1
Mayıs
2025
Perşembe
YAŞAM

‘Bebeğim, ne olur doğmak için bekle!’

Beş aydır tek iş çıkmamış eşi İsmail’e... Yine beş aydır ekmek arası makarnayla besleniyor 9 aylık hamile Nezahat, ama asla boynunu bükmüyor. Aşeriyor yoğurda geceleri, bulamıyor. Bir diş alıyor ekmek arası makarnadan gözlerini kapayıp. Canı ne çekerse onu düşlüyor. Direnmeye kararlı, eşi, iki çocuğu ve karnındaki bebekle... Hâlâ temizliğe giderken bile, hiç bitmeyen onuru sesleniyor; “İyilik için çağırdılar, 60 lirayı hak ettin mi?” Utanıyor. Bazı geceler bir korku sarıyor içini, karnına doğru fısıldıyor; “Bebeğim, ne olur doğmak için biraz daha bekle!”

Aşeriyor, gecenin bir vakti... Canı öyle bir yoğurt çekiyor ki... Ama yok, buzdolabı bomboş. Biraz makarna var, bir somun da ekmek... Ekmek arasına dolduruyor makarnayı, gözlerini yumup, canı ne çekerse onu düşlüyor!

Alibeyköy’ün Güzeltepe Mahallesi’nde yaşanan bir geceden söz ediyoruz. Şöyle biraz gözünüzü yukarı diktiniz mi, plazaları görebileceğiniz, şehrin göbeğinde, buz gibi soğuk bir evde yaşanmış bir geceden... Belki bugün de bir benzeri yaşanacak. Ama dokuz aylık hamile Nezahat Güven, iki çocuğu ve kocasıyla beraber hayata direniyor. Şimdi halden anlamayanlar, “Bu yoksullukta üçüncü çocuğa mı hamile?” diye söylenecekse eğer, hemen cevabını verelim de günaha girmesinler. Hamile kaldığını öğrendiğinde, aldırmak dışında bir çare gelmemiş aklına, hiç istemese de, ama eşi İsmail, “Acımızdan ölsek de olmaz. Cana kıymaktan büyük günah yok” demiş. O zaman da yoksullarmış ama kriz ezip geçmemiş.

İşte 32 yaşındaki Nezahat’in hamileliğinin hikâyesi bu. Asıl hikâyeye gelelim... Nezahat, doğmak üzere olan çocuğu karnında, evlere temizliğe gidiyor, iş çıktıkça. Gitmek istemiyor aslında, çünkü biliyor ki acıdıkları için çağırıyorlar. “Ağır iş yaptırmıyorlar. Verdikleri 60 lirayı hak etmiyorum” diyor.

Eşi İsmail çaresiz, ama o da Nezahat’ten geri kalmıyor, mesele onur olunca... Boyacılık yaparmış, işleri de fena değilmiş. Kime göre? Elbette Güzeltepe’deki komşularına göre... Hatta taşındıklarında takside girip, yeni eşyalar almışlar. Koltuk takımı, çocuklara yatak, televizyon... 5 milyar borca girmişler, 4 milyarını aslanlar gibi ödemişler. Kalmış geriye 1 milyar, sanki kriz de bunu bekliyor, çöreklenmiş eve. “Son işimi beş ay önce aldım. O günden beri tek bir iş çıkmadı. Ne yapacağımı şaşırdım” diyor İsmail.

Her sabah evden çıkıyor. Güzeltepe’den Kağıthane’ye, Kağıthane’den Eminönü’ne yürüye yürüye gidiyor. Kapı kapı iş soruyor, ama “İş!” dedi mi, o kapılar duvar oluyor... Yüksünmüyor, tabana kuvvet Beşiktaş, olmadı Sanayi Mahallesi; yok da yok! “Mahallede herkes benim gibi...” diyor. Zaten başka çaresi de yok, bir aralar telefonla iş aramış, sonuç 100 liralık fatura olmuş. Ödeyememişler aylardır, bu hafta icrayı bekliyorlar telefon yüzünden. Sonra, kalan 1 milyar liralık mobilya borcu var. Peki ya kira? Ev sahipleri emekli, o da ayı kıt kanaat geçiriyor. Ama ondan aileden biriymiş gibi söz ediyorlar, hafif mahçup; “Adnan Amca’ya üç aydır kirayı ödeyemiyoruz. Kira 400 lira, oldu mu borcumuz bin 200 lira şimdi... Geçenlerde uğradı, halimizi görünce meseleyi açmadan gitti. Belli ki kıyamadı bize, Allah razı olsun. Zaten o da biliyor. Paramız olsa, yemez içmez, önce kirayı öderiz” diyor Nezahat. Kira içlerinde bir uhde, ama en azından boğazlarına sarılan yok. Adam gibi adamlar her şeye rağmen var neyse ki!

Yoksulluk kokmuyor evleri...

Kriz vurgunu bu güzel çiftten nasıl haberim olduğunu da anlatayım size... Gazetemizde temizlik görevlisi olarak çalışan Naide Hanım’la sohbet ederken öğrendim İsmail ve Nezahat’in hikâyesini. Yoğurda aşerip, ekmek arası makarna yediğini Nezahat’in... Eve gittim, sıcak evime, karnım da tok... Belki tok açın halinden anlamaz diyeceksiniz, ama sabaha kadar gözümün önündeydi Nezahat! Onun halini düşünüp, kendi halime şükretmek geçmedi bile aklımdan. ‘Nasıl olur da böylesi bir hayat yaşanır? Neden bir şey yapamıyoruz?’ diye kızdım kendime... Bilmez değilim yoksulluğu, ama her duyduğunda insan bir kez daha vuruluyor. Sabah hemen Naide’yi buldum, “İşsizlik üzerine bir dizi yapacağım. İsmail ve Nezahat izin verirse, ziyaretlerine gidebilir miyim?” diye sordum. Sordu Naide, “Tamam, buyursun” dediler.

İşte bu ruh haliyle gittim Güzeltepe’ye... Çaldım kapılarını, iki birbirinden güzel çocuk açtı. Aleyna 10 yaşında, Mina onun yarısı kadar... Her ikisinin gözlerinden de zeka fışkırıyor ve tüm yoksunluğa rağmen mutluluk... Sonradan anladım ki, bunun sebebi anne ve babalarının sevgisi... “Biz de çıkıyorduk zaten, annemin yanına pazara gideceğiz” dedi Aleyna. Mina’nın bir elinden ben, bir elinden Aleyna tuttu, yola koyulduk...

Yağmur yağıyor, ortalık çamur, hava buz... Mina’nın ayağında bembeyaz yazlık ayakkabılar, üzerleri boncuklu! Öyle bir dikkat ediyor ki, çamura bulanmasınlar diye, seke seke yürüyor. Vardık pazara... Bir tezgâha yöneldik. Tezgâhın başında gür kapkara saçlı, boylu poslu gençten bir adam. Yanında esmer güzeli bir kadın... Üzerinde siyah bir mont var, iyice ince gösteriyor. O haliyle dokuz aylık hamile olduğunu anlamak imkansız. Karı kocanın yüzlerinde bir hüzün, tezgâhta yalnızlar, tek bir müşteri yok. Bizi görünce, hüzün maskeleniyor, gülerek karşılıyorlar. İsmail, “Bir arkadaşım verdi elindeki malı. ’Satarsın, üç-beş kuruş geçer eline’ dedi. Sağolsun, ama şortlar yazlık! Havayı görüyorsunuz. Saat iki oldu, siftah yok” diyor. Şortlar üç lira, ama zaten millet olan üç kuruş parayı yazlık şorta yatıracak durumda değil ki!

‘Bulgur değil, iş versinler!’

Ayaküstü sohbete başlıyoruz, ama ne gelen var, ne giden... Yağmur bastırıyor, çocuklar üşüyor. Hep beraber eve yollanıyoruz. Buyur ediyorlar, mütevazı evlerine... Yoksulluk kokmuyor bu ev... Tertemiz, sade, huzurlu... Dördü bir arada eve öyle yakışıyorlar ki!

Kuruluyoruz koltuklara... Koltuk da koltuk hani!.. Özene bezene seçmişler, kenarları deri... Hani şu 1 milyarı kalan taksitlerin müsebbibi. Eve gelenler, “Hadi canım, sizin durumunuz iyi... Böyle koltuğu olan yoksul olur mu?” diyormuş. Gülüyorlar anlatırken...

Duvarda bir çerçeve, içinde; ’Bismillahirrahmanirrahim’... Televizyonun üzerinde bir Hadis-i Şerif; “Allahım sevgini ve seni sevenin sevgisini ve seni sevmeye beni yaklaştıranın sevgisini bana nasip et” ... Dalıp gidiyorum bu yazıya... Ne hikmetse, aklıma AKP’nin yardımları geliyor. “Burası da AKP belediyesi... Hiç yardım istemediniz mi?” diye soruyorum. Öyle kolay kolay yardım istemeyeceklerini bile bile... İsmail’i bir arkadaşı Kağıthane Belediyesi’ne götürmüş. Erzak yardımı yapacaklarını orada öğrenmiş İsmail, demiş ki; “Ben nohut ve bulgur istemiyorum. Allah’a şükür, gücüm kuvvetim yerinde, bana bir iş bulun, nohutumu bulgurumu ben alayım.” Biraz bozulmuşlar, ama renk vermemişler. Telefon ve adresini almışlar, o günden bu yana bir ses çıkmamış.

AKP tarzı iyilikseverlik!

Nezahat de kendi çabasıyla bir destek aramış. Gitmiş muhtara, bir fakirlik belgesi çıkartmış. Oradan Eyüp Belediyesi’nin Beyaz Masası’na başvurmuş. Belediye, yoksullar için açılan mağazaya göndermiş, ihtiyaçlarını alsın diye... Ne güzel değil mi? Gerisini Nezahat’ten dinleyelim: “Mağazanın önünde bir kuyruk vardı. Sıraya girdim, bir süre sonra bir görevli geldi, tam da ben, çevremdekilerin hepsinin kapalı olduğunu fark etmiş ve biraz sıkılmışken... ‘Nereden geliyorsun?’ diye sordu. ‘Alibeyköy’den’ dedim. Bu sefer ‘Hangi mahalleden?’ diye sordu. ‘Güzeltepe’ deyince, ’Sen, şurada bekle’ dedi. Kenara çekildim. Sıra bitene kadar orada beklettiler. Mağazada tek bir şey kalmıştı, o da bir mini etek. İnadına aldım!”

İşte size AKP tarzı iyilikseverlikten bir örnek. Ama hani biraz önce dedik ya, adam gibi kalan adamlar var diye, biz onlarla devam edeceğiz anlatmaya... Misal Erzincanlı komşuları, her gün üç ekmek getiriyorlar sessizce. Kapıyı bile tıklatırken sessizler ki kimse görmesin, duymasın! Misal mahalle bakkalı, bir gün olsun veresiye defterinin kabarıklığını göstermeyen... Misal Naide’nin kızı Hatice, yoğurda aşerdiğini duyup Nezahat’in, en büyük boy yoğurdu alıp, yine sessizce bırakıveren... Misal caminin hocası, AKP içinden bir tanıdık bulup, Nezahat ve İsmail’e bir nebze destek olmak için çırpınan...

İsmail, bir gün eve gelmiş, demiş ki Nezahat’e; “Hazırlan, hocayla beraber yardım almaya gideceğiz.” Meraklanmış Nezahat, “Nereye gideceğiz?” diye sormuş. Elindeki adresi göstermiş İsmail, o da ne, Eyüp’teki o mağaza. Tek söz söylemiş eşine, belki de ilk kez bu kadar sert; “Acımdan ölsem, bir daha gitmem oraya!” Hoca başını önüne eğmiş, İsmail eşiyle bir kez daha gururlanmış!

Hamdolsun, insanlığı buldum!

Nezahat, belki aç, ama emin olun hiç sefil olmayacak! Şimdi arada bir fısıldıyor karnındaki kızına; “Ne olur biraz sık dişini, biraz daha bekle!” Niye beklesin, hastaneler artık parasız değil mi vatandaşa? Onu da sormuşlar, külliyen yalan. Nezahat anlatıyor; “İkinci çocuğumu sezaryenle yapmıştım. Şimdi de sezaryenle doğum yapmam lazım. Araştırdık, gerçekten de hastanelerde kimse rehin kalmıyor, doğru söylüyorlar. Çünkü baştan parayı istiyorlar. 800 liraya ihtiyacımız var şimdi.” Duruyor, bir an yüzü bulanıyor; bana dönüp “Neredeyse beş aydır sadece makarnayla beslendim. Acaba kızıma bir şey olur mu?” diye soruyor. Ağlamaya başlıyor. Ne diyeceğim şimdi? “Merak etme, Allah onu korur. Suyla, ekmekle doğar” diyorum, ama ağlıyorum...

Hemen yanıbaşımızdaki bu hikâyeden hüzün mü çıkarttınız? Çok yanıldınız, Güzeltepe’deki o evden, sadece umut çıkar. Bu kadar zorluğa, açlığa rağmen hâlâ tertemiz, ayakta, kimseye boyun eğmeyen insanların ülkesi Türkiye... Belki şu yardımseverler yine kızacak, tıpkı Prof. Binnaz Toprak’a sinirlendikleri gibi, diyecekler ki, “Bula bula Güzeltepe’yi mi buldun? Aleviler’in çoğunlukta olduğu, CHP’ye oy çıkan mahalleyi?” Yok, sadece tesadüf ve hamdolsun, insanlığı buldum!

Krizi hükümete sormayın, 10 yaşındaki Aleyna size anlatır!

Cin gibi ikisi de... Çocuk, sevgiyle büyüyünce böyle oluyor demek ki! Tabii ki üstlerine titremiş İsmail ve Nezahat, şimdi elde avuçta olmadığından bu yoksunlukları... 10 yaşındaki Aleyna, yaşıtlarından çok daha olgunlaşmış, belki de bu krizin sayesinde! Dördüncü sınıfa gidiyor. Annesi bulup buluşturup, 1.5 lira veriyormuş sabahları, onu okula uğurlarken... Bir de tembihliyormuş, ”Bir tost al, yanına da meyve suyu“ diye... Annesinin her dediğini yapıyor Aleyna, bir tek bu hariç. Acıkıyor belki, ama o 1.5 lira gerisin geri eve dönüyor her akşam. Annesine veriyor, ”Ekmek alıp, birlikte yiyelim“ diyor...

Bu yaşında yokluğu biliyor Aleyna. “Sadece kendi yaşadıklarından değil, okuldaki çoğu arkadaşı aynı durumda“ diyor Nezahat ve Güzeltepe’de neler yaşandığını bir veli toplantısıyla anlatıyor: ”Her yıl 50 lira aidat verilir okula. Bu yıl müdür, ’Durumu olmayanlar parmak kaldırsın’ dedi. Ben daha parmağımı kaldırmaya kalmadan, 15 parmak saydım. İşte durumumuz bu.”

‘Kafamdan biliyoyum!’

Biz sohbet ederken, Mina resim çiziktiriyor. Çiziktiriyor dememe bakmayın, bayağı bayağı resim yapıyor. Beş yaşına yeni basmış daha, ama o da bu hayattan payına düşeni almış. Zorluklar sanki zekasını bilemiş. Paradan konuşuyoruz ya hep, dönüp Mina’ya soruyorum; “Para nedir?” diye... Cebinden bir 10 kuruş çıkarıyor ve başlıyor anlatmaya: “Paya çocuklaya yemek almak için lajım, oyuncak almak için lajım. Ama bu küçük parayla hiçbir şey alınmıyo!..” “Sen nereden biliyorsun bunları?” diye soruyorum. Bu da soru mu dercesine bakıyor yüzüme; “Kafamdan biliyoyum!”

Nezahat, bir dergi getirmiş eve. İçi oyuncak fotoğraflarıyla dolu. Mina oyuncağını seçmiş bile. Hiç mızmızlanmıyor, bir gün o oyuncağın alınacağını biliyor. ‘Bir dahaki seneye’ onunla oynayacağını hayal ediyor. Bir de lunapark var, o da bir dahaki seneye! Şimdilik hayali yetiyor ona, oyuncaklar arasından seçtiği dans eden ineğin. Yine anlatmaya başlıyor: “Dans eden inek bir bana gelecek, bir anneme gidecek, bir babama gidecek, bir Aleyna’ya...” Duruyor, bana bakıyor; “Sonya da sana gelecek...”

Resmi çizdi bitirdi bizimle sohbet ederken... Bakıyorum. Sevgi dolu bir aile tablosu... Bebek de doğmuş, hepsi el ele... Hepsi mutlu... Annesiyle babasının elinde birer elma şekeri!

Tezgâh açmışlar ama...

İsmail, “Bir arkadaşım verdi elindeki malı. ’Satarsın, üç-beş kuruş geçer eline’ dedi. Sağolsun, ama şortlar yazlık! Havayı görüyorsunuz. Saat iki oldu, siftah yok” diyor. Şortlar üç lira, ama zaten millet olan üç kuruş parayı da yazlık şorta yatıracak durumda değil ki!

Vatan
Yayın Tarihi : 17 Mart 2009 Salı 17:58:30
Güncelleme :17 Mart 2009 Salı 18:02:11


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?