Kaunos, Muğla’nın Köyceğiz ilçesinin güneyindeki Dalyan’ın yakınındadır. Strabon kentin bir yarımada üzerinde kurulduğunu fakat sonra alüvyonlarla dolarak içeride kaldığını söyler. Gerçekten de bu gün Kaunos denizden 3 km. kadar içeridedir. Yine Strabon’un bahsettiği Kaunia gölünün denize bakan ayağı bugün “Sülüklü” adıyla anılan bir bataklığa dönüşmüştür.
Kaunos Hellen dilinde anlamı olmayan bir sözcüktür. Lykçe yazıtlarda Ksibde olarak geçen bu kent Rodos Pereia’sı içinde büyük bir yerleşim yeridir. Yunan mitolojisine göre Miletos’un oğlu Kaunos, kendisine aşık olan Byblis’e karşılık vermemiş o da üzüntüsünden canına kıymıştı. Bunun üzerine Kaunos da Miletos’u terk ederek bu kenti kurduğunu Ovidius da anlatmıştır.
Kaunos’un ne zaman kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Homeros kitabında açıkça buradaki sekene için şöyle yazar:
“Kaunos’lular bana kalırsa, buranın yerlisidir; ama kendileri Girit’ten gelme olduklarını söylerler. Dillerinde Karia etkisi vardır ya da Karia dilinde onların etkisi.”
Nitekim Kaunosluların Karia’lılardan farklı 30 harfli bir alfabe kullandıkları bugün anlaşılmıştır. Ayrıca Lykia kültürünün de etkili olduğu günümüze gelen eserlerden anlaşılmaktadır.
Kaunosda, M.Ö.VIII yüzyıldan beri yaşamın olduğu bilinirse de tarihte ilk kez adları M.Ö.545’de Pers generali Harpagos’a karşı gösterdikleri direniş ile geçmektedir. Herodotos Harpagos’un İonia’yı yönetimi altına aldıktan sonra Karialı’ların, Kaunos’luların ve Lykia’lıların üzerine yürüdüğünü söylemektedir. Bu sözler Pers istilâsı sırasında Kaunos’un önemli bir kent olduğunu göstermektedir. Onurlarına ve özgürlüklerine düşkün olan Kaunos’lular Harpagos’a karşı koymalarına rağmen yenilgiden kurtulamadılar. Harpagos Kaunoslulara karşı, kendisine direnç gösterdikleri için çok zalimce hareket etti. Hellenlerin Persleri Anadolu’dan atmak için giriştikleri mücadelede Kaunos’da yerini aldı ve Attika-Delos Deniz birliğine girdi. Peleponnes savaşı sırasında kentin limanı her iki tarafça zaman zaman kullanılmıştır.
Kent M.Ö. 377’de Karia Satrabı Mausolos’un idaresine girdi ve bu dönemde şehirde büyük imar faaliyetleri başladı. Bu dönemde ilk defa sikke basan şehir M.Ö.334’de Büyük İskender tarafından Mausolos’un kız kardeşi Prenses Ada’ya verildi. İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında çıkan savaşlar sırasında sık sık el değiştiren kent, bir ara Ptolemaios ve Seleukosların da idaresine girmiştir.
M.Ö. II.yüzyılda Bergama krallığından vasiyet yoluyla Roma tarafından Rodos eyaletine bağlanan kent M.Ö.129’da Roma’nın Asya eyaleti sınırları içine alındıysa da özgür kent statüsünü korudu. Bizans devrinde ise Myra metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur.
Zamanla Dalyan çayının taşıdığı alüvyonlar ve gel-git olayları denizi sığlaştırmış ve kent en büyük özelliği olan limanını yitirmiştir. Bunun yarı sıra bataklıktan dolayı sivrisinekler azmış ve halkı sıtma kırıp geçirmeye başlamıştır. Bu duruma fazla direnemeyen halk doğa ile baş edemeyince, kenti terk etmek zorunda kalmıştır.
Bir zamanlar Attika-Delos Deniz Birliğine 10 talent gibi yüklü bir para ödeyen, Perslere direnen insanların yenemediği Kaunos’u sıtma yenmiş ve halkını kentlerini terke mecbur bırakmıştır.
Yaşam tarzları ve inançları komşularından farklı olan Kaunosluları Homeros şöyle anlatır:
“...görenekleri bakımında,.ötekilerden olduğu kadar Karialılardan da uzaktırlar. Bunlarda içki âlemi tertiplemek geleneği vardı,ancak bunu yaparken erkek,kadın,çocuk ve ayrıca yaş ve arkadaşlık ilişkileri de dikkate alınırdı. Kendilerine yabancı olan tanrılar için bir din uyarlamışlar,ama sonradan vazgeçmişler,yalnız babalarının tanıdıkları tanrılara tapmayı kararlaştırmışlardır; bunun üzerine ülkenin gençleri silâhlanmışlar, bu tanrıları,havaya kılıç sallıyarak Kalynda sınırına kadar kovalamışlardır; bunu yabancı tanrıları işte böyle kovaladık,diye anlatırlar. Bu ulusun gelenekleri böyledir.”
Kaunos’un varlığını ilk kez 1842’de fark edilmiş bilimsel kazılara da 1967’den itibaren Prof. Baki Öğün başlamıştır. Buradaki araştırma ve kazılar kentin tarihini Arkaik döneme kadar indirmiştir. Onu Helenistik, Roma ve Bizans dönemleri izlemiştir. Kent başlıca iki kısımdan meydana gelir 1- Akropol 2-Aşağı şehir. Kuzeydeki oldukça sarp kayalıklara oyularak yapılan kaya mezarlarının tahmini sayısı 150 kadardır. Bunlardan 20 tanesinin cephesi İon nizamında bir tapınağın cephesine benzer.
Bu mezarların büyük bir kısmı M.Ö. IV.yüzyıla aittir. Büyük İskender’in istilası yüzünden bir kısmı tamamlanamamıştır. Mezar odalarının içerisindeki kline , hediye koymaya yarayan sekiler bulunmaktadır. Ayrıca güvercin yuvası şeklinde mezarların yanı sıra kare veya dikdörtgen mezar çukurları ile de karşılaşılmıştır.
Kayalara oyulmuş, üstü kapaklı sanduka tipi mezarlar ve lahitler de dikkati çekmektedir. Bunlar büyük bir olasılıkla kaya mezarlarından daha önceki bir tarihe aittirler.
Kentin akropolü yaklaşık 150 m. yüksekliğinde olup, ovanın ortasında yükseliyordu. Güney yamaçları sarp kayalık olduğundan kuzey ve batı kesimleri Orta çağda yapılmış kulelerle desteklenen surlarla çevrilmiştir. Dikdörtgen, prizma biçiminde kesilmiş taşlardan oluşan surlar eski limanın batısından başlayarak yukarıdaki sırtları da içerisine almıştır. Bu uzun sur, büyük bir olasılıkla Kral Mausolos tarafından yaptırılmıştır.
Prof.Dr. Baki Öğün ile birlikte kazılarda çalışan Alman Prof. B.Schmaltz burada yoğunlaştırdığı çalışmalarında kule ve duvarların eski devirlere ait toplama taşlardan yapıldığını ileri sürmektedir. Bu sur duvarında Klasik Çağ’a ait üzerinde sanatçının imzası da bulunan muhtemelen bir adak steline ait bir kitabe parçası bulunmuştur. Batı kulesinde ise nekropolden gelmiş, eski bir mezar epigramı parçası ile beyaz zeminli bir leyktos parçası bulunmuştur. Prof. Schmaltz M.Ö.227-26’da Rodos ve çevresini etkileyen depremin Kaunos’u da etkilediğini, bu duvarlar ile Küçük Kale üzerindeki surların büyük çoğunluğunun bu depremden sonra inşa edildiğini ileri sürmektedir.
Akropolün doğusunda yer alan, güneyi kayalara oyulmuş, diğer kısımları beşik tonozlar üzerine oturan tiyatro, günümüze çok iyi bir durumda gelebilmiştir. Prof. Dr. Baki Öğün’ün 1982’deki çalışmalarında Cavea ve Scena temizlenmiş, proscene’nin büyük bir kısmı ortaya çıkarılmış, sahne binasını taşıyan payeler arasında Milo Aphroditi kopyası, bir torso ve üç büst bulunmuştur. Cavea ve diazomanın yanı sıra altta 18 üstte de 16 oturma sırasının bulunduğu tiyatro Helenistik Çağ izlerinin görülmesiyle birlikte büyük bir kısmının Roma devrinde yapılmış olmalıdır.
Tiyatronun kuzey-batısındaki bayırda üç yapıdan oluşan bir mimari dizi dikkati çekmektedir. Bunlardan ilkinin Bazilika tipinde bir kilise olduğu anlaşılmıştır. Kesme taşlardan yapılmış Apsis’i ile üç nefli bir erken Bizans kilisesidir. Diğeri Roma devrine ait bir hamamdır. Üçüncü yapının ne olduğu kesinlik kazanamamıştır. Bunun mabet veya kitaplık olduğu düşünülürse de kesin bir söz söyleyebilmek biraz zordur.
Bununla beraber megaron şeklindeki bu yapının Dionysos’a ait olması da olasıdır. Hamamın güneyinde Vespasianus çeşmesi ile Stoa yer almaktadır. Aynı zamanda eski limanın kuzeyindeki stoa Helenistik Çağ’da yapılmış, Roma döneminde de bazı ilaveler eklenmiştir. M.Ö.II. yüzyıla tarihlenen Stoa 94 m. uzunluğunda, tek yönlü bir yapı olup iki katlıdır. Alt katın Dor nizamında olmasına karşılık yıkıldığından dolayı ikinci kat hakkında bir bilgi yoktur. Stoa’nın hemen yanı başındaki Nymphaion “in antis” planındadır ve restore edilmiştir. Prof. Baki Öğün’ün burada yapmış olduğu çalışmalar sonunda taşlarının büyük bir kısmı yenilenmiştir. Ayrıca çok sayıda kitabe limana bakan yüzünde ortaya çıkarılmıştır.
Agora bütünüyle 2 m.ye ulaşan toprak tabakası altında kalmış ve 1981 yılında temizlenmesine başlanmıştır. Agora’yı çeviren revakların kalıntılarının yanı sıra bezemeli mimari parçalar da bulunmuştur. Agora’nın içindeki çeşmenin restitüsyonu da bu çalışmalar sırasında yapılmıştır.
Kaunos’da ele geçen yazıtlardan kent içerisinde birçok mabedin olduğu anlaşılmıştır. Çalışmaların bu bölgede yoğunlaşmasına karşılık bunların hangi tanrılara ait oldukları kesinlik kazanamamıştır.
Agora’nın kuzey-doğusundaki suni bir teras üzerinde Stoa ile Hamam arasında bulunan mabet Dor nizamındadır ve M.Ö. I.yüzyıla ait olmalıdır. Büyük bir olasılıkla Zeuss’a atanmış olmalıdır. Mabed’in çevresinde 30’a yakın mezarla karşılaşılmıştır. Erken Bizans dönemine tarihlenen bu mezarların çevresinde çok sayıda mimari parça ile karşılaşılmıştır. Bu buluntulara dayanılarak bu mabed Helenistik döneme tarihlendirilmiştir. Burada kalp şeklindeki portikonun başlıkları ile karşılaşılması oldukça ilginçtir.
Limanda, Agora’nın doğusundaki Korint nizamındaki mabet de mimarisine bakılarak M.S.II.yüzyıla tarihlendirilmiştir. Ayrıca Büyük limanın yakınında Prostylos plânlı, kuzey-güney doğrultusunda, Cella duvarlarının büyük bir bölümü ayakta olan bir başka mabet daha bulunmaktadır.