Nasıl anlatsam, nerden başlasam,
Bodrum Bodrum, Bodrum Bodrum.
Duygu, biraz duygu, bütün isteğim buydu.
Biraz deniz, biraz uyku, bütün isteğim buydu.
Nasıl anlatsam, nerden başlasam,
Kaç kişiydik o zaman bak, kaç kişi kaldık şimdi.
Bodrum Bodrum, Bodrum Bodrum.
Bir zamanlar âşık olmuştum,
Ama şimdi ismi neydi, unuttum.
Bodrum Bodrum, Bodrum Bodrum.
Mazhar Alanson, bir zamanların Bodrum yaşamını ne güzel anlatıyor ve de ne güzel söylüyor değil mi? Acaba, bu günün Bodrum yaşamları için de böyle güzellikleri dile getirebilir mi? Acaba, Selim İleri’nin ‘Her Gece Bodrum’undaki dostluklar devam edebilir mi? Acaba, Bodrum denizleri Halikarnas Balıkçısı’nın ‘Aganta Burina Burinata’ haykırısını duyabilir mi? Acaba Azra Erhat – Sabahattin Eyüboğlu ve arkadaşları hayatta olsalar, ‘Mavi Yolculuk’ta bu günün kirli koylarına uğrarlar mı? Acaba, Erol Simavi bu günün Veli Bar’ında oturur, Zeki Müren sağ olsa bu günün Bardakçı Plajı’ndan denize girer mi? Acaba, Mavi’nin müdavimleri, bu gün de eski dostlukları bulabilirler mi dersiniz? Kanımca hayır!
Artık Azmakbaşı Kahvesi’nde balıkçılar ağlarını tamir etmiyor, yaşlı süngerciler cıgara içip dama oynamıyorlar. Yakın zamanlarda, Ahmed Ertegün evinin konukları, dünya müzik starları da yoklar. Metrûk ev, Neyzen Tevfik Caddesi rıhtımına dizilmiş guletleri melûl – mahzun seyrediyor.
Bodrum’un sevimli köyleri de kentleşti. Artık Yalıkavak’ta, Bitez’de, Yahşi’de sabahları horozlar ötmüyor, inekler moolamıyor, eşekler anırmıyor. Sadece yazlık sonu köpeklerini terk eden hainlerin sokağa bıraktıkları zavallı hayvanlarının ulumaları berdevam. Artık yeşil tepeleri görebilmek için de epey uğraş vermek gerekiyor. Düzlüklerdeki mandalina bahçeleri, tepelerdeki zeytinlikler, Akdeniz iklim kuşağının güzelliği makiler söküldü, dağlar – taşlar zirvelerine kadar ikincil (tâlî) evlerle betonlaştı. Üst üste, yan yana dizilmiş beyaz badanalı, ama aslında ‘zulmet-i beyza’ evler, uzaktan mezarlık izlenimi uyandırıyor. Kos, Simi gibi Yunan adalarındaki düzgün, yerel mimariyi ve yılların değişmezliğini sergileyen yapıları görünce bizdeki felâketin büyüklüğünü daha iyi anlıyorsunuz. Yunanlılar Kurtuluş Savaşımız sonundaki yenilgi ile Anadolu’yu terk etmelerine ‘Küçük Asya felâketi’ derler. Şimdi biz de güzelim kıyılarımızın hal-i pür melâlini görünce ‘Küçük Asya felâketi’nin değişik bir versiyonunu yaşar gibi oluyor ve irkiliyoruz. Çünkü kıyılarımız ve tepelerimiz bir nevi işgal altında.
Cebine 3 kuruş koyan müteahhit, buralara geldi; % 50 kat karşılığında sahilleri ve arazileri kaptılar. Belediyelerle ahbap-çavuş ilişkileri kurarak, bazı mimarların gelişigüzel tasarımları ve pek çoğu birbirine benzeyen projeleri ile siteler kurdular. İki yıl evveline kadar inşaatçıların keyiflerine diyecek yoktu. Ama artık Bodrum eve doydu. Alıcının da gözü açıldı. ‘Bodrum Evi’ diye yutturulan, nohut oda – bakla sofa, ısı yalıtımsız, komşu mahremiyeti olmayan, sıkışık ve tek düze evlere rağbet edilmez oldu. Şu anda Bodrum Yarımadası’nda 10 bini geçen sayıda satılık ev var. Müteahhitler elleri böğürlerinde müşteri bekliyor; ama alıcıyı ara ki bulasın.
İnşaat işçisi olarak gelen Doğulu gençler, keyifli ortamı görünce memleketlerine dönmediler. Ama şimdi işsizlikten ellerinde bira kutuları ile ortalıkta dolaşıyorlar. Boşalan kutular ve yiyecekler 5 metre ilerideki çöp kutusuna veya konteynere götürülmüyor, yerlere atılıyor. Bu işte kasıt mı var, görgüsüzlük mü var bilmiyorum. Biliyor musunuz, Bodrum’da bir de Genel Ev sitesi var. Bodrum gibi yerde genel eve ne gerek var derseniz, ancak bu gibi gençlere hizmet ediyor diye düşünürüm.
Bodrum’un bir yarasına daha parmak basalım: Birçok güzelim koydaki balık çiftlikleri, denizi girilemez duruma getirmiş. Balık çiftliklerine karşı değilim. Bu çiftlikler olmasa idi balık bulunmayacak, bulunan balıklar da ateş pahasına satılacaktı. Dünya denizlerinde de kirlilik yüzünden balık türleri ve miktarı azaldı. Onun için, dünyada tüketilen balığın % 45’i kültür balığı oldu. Yunanistan’ın kültür balığı üretimi yıllık 200 bin tonken, bizim üretimimiz 75 bin tonda kalmış. Bir de bizim uyanıklar, kıyıya yakın denizlere ve koylara yerleşmişler. Hâlbuki 2 yıl evvel çıkmış yasaya göre, bu çiftliklerin kıyıdan 1500 metre uzağa kurulmaları gerekiyormuş. Buna karşın uzağa gitmek, büyük yatırım gerektirdiğinden kılını kıpırdatan yok.
Biz tekrar Bodrum evleri konusuna dönelim. Bu evler niçin satılmıyor dersiniz? Kanımca iki nedeni var: Birincisi, aşırı kentleşme alıcının ‘yazlık ev’ talebini düşürdü. Örneğin, Turgutreis’e ev almak amacı ile gelen bir müşteri, arabası ile inşaata giderken kavşaklarda neredeyse 100 metrede bir dikilmiş trafik ışıklarını görünce ‘Ben şehirden kaçıyorum, burası da şehir olmuş, lânet olsun, hiçbir yer almıyorum’ dedi ve geri döndü.
İkincisi, ev alabilecek parası olanların yaşam kültürü değişime uğruyor. Bu insanlar, her keseye uygun, gidebilecekleri pek çok resort otel ve tatil köyleri bulabiliyorlar. Her yıl tekrarlanan aynı yazlık eve gidiş onlara ilginç gelmeyebiliyor. Otellerden hoşlanmayanlar, arabaları ile ıssız yerleri keşfetmek, kumsallarda yıldızları izlemek veya son yılların modası, teknede yelken ve yeke yönetmek, koylarda yüzmek, site içinde olmayan sâkin bir mekânda köpek beslemek, bahçeye bakmak, kitap okumak, müzik dinlemek, dostları ile yemek - içmek istiyorlar.
Şimdi bu tiplere ‘hedonist’ deniyormuş. Hedonist, rahatına, lüks yaşama, eğlenceye düşkün insanlara verilen bir sıfatmış. Hedonist olmak için ‘tuzu kuru’ olmak da şart değilmiş; ‘samanlığı seyran’ edenler de hedonist olabilirmiş. (Bunu külâhıma anlatın) Eski dilde bu gibi tiplere kibarca: ‘ehli keyif’, argoda külhanbeyi dili ile: ‘sefa pezevengi’ denirdi.
‘Time Out’ dergisinde okuduğuma göre, tarihteki hedonistler, Giacomo Casanova ve de Ömer Hayyam’mış. Bana sorarsanız, Casanova’nın keçiboynuzu (harnup) yer gibi, bir damla bal için bir çeki odun yediğini düşünüyorum. Ömer Hayyam’ı, şiir, matematik, filozofi, astronomi gibi uğraşları yanında, akşamdaaan akşama içtiği şarapla mı hedonist saydılar, anlayamıyorum.
Dergi, bu günün hedonistleri olarak yerlilerden Helin Avşar’ı ve Kaya Çilingiroğlu’nu, yabancılardan Jack Nicholson ve Paris Hilton’u seçmiş. Bu konudaki yorumu, kadın veya erkek bu işin ehillerine bırakıyorum.
Bodrum’daki hedonistler cenneti ise, her halde Türkbükü’nün otel, restoran, plaj ve barlarında, artık 5 çayı yerine kâim olan mojito, cachaça gibi egzotik kokteyller eşliğinde ve de müziğin ritmine uyarak hoplanan - zıplanan ‘happy hour’ partileri olsa gerek.