22
Aralık
2024
Pazar
YILDIZELİ - SİVAS

Pir Sultan Abdal


Pir Sultan Abdal

XVI.Yüzyılda Anadolu halkının çileli yaşamını dile getiren güçlü bir sestir.Kişiliği, sorunları dile getyirişi ve haksızlıklara karşı yürekli direnişiyle, halkla özdeşleşmiştir. Adı bir söylenceler zinciri biçiminde günümüze ulaşmış, şiirleri, haksızlığa başkaldıranlara örnek olmuş, bir Pir Sultan Abdal geleneği olmuştur. 

Pir Sultan Abdal’ın yaşamı üzerine, yazılı kaynaklarda pek bilgi yoktur. Yaşamı üzerine bilgiler, genellikle, kendi şiirlerinden, halk söylentilerinden, kuşaktan kuşağa anlatıla gelen menkıbelerden, bir de yakınlarının ya da başka ozanların onu anlatan şiirlerinden çıkarılır. 

Pîr Sultan, bağlandığı tarikatın din anlayışını, dünya görüsünü yansıtmakta ya da derinleştirmek için soyut şiirler yazan bir sanatçı değil, doğrudan doğruya başından geçenleri, kavgasını, özlemlerini, katlandığı acıları, yaşamının türlü yönlerini yansıtan somut şiirler yazmıştır. 

Şiirlerden, halk söylentilerinden çıkarılan bilgilere göre, Pîr Sultan, Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır Bucağına bağlı Banaz köyünde doğmuştur. Asıl adı Haydar’dır. Horasan’dan İran Azerbaycanı’ndaki Hoy Kasabası’na, oradan da Anadolu’ya göçüp Sivas’a yerleşen bir Türkmen soyundan olduğu düşüncesi yaygındır. Nasıl bir öğrenim gördüğü ise bilinmemektedir. Şiirlerinde kullandığı kavramlar, tekke ve medrese kültürü aldığı yolunda ipuçları vermektedir. 

Banaz’da bugün de Pîr Sultan’ın olduğu söylenen bir ev, önünde sairin yaşadığı dönemden kaldığına inanılan bir söğüt ağacı, ağacın altında, asâsının ucuna takip Horasan’dan getirildiğine inanılan bir değirmen taşı vardır. Pîr Sultan yaz aylarının güzel havalarında bu taşın üstüne oturup karısıyla sohbet edermiş. Köylüler bu evi, ağacı, taşı kutsal sayarlar. 

Kızının yaktığı ağıtta uzun boyluluğuna, biçimliliğine değinilen şairden, bir yerde soyunun Yemen’li olduğu, bir yerde ise Peygamberin öz torunu olduğunu söyler, bir yerde de İmam Zeynel-Âbidin’den "Zeynel dedem" diye söz eder. Uzmanlara göre, Pîr Sultan’ın bu sözleri söylemesinin nedeni halk üzerindeki etkisini arttırmak içindir. Muhammed Peygamber’in soyundan geldiklerini, "seyyid"liklerini ileri sürmek tarikat uluları arasında bir gelenektir. 

Çocukluğu çobanlıkla geçen Pîr Sultan’ın okuma yazma bildiği anlaşılıyor, ama bilgin bir kişi olduğu söylenemez. Tekke eğitimi çerçevesinde kalmıştır. Halifeler tarihini, peygamber menkıbelerini, evliya menkıbelerini, tarikat kurallarını, Yunus Emre’yi, Hatâyî’yi bilir. Bunlar dışında, çağının bilimleriyle ilgilenmediği gibi, divan edebiyatı ile de ilgilenmemiştir. Şiirlerinde Yunan mitolojisinin, İran mitolojisinin izleri pek yoktur. Ayrıca, genel olarak bütün tarikatların kaynaklandığı Tasavvuf felsefesinin yüksek konularına da girmez. 

Söylentiye göre, Pîr Sultan’ın üç oğlu, bir kızı varmış. oğullarından Seyyit Ali, Banaz köyünün üst yanındaki çam korusunda, Pîr Muhammed Tokat’ın Daduk Köyünde, Er Gaib de Dersim’de gömülüymüşler. Adi Sanem olan kızının Pîr Sultan asıldığı zaman söylediği ağıt çok ünlüdür. Bazı uzmanlar bu ağıtı Sanem’in ağzından bir tarikat ozanının yazmış olabileceğini belirtirler. 

Pîr Muhammed ise babası gibi sairdir. Delikanlı iken attan düşerek öldüğü, Pîr Sultan’in "Allah verdiğini almaz dediler / Bana verdiğini aldı n’eyleyim" derken bu olaya değindiği söylenir. Şiirlerinden uzun yasadığı, çok çocuğu bulunduğu açıkça anlaşılan sairin, sağlığında iki oğul acısı görmüş olduğunu ileri sürenler de vardır. 

Pîr Sultan Alevî-Bektaşî tarikatındandır. Tarikata girme arkadaşı, yani musaibi, Ali Baba’dir. Bağlandığı tekkenin pîri ise, Ahmet Yesevî’nin Anadolu’ya gönderdiği dervişlerden Koyun Babanın tekkesinde, Bektaşîliğin kurucusu Hacı Bektaş Veli’nin tekkesinde posta oturmuş, yani en üst makamlara getirilmiş Şeyh Hasan’dır. 

Pîr Sultan, bağlandığı tarikatça yalnız dinsel önder değil, devlet başkanı olarak da görülen İran Sahları adına, Anadolu halkını Osmanlılar’a karsı kışkırttığı,ayaklanmaya çağırdığı, belki de bir ayaklanmaya öncülük ettiği için, Sivas Valisi Hızır Paşa’nın emriyle tutuklanmış, yolundan dönmeyeceği anlaşılınca da asılmıştır. 

Söylentiye göre, asıldığı yer Sivas’ta eskiden Keçibulan adini taşıyan, sonra uzun süre Darağacı diye anılan, simdi ise Kepçeli denilen yerdir. Bugün Sanayi Çarsısı’nın karsısında Mal Pazarı olarak kullanılan bu alanın Gazhane bitişiğinde, sıra söğütlerin bitiminde bulunan, boyu beş metre, eni bir metreden fazla, bakımsız toprak yığını onun mezarıdır. Üstündeki moloz taslar, asılması sırasında Hızır Pasa’nın emriyle halkın attığı taslardır. 

Mezarının, bir menkıbeye göre Erdebil’de, Bektaşî geleneğine göre de Merzifon’da olduğu söylenir. Daha başka söylentiler de vardır, ama gerçeğe en yakın görünen söylenti asıldığı yere gömüldüğü, yakınlarının, tarikat erlerinin, hükümet baskısı yüzünden ölüsünü alıp köyüne bile götüremedikleridir.

Şiirlerinden, halk söylentilerinden çıkarılan bu dağınık bilgileri değerlendirebilmek için, önce, Pîr Sultanin ne zaman yasadığını saptamak gerekir. 

Uzmanlar "Yürüyüş eyledi Urum üstüne" diye başlayan şiirindeki sözlerine bakarak, Pîr Sultan Abdal’ın Sah Tahmasb zamanında yasadığını söylüyorlar. Bu şiirinde söyle sözler var: 

Aslini sorarsan Şah’ın oğludur
(...)
Koca Haydar Sah-i cihan torunu
Ali nesli güzel imam geliyor
"Koca Haydar Sah-i cihan" diye anılan, Sah İsmail’in babası Şeyh Haydar’dır. "Şah" diye anılan ise, Akkoyunlu Devleti’ni yıkıp Safevîogullari Devleti’ni kurarak Şîî mezhebi başkanlığı ile devlet başkanlığını birleştiren, Şah İsmail’in kendisidir. Şeyh Haydar’ın torunu, Şah İsmail’in oğlu da Sah Tahmasb’dır. 

Şah Tahmasb’ın saltanat döneminin (1524-1578) büyük bir bölümü, Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanat dönemine (1520-1566) rastlar. Bu iki hükümdar geçmişteki acı olaylar yüzünden, uzun süre ülkeleri arasında barısı sağlayamamışlar, İranlılar ile Osmanlılar, 1534’den 1554’e kadar, tam yirmi yılı anlaşmazlıklar, çatışmalar, savaşlarla geçirmişlerdir. Kanunî Sultan Süleyman 1534’de yaptığı doğu seferinde, İranlılar’ın elinde bulunan Bağdat’ı Osmanlı topraklarına katmış, Sah Tahmasb 1548’de Anadolu’ya girerek Kemah’a kadar ilerlemiş, 1552’de Erciş, Ahlat kalelerini geri almıştır. 

Pîr Sultan’ın şiirlerindeki olayların Sah Tahmasb dönemindeki olaylara uyması, daha sonraki İran şahlarının Anadolu üzerine "yürüyüş eylemiş" olmaları, bazı uzmanların kesin konuşmalarına, sairin bu dönemde yasadığından şüphe edilemeyeceğini söylemelerine yol açar. Oysa bu dönemde Sivas’ta valilik etmiş bir Hızır Paşa yok, ama 1552’de Köstendil, 1554’de Sam, 1560’da Bağdat beylerbeyliklerinde bulunmuş bir Hızır Pasşa var. 

Uzmanlar 1567’de ölen bu Hızır Paşa’nın, Bağdat’a giderken, Sivas’a uğrayıp oradaki ayaklanmayı bastırmış olabileceğini söylüyor. Bu görüş doğruysa, Pîr Sultan 1560’da asilmiş demektir. 

Pîr Sultan’ın dili on altıncı yüzyılın ikinci yarısının dilidir, diyen bazı uzmanlar ise sairin 1560’da asılmış olabileceğini kabul etmiyorlar. Onlar halk söylentisini değerlendirerek başka bir yoldan gidiyor, Sivas’ta valilik etmiş Hızır Paşa’yı arıyorlar.
Sofi Aziz Mahmut Hüdâyi Efendi’nin I. Ahmed’e yazdığı bir mektupta, Alevîler ile Şeyh Bedreddin’e bağlı olanları iyi tanıyan, onlarla uğraşmasını bilen bir Hızır Paşa’dan söz ediliyor. Belgenin ilgili bulunduğu dönemde ise iki Hızır Pasa yasamış. Birinin özellikleri söyle: 

Deli Hızır Pasa, Van Beylerbeyi (1582), Kars Beylerbeyi olarak Iran seferine katılma (1587), Erzurum Beylerbeyi (1588), Sivas Valisi (1588), Diyarbakır Valisi (1589), gene Sivas Valisi (1590), Tuna Muhafızı (1602), Budin Muhafızı (1605), ölümü (1607).
Deli diye anılması gözü pek, acımasız bir kimse olduğunu gösteriyor. Ayrıca İran seferine katilmiş, yani Safevîlere karsı savaşmış. Safevî yanlısı Alevîlere düşmanlık besleyebilir. İki kere Sivas’a vali gönderilmiş, ikincisinde oldukça uzun kalmış. Alevîleri iyi tanıdığı, onlarla uğraşmasını bildiği anlaşılıyor. 

Pîr Sultan’ı astıranın Sivas Valisi Deli Hızır Paşa olduğunu söyleyen uzmanların görüşü doğruysa, sairin ölümü 1588’de, ya da 1590’dan sonradır. 

Gene uzmanlara göre, Pîr Sultan 1534’de Bağdat’ın Osmanlılar’a geçişi üzerine, Iran Şahına,
Güzel Şah’ım çok yerlerden görünür
Asli nedir niye verdin Bağdat’ı
diye şiir yazmıştır. 1534 ile 1590 arasında 56 yıl var. Pîr Sultan bu şiiri yazdığında, diyelim 20 yasındaysa, 76 yasında ölmüş olur. 

Böyle uzun bir ömür sürdüğü kabul edilirse, uzmanlar arasındaki görüş ayrılıkları da sona erebilir. Çünkü bu uzun ömre hem Pîr Sultan’ın şiirlerindeki olaylara uygun düsen Sah Tahmasb dönemi, hem de Deli Hızır Pasa sığdırılabiliyor. 

Gene de bazı durumların açıklanması kolay değil. Örnekse, Pîr Sultan’ın şiirlerinde bir Alevî ayaklanmasından söz ediliyor, oysa Deli Hızır Pasa döneminde Sivas’ta böyle bir ayaklanma olmamış. 

Uzmanlar arasındaki görüş ayrılıklarının ötesinde, kesin olan sudur: Pîr Sultan abdal on altıncı yüzyılda Anadolu’da, Sivas yöresinde yaşamıştır.

Pîr Sultan Halk edebiyatı geleneklerinden hiç ayrılmamış, ölçü, uyak, biçim, dil, söyleyiş özellikleriyle, bir halk ozanı görünümünü hep sürdürmüştür. şiirlerini genellikle hece ölçüsünün 11’li (4+4+3 ve 6+5) ya da 8’li (4+4 ve 5+3) kalıplarıyla yazmış, arada 7’li kalıbı da kullanmıştır. Aruz ölçüsüyle şiiri yoktur. Yalnız, gene heceyle yazdığı bir şiirinde gazel düzenini denemiştir. Bunun dışında şiirleri hep dörtlükler biçiminde, koşma ya da semaî biçimindedir.
 
Çoğu zaman yarım uyak kullanmış, ses azlığını rediflerle giderme yoluna da sık sık başvurmuştur. 

Şiirlerinden Pîr Sultanin saza bağlılığı açıkça anlaşılıyor. İyi bir çalgı ustası olduğu da düşünülebilir. 

Konularını yalnızca dinsel inançlardan, mezhep ya da tarikat inançlarından almamış, yasamın çeşitli yönleri üzerine kesinlikle din dişi şiirler de söylemiştir. Tarikat şiirlerinde ise, Ali, On İki İmam gibi genel konuların yani sıra, kendi kavgasını, yaşadığı günlerdeki çatışmaları, ayrıntılarıyla yansıtmış olması çok ilginçtir. 

Kurumsal konulara, örnekse Tasavvufun derin sorunlarına girmemiş, yasam karsısında hep somut, hep dışa dönük kalmıştır. İnançlarının,kavgasının yılmak bilmez, sözünü sakınmaz bir propagandacısıdır.

Onun şiirlerini okurken Anadolu’nun toplumsal tarihi üzerine bilgiler ediniriz. devlet düzenini bozukluğunu, mezhep ayrılığından doğan iç kavgaları, bu yüzden Alevîlere yapılan zulümleri, kadıların haram yediğini, müftülerin yalan yanlış fetva verdiğini, Şiilerin karsılaştığı güçlüklerin Sünnî halktan değil, Sünni Osmanlı Devleti’nden geldiğini öğreniriz. Alevi Türkmenlerin, yönetimi durmadan bozulan, dinsel hoşgörüden uzaklaşan Osmanlılar’dan nasıl kopup, Mehdî diye, kurtarıcı diye Iran Şahlarına sarıldıklarını, siyasal kaygılara nasıl araç edildiklerini görürüz. Bu bağlanışın altındaki çaresizlikleri, giderek bu bağlanışın yarattığı umut kırıklıklarını sezeriz. 

Pîr Sultan din dışı konular islerken halk ozanlarının kalıplaşmış sözlerini kullandığı gibi, zaman zaman bunlardan bütünüyle uzaklaşmış köy yaşamını tertemiz, katkısız bir gözlem gücüyle yansıyan şiirler de söylemiştir. İnsan, hayvan, doğa sevgisiyle örülmüş şiirler... 

Kullandığı dil çağının konuşma dilidir. Yabancı sözcükler, din, mezhep, tasavvuf, tarikat aracılığıyla yasadığı günlerin konuşma diline girdiği oranda onun şiirlerine de girmiştir.

Pir Sultan, halk dili ve edebiyatıyla beslenmiş kusursuz söyleyişi belli bir inancın insancıl yanını vurgulayan dünya görüşü ve derin duyuşuyla çağında olduğu gibi günümüzde de etkisini sürdürmektedir.

Vekilinize soru sormak/sorununuzu iletmek ister misiniz?
Sorular/Cevaplar