

Osmanlı Devletinin güçlü ordusu nedeniyle bir süper güç sayıldığı Kanuni döneminden beri rekabet halinde olduğu ülkelere bakalım. Avusturya, Macaristan, Fransa, Almanya, İspanya, İngiltere, İtalya... Hepsi, 19. yüzyıldan itibaren, uygar, zengin, müreffeh ve ortak uygarlığa kültür, teknoloji, bilim, tıp, güzel sanatlar alanlarında büyük hizmetler yapan insanların ülkesi haline geldi... Güçlü ordusu nedeniyle bir süper güç sayılan Osmanlının bu süreçte esamisi okunmadı. Onun mirascısı Türkiye, kısa bir zaman öncesine kadar, gelişme halinde bir ülke kategorisinde yer alıyordu. Birleşmiş Milletler’in gelişmişliği belirleyen bütün anketlerinde hala son sıralardayız.

Diğerlerinin gücü
Dolayısıyla, bu noktada sorulması gereken soru şu: ‘Güçlü Ordu Güçlü Ülke’ demeyen öteki ülkeler nasıl oldu da bu kadar güçlü oldular ve ortak uygarlığa katkı sağlama bağlamında bu kadar saygı değer konuma geldiler?
Türkiye’nin bugününe gelirsek, hiç gereği yokken, dünyadaki en güçlü beşinci orduya sahip oluyor, ‘Güçlü Ordu Güçlü Türkiye’ ve ‘Ordumuz göz bebeğimizdir’ sloganları ile uyutuluyoruz. Ordu tabiatıyla çok önemli, ihmale gelmez... Ama, ölçüyü kaçırmamak, özellikle, gereksiz yere güçlenen ülkelerin etrafa bela olduklarını unutmamak şartıyla.

Dürüst ve cesaretli politikacılar
Tarihin gösterdiği gerçek şu: ‘Adalet mülkün (yani devletin) temelidir.’ Eğitim milletleri güçlü kılar. Dolayısıyla, gözbebeğimiz gibi üzerine titrememiz gereken asıl kurumlar YARGI VE EĞİTİM KURUMLARIMIZ olmalıdır. Milli kaynaklarımızın büyük bölümünü bu alanlara kaydırmalıyız.

Daha önce de yazdım, politikacılar, askerin yaptığı tehdit değerlendirmelerini, harcama taleplerini, silah-techizat tedarik projelerini yanlarındaki yetenekli uzmanlar vasıtasıyla sorgulayacak duruma gelemezlerse, ne bu ülkedeki askeri vesayet rejimi sona erdirilebilir ne de milletin trilyonlarının çarçur edilmesi önlenebilir... Bu çok etkili tedbiri, anayasa değişikliği filan gerekmeden hemen uygulamaya koymak mümkün. “Gözbebeğimiz ordu değil, güçlü yargı, güçlü eğitimdir” diyecek dürüst ve cesaretli politikacılarn ortaya çıkmasını bekliyoruz.

Ünal Ünsal: Emekli büyükelçi

Radikal
Yayın Tarihi : 17 Ocak 2010 Pazar 12:53:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?