Çorum-i Mustafa Rum-i Faruk Şeyrani (1839-1919)
H.1254 (1839) tarihinde Şiran'ın Sarıcalar köyünde doğmuştur. Hamile olan annesinin, aile efradıyla birlikte yaylaya çıkarken bir dere içerisinde doğum yaptığı ve o derenin nurla dolduğu rivayet edilmekte olup, Şeyh_i Şeyrani’nin doğduğu yer taşlarla çevrili hala muhafaza edilmektedir.
Şiran İlçesinde ve diğer İl ve İlçelerde Şeyh-i Şeyrani olarak bilinen Hacı Mustafa Efendi, yetiştirdiği öğrenciler ve güvenilir kişiliği ile İlçe insanına gönülde taht kuran evliyalarımızdandır.
Babası sarıca köyünde Ömer Efendi, annesi Babacan köyünden Nasulı oğullarından Havva Hatun’dur.
İlk eğitimini Şiran’da yapan Şeyh-i Şeyrani, medrese eğitimi yapmak üzere amcasının oğlu Ahmet Efendi ile birlikte Trabzon’a gitmiştir. Medreseden icazet aldıktan sonra Yurdun çeşitli Bölgelerini gezen Hacı Mustafa Efendi, gittiği yerlerde saygı ve sevgi ile karşılanmıştır. Daha sonra Çorum’a yerleşen Şeyrani, İlmi, ahlaki davranışları ile Tokat, Çorum, Amasya, Trabzon gibi yerlerde dilden dile anlatılmaktadır.
Tokat'ta tahsiline devam etmek için babasından izin almıştır. Kısa zamanda derslerindeki başarısı dikkati çekmiş, diğer talebeler müzakere için kendi odalarına davet etmeye başlamışlardır. İlim ayağa gitmez diyerek talebeleri kendi odasına çağırır, müzakere orada yapılırmış. Tokat'taki tahsili 4 yıl devam etmiş, sonra hocasının tensibiyle Uşak'a gönderilmiş, iki yıl kadar da Uşak'ta tahsil yapmıştır. Zahiri ilimleri ikmal edip icazet aldıktan sonra "Heybenin bir gözünü doldurduk, öbür gözü boş kaldı" diyerek tasavvufa olan meylini ortaya koymuştur.
Uşak'taki hocasının isteği üzerine Mekke'de ikamet eden Dağıstanlı Şeyh Yahya hazretlerine intisap etmek üzere Mekke'ye gitmiştir. Mekke-i Mükerreme'de konaklayacak bir yer bulamadığı için Mualla Kabristanı'nda iki mezar arasında yatmaya mecbur kalmış, yorgunlukla derin bir uykuyu daldığı sırada birisi, kendisini uyandırarak, Şeyh Yahya Efendi'nin tekkesine götürmüştür.
Tekkede müritlerin çokluğu yüzünden kimse kendisiyle ilgilenmemiş, kim olduğu, nereden, niçin geldiği sorulmamıştır. Böylece aradan aylar geçmiş, Efendi tam bir sabır ve teslimiyetle neticeye intizar eder olmuştur. Müritlerin dağıldığı bir sırada Şeyh Yahya Efendi, Yemenli arkadaşı ile birlikte Hacı Mustafa Efendi'yi huzura kabul edip "Artık zamanı geldi, kuru kalabalık dağıldı" diyerek, bu sadakatli müritlerine feyiz kanallarını açıvermiştir.
Nakşi tarikatının yetiştirme metotlarından olan sülûk ve riyâzât usulleri tatbik edilmiş, bu ihlaslı ve kabiliyetli müritler tasavvuf yolunda büyük merhaleler katetmişlerdir. Tekkede kaldıkları bu süre içinde yemeklerde haram şüphesi olabilir düşüncesiyle Mekke dağlarında ot yemek suretiyle takvanın zirvesine ulaşmışlardır. 7 yıl devam eden böyle mükemmel bir tahsil ve terbiye neticesinde kalp gözleri açılmış, kamil mürşit olabilecek olgunluğa ulaşmışlardır.
Şeyh Mustafa Efendi'nin Yemenli arkadaşının adı da Mustafa imiş. Mürşit mertebesine ulaşmış üçüncü bir arkadaşlarının bulunduğu, Pakistanlı sanılan bu zatın adının da Mustafa olduğu bilinmektedir. Şeyh Yahya Efendi, yetiştirdiği bu 3 Mustafa'nın irşat yerlerini tayinde müşkülatla karşılaşmış, sonunda şöyle bir çare bulmuş: "Üçünüz birlikte Medine'ye gideceksiniz, Ravza-i Mutahhara üzerine 3 boş kağıt koyacaksınız, kağıtlara ne yazılırsa ona göre hareket edeceksiniz" Şeyh Mustafa Efendi'nin kağıdına Anadolu, Çorum; Pakistanlı Mustafa Efendi'nin kağıdına Hindistan, Yemenli'nin kağıdına da Medine yazılmış. Böylece Peygamber Efendimizin manevi işaretleriyle görev yerleri tespit edilmiştir.
Şeyh Mustafa Efendi, çok sevdiği Medine-i Münevvere'den pek ayrılmak istemiyor, verilen görevi de yerine getirmek zorunda kaldığı için, Peygamber Efendimiz'den huzuruna tekrar kabul edilme dileğinde bulunuyor. Buna dair manevi işaret aldıktan sonra vapurla İstanbul'a dönmek üzere Cidde'ye hareket ediyor. Bir fakir derviş kılığında gemiye biletsiz olarak biniyor. Bilet kontrolü esnasında, biletsiz olduğu görülerek gemiden indiriliyor. Hareket saati geldiğinde geminin hareket edemediği hayretle görülüyor. Herhangi bir arıza olup olmadığı araştırılıyor. Arıza bulunamıyor. Sonunda gemiden indirilen derviş akla geliyor. Sıkı bir aramadan sonra bir mescitte derviş bulunuyor. Hürmetle gemiye alınıyor. Böylece Efendi'nin kerameti ortaya çıkıyor, kendisine "Gemiyi Durduran Kara Şeyh" lakabı veriliyor.
Gemi tehirli kalkmasına rağmen normal zamanından daha önce İstanbul'a varmış oluyor. Geminin kaptanı, Şeyh Efendi'nin büyüklüğünü anlıyor, bunu Sultan Abdulhamid'e bildiriyor. Padişah, Efendi Hazretleri'ni huzura kabul ediyor. Şeyhülislâm'ın başkanlığında toplanan ünlü alimler arasında 26 mesele üzerinde münazara yapılıyor. Sigaranın haramlığı da dahil, Efendi'nin görüşleri takdirle karşılanıyor.
Padişah, Şeyh Efendi'ye huzurda kalmasını ısrarla teklif ettiği halde, Efendi bunu nezaketle reddediyor. Sultan'ın verdiği altınları kabul ettiğini, fakat Hazine'ye iade ettiğini söylüyor. İstanbul'dan hareketle Çorum'a geliyor. Mekke'de iken tanıştığı zengin bir zat tarafından Çorum'da ilgi görüyor. Tekke açmak suretiyle irşat görevine başlamış bulunuyor.
Orta Anadolu'yu kapsayan geniş bir irşat faaliyetine girişmiş oluyor. Zahiri ilimlerin yanında, Nakşî tarikatını da yaymaya çalışıyor. İlmi, irfanı, ihlâsı sayesinde çok başarılı bir irşat hizmeti veriyor. Tekkesi ziyaretçilerle dolup taşıyor. Müritlerinin sayısı bilinmiyor. Tekkede yenen ekmeklerin daha helal olmasını sağlamak için özel bir yel değirmeni yaptırdığı, ekinlerin burada öğütüldüğü söyleniyor.
Böyle sıkı bir çalışma neticesinde 366 tane halife yetiştirdiği, her birini ayrı ayrı yerlerde görevlendirmek suretiyle hizmet sahasını genişlettiği bilinmektedir. Bu halifelerden en sonraya kalan Niksarlı Hacı Ahmet Efendi 1334 (1919) tarihinde vefat etmiştir.
Çeşitli kitaplar ve şiirler yazdığı söylenen Hacı Mustafa Efendi’nin basılı eserlerine henüz rastlanmamıştır. Dilistan, Bedestan ve Gülistan isminde üç kitabının olduğu söylenmektedir.
Şeyrani’nin, Çorumda da çok öğrenci yetiştirdiği bilinen bir gerçektir. Bazı kaynaklarda Şeyrani’nin ismine rastlanmakta olup, Şehler Şeceresinde Çorum-i Mustafa Rum-i Faruk Şeyrani olarak yazılmıştır.