22
Aralık
2024
Pazar
ŞEBİNKARAHİSAR - GİRESUN
Belediye Sayfaları

Hüsnü Tekışık


Okuyacağım paşa olacağım


"Hayatta engellerle ve yokluklarla karşılaştım. Fakat o engeller durduramadı beni, yokluklar yıldıramadı. Daima azmetmişimdir. İşte, bir samanlıkta 1948’de göreve başlayan bir öğretmen, 80’lere gelince, okul yaptıracak bir duruma geldi. Bunu takdir edenler oldu, örnek alanlar oldu. Bana ’Efsane Öğretmen’ ismini taktılar. Efsane Öğretmen adıyla roman; ’Dağı Delen Öğretmen’ adıyla tiyatro eseri yazıldı"

İÇİMİZDEN BİRİ HÜSEYİN HÜSNÜ TEKIŞIK (88)

1928’de Giresun Şebinkarahisar’da doğar. İsmail Hakkı bey ve Şaziye hanımın beş çocuğunun en küçüğüdür. 1945’te Sivas Öğretmen Okulu’na başlar, 1948’de mezun olur olmaz Bingöl’ün Karlıova ilçesinin Bahçeköyü’ne tayin olur. İlk senenin sonundaki yaz tatilinde Ayten hanım ile evlenir ve onunla birlikte görev yerine geri döner. Uzun yıllar çeşitli illerde, ilçelerde öğretmenlik, müfettişlik ve bakanlıkta görevler üstlenen Tekışık, öğretmenlik yıllarından başlayarak mesleki birikimini kitaplaştırır, pek çok ders kitabı yazar, önce eşinin tek başına yürüttüğü sonra kendisinin de ortak olduğu yayınevini kurar. İlk öğretmenlik yıllarında söz verdiği gibi her ilde bir okul kampanyası başlatır. 1995 yılında Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı’nı kurar.

Annem ev hanımıydı, babam polis... Hatırlıyorum, beş yaşındaydım, annem elimden tutar beni amcamlara götürürdü. Amcam da öğretmendi. Yolumuzun üzerinde ağaçların arasında bir okul vardı, bir gün anneme dedim ki, ’Anne, ben büyüycem, okula gidecem, okuycam, paşa olacam, böyle okul yaptıracam’. Bizim evimiz, şehrin kenar semtindeydi. Çocukluğum, tarlada, bahçede çalışmakla geçti, doya doya oynamaya vakit bulamadım desem, inanın. İlkokula başladım, okula başlamam için yaşımı büyüttüler, o kadar istekliydim ki. Yalnız evimizle okul arası 15-20 dakika çekiyordu. O zaman tabii, yollar muntazam değil, ilkokulu, ortaokulu bitirene kadar hep yürüyerek giderdim. Kış çok olurdu, karlara bata çıka giderdim. Ve yıllardan savaş yıllarıydı, defter bulunmuyor, kitap bulunmuyor, gazyağı yoktu, elektrik tabii yok. Kar üzerinde matematik problemi çözerdim. Elime bir sopa alır, çöze çöze, yazı yaza yaza giderdim okula. Efendim, gece ay ışığında ders çalıştığımı bilirim. Şimdi o yazı yazdığım yerlerde, Anadolu lisem var, orda şimdi gençler okuyor. Babam bana para verirdi ara sıra, okul harçlığı. Şebinkarahisar’da salı günleri pazar kurulur, o zamanlar böyle kırtasiyeci falan yok. Harçlığımla o sergilerden kitap alırdım. Meyve sandığından da küçük bir dolap yaptım. Ve böyle aldığım kitaplarla, kendime daha ortaokuldayken bir kütüphane kurmuştum. Bizim zamanımızda öğretmen olacak öğrenciler, sınava filan alınmazdı, bunların ortaokulda durumları inceden inceye takip edilir, değerlendirilirdi. Öğretmenler kurulu en başarılı öğrenciler arasından seçti, Sivas Öğretmen Okulu’na gönderdi. Ve mezun olunca da, bakın atanma dilekçemize, hiç tereddütsüz, istediği il sorusunun karşısına, vatanımda bayrağımın dalgalandığı her yer diye yazmıştım. 20 yaşında Bingöl’ün Karlıova ilçesi, Bahçeköyü’ne atanınca, bavuluma Atatürk’ün Nutuk’unu, birkaç fotoğrafını, bir bayrak ve bir de meslek kitaplarımı koyup sevine sevine yollara düşmüştüm. O yıllarda doğuda, iller arasında düzgün bir yol yoktu. Köprü yoktu, en modern ulaşım aracı kamyondu. Kamyondan sonra da at ve katırdı. Etrafımdakilere dedim ki, ’Ben Karlıova’ya gidecem, nasıl giderim?’, dediler ki, ’Sen şimdi şu yatağını sırtlıycaksın, bavulunu da eline alacaksın, 8-10 kilometre ilerde, Murat Nehri var, o nehrin kenarına kadar yürüyceksin, orada bir sal var, o sala binip karşıya geçeceksin’. Karşıya geçtik, karşıda saatlerce kamyon bekledik. Kamyonun üzerine çıktık, gece efendim Bingöl’e gittik. Otel yok, yalnız bir marangozun atölyesinin üstünde iki oda var, otel olarak. Benim gideceğim Karlıova’ya ulaşım atla, başka bir şey yok. 50 kilometrelik yolu atla gittik. At batar kara, ayakları kırılır. Yakındaki bir köye sığındık. Köylülere durumu anlattım, bizi misafir ettiler, dedim ki ben öğretmenim, Karlıova’ya gidecem. ’Üzülme beyim’ dediler, ’Sana yarın biz bir öküz veririz, bir de bekçi veririz.’ Neyse, öküzüle çıktık yola, tabii kar diz boyu. 20 yaşındayım, karlara bata çıka 50 kilometrelik yolu gittim. Köye gittiğim zaman, okul olarak karşıma ne çıktı biliyor musunuz, bir samanlık. 20-25 metrekare bir samanlık. Şöyle biraz bekledikten sonra, gözüm alıştı, bir de baktım ki, çocuk sesleri geliyor, çocuklar duvarların dibine dizilmiş taşların üzerinde oturuyorlar. Çocuklara dedim ki, hadin çocuklar, çıkın bakayım dışarıya, kar. Ama her evin önünde de, meşe sırıkları var, getirmişler ormandan, kesip yakıyorlar. Gidin evinizden bir küçük balta falan getirin, birer tane de sırık getirin dedim. Çocuklar getirdiler, efendim hemen o sırıkları yonttuk, taşları dışarı attık. Çocukların oturacağı yerlere, o sırıkları güzelce dizdim. Çocuklar taşın üzerinden kurtulup o banklara oturunca, bir rahatladılar ki, sorma gitsin. Ve bir sırığı da samanlığın önüne diktim, bavulumdaki bayrağı da çektim ona, işte o zaman hani, atanma dilekçeme de yazdım ya, ’vatanımda bayrağımın dalgalandığı her yer’ diye, bayrağı da çektim. Ve öğretmenlik mesleğine, işte böyle başladım."

Her ile bir okul
"Okul tatil olunca memleketime geldim, eşim Ayten hanımla evlendim. Eşimi de aldım, o Bahçeköyü’ne götürdüm. Benim eşim Bingöl’e, başka illerden gelen, Bingöl’ün köylerine başka illerden gelen ilk öğretmen eşidir. Köyün en güzel odasını bize boşalttılar, verdiler. Bir yıl da eşimle beraber kaldık orda. Eşim akrabamdır. Çocukluğumda derdim ki, meşhur bir türkü vardı, büyüdüğüm zaman, Tamzara’yı yıkacam, Ayten’i alacam derdim. Köye geldik. Önce eşimin kıyafeti onlar için değişik geldi. Köylü kadınlar görmemiş, o şehirli tipini. Eşim bana dedi ki, sen dedi, kazaya gidince, bana altı metre, şöyle güllü falan, renkli bir pazen al. Bir de beş-altı metre beyaz tülbent al dedi. Onu aldım, eşim kendisine, onlara benzer bir kıyafet dikti. O kıyafeti giydi, tülbenti de başına sarınca, bunlar o köylü kadınlar, kendilerine benzer bir kıyafetle gördüler eşimi, hepsi boynuna sarıldılar. Eşim onlara, Türkçe ve okuma yazma öğretmeye başladı. Onlara dikiş öğretti. Ve bizi nasıl sevdiler. İkinci sene sonunda beni, Karlıova ilçesi Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atadılar. Tabii köylü bunu duyunca çok üzüldü. İnanın ayrılırken biz de ağladık, onlar da ağladılar. İlçede de okulum ne biliyor musunuz, 70 metrekarelik bir tahta baraka. Böylece samanlıktan tahta barakaya terfi ettik. Öğrenciler kitap bulamıyor, kalem bulamıyor, defter bulamıyor. Düşündüm, o zaman da bir yönetmelik çıktı, okul kooperatifi yönetmeliği. Birleşik Okullar Kooperatifi’ni kurdum. Çocukların defterleri, kitapları, efendim bütün ihtiyaçları okulun saati, Atatürk resmi, bayrağı, bunların hepsini kooperatif vasıtasıyla temin ettim. Orada altı yıl çalıştım. Yedek subaylığımı yapmak üzere ayrıldım. İki tane at kiraladım, bir ata kitaplarımı yükledim, bir ata da yatağımızı. Büyük kızım oldu o arada, Karlıova doğumludur Betül. Onunla eşimi bindirdik, ben yine yaya yürüdüm. Ben yedek subaylığımı tamamladıktan sonra Gazi Eğitim’de okumak istedim ve Ankara’ya geldim... Bu arada beni bakanlığa çağırdılar. ’Sana ihtiyacımız var, Gazi Eğitim’i dışardan bitirirsin, seni bakanlık mevzuat şubesine tayin edecez’ dediler. Yani o zaman, bir işe adam aranırdı, adama iş değil. Ankara’da Samanpazarı’nda, tek katlı, ahşap bir ev kiraladık. Bu arada Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü’nü bitirdim, müfettiş olarak Sivas’a atandım. Müfettişliğimde de yine durmadan okudum ve yazdım. Ankara’ya tekrar atandım. Bu sefer, eğitim şubesi müdür yardımcılığına atandım, 1962 ilkokul programının hazırlanmasında çalıştım. Daha sonra, deneme okulları müfettişi oldum. 1975’e kadar müfettiş oldum. Yalnız, kitaplarımın sayısı arttı, 1963’te, eşim Ayten hanım adına, Rehber Yayınevi’ni kurdum. Daha sonra, 1975’te emekli oldum, kendimi tamamen kitap yazmaya verdim. 1979’da Dünya Çocuk Yılı’ydı. Bir milyon çocuk okul binası yetersizliği nedeniyle okula gidemiyordu. İlk görev yerim Karlıova’da eşimle bir söz vermiştik. ’Tanrı bize para nasip etse, paramız olsa, biz böyle yerlere okul yaptırırız’ demiştik. Emekli olunca da Çağdaş Eğitim Dergisi’ni yayımlamaya başladım ben. Orda yazdığım bir makalede durumu anlattım, dedim ki, ’Devletin ayırdığı ödenek kafi gelmiyor, okul binaları yetersiz, bir milyon çocuk okula devam edemiyor, devam edenler de 70, 80, 100 kişi bir sınıfta ikili, üçlü öğretim yapıyor. Milli Eğitim Bakanlığı hayırseverleri okul yaptırmaya teşvik etsin’. İşte ben, emekli bir öğretmen olarak, böyle bir gerekli işe örnek olmak istiyorum dedim ve ilk okulumun binasının temelini attım. 12 Eylül oldu bu arada. O okulu ben, emekli bir öğretmenin Atatürk yılı armağanı olarak, milletimin çocuklarına bağışladım. Tekışık ailesi olarak biz, ’Her ile bir okul’ kampanyası başlattık, 1980’de. Ondan sonra, ’Kendi okulunu kendin yap’ kampanyaları başladı.
Hakkari’den Edirne’ye kadar, 14 okul, bir kültür merkezi, bir halk eğitim merkezi, bir rehberlik araştırma merkezi ve bir öğretmen evi yaparak milli eğitime armağan ettim. Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı’nı kurduk. 1995’te eşim ve kızlarımla beraber kurduk. 80 kadar kitap yazmışım.
"Bugün, bilimsel çalışmalar düzenletiyorum, bunlarla meşgulüm. Beni çok yaşlı zannederler kitaplarımı okuyanlar, beni gördükleri zaman, derler ki, ’Biz sizi çok yaşlı zannediyorduk, siz gençsiniz.’ ’Hayır’ derim ’Ben genç değilim ama, ben o kadar çalıştım ki, çalışmaktan ihtiyarlamaya zaman bulamadım."

Tüm görüşmeler kitaplaşacak...
Tam 88 hafta önce, 16 Şubat 2003’te "Tarih Vakfı yeni bir sözlü tarih projesine başlıyor" anonsuyla merhaba demiştik. Esas olarak ulusal çapta bir sözlü tarih projesi olan Tarihe 1000 Canlı Tanık, kaynak kişileri ve meraklılarıyla buluşmak için Milliyet Pazar’ı seçiyor, gazete de bir ilki gerçekleştirerek sosyal bilimler için bile yeni bir yaklaşım olan sözlü tarih ürünlerini okurlarıyla paylaşıyordu. Bir yılı aşkın sürenin sonunda, ayrılık vakti gelip çattı. Her hafta Milliyet Pazar’ın sayfalarından size ulaşan yazılarımızı bu hafta itibarıyla bitiriyoruz. Tarih Vakfı Tarihe 1000 Canlı Tanık proje ekibi çalışmaya devam ediyor. Proje ekibi yeni yıldan başlayarak biriktirdiklerini, kaynak kişilerle yapılan görüşmeleri vakfın Toplumsal Tarih dergisinde yayımlamayı sürdürecek. Öte yandan 88 hafta boyunca yayımlanan görüşmelerin tümü bir albüm kitapta toplanıyor. En kısa sürede okurlarına ulaşacak albüm kitap Milliyet ve Tarih Vakfı işbirliğiyle hazırlanıyor.

"Yaşamı" tarihin içine katmak
Artık oynanmayan bir çocukluk oyununun, vardiya aralarında yapılan şakaların, radyo başlarında mahallece dinlenen ajansların, dağlar aşılarak gidilen okul yollarının da tarihe dahil olduğu duygusu/tahayyülü bizi yollara düşüren...
Biliyoruz ki, insanların yaşamları kıymetlidir ve onları dinlediğimizde beklediğimizden daha fazla şey öğrenir, zenginleşiriz. Dinlediğimiz yaşamları kaydetmek ölümsüz kılar onları! İşte bu bilgilerden oluşan bir arşiv ise bu zenginliği toplumsal bir hazineye dönüştürür.
Her hafta Milliyet Pazar sayfalarında konuk olduğunuz Tarihe 1000 Canlı Projesi ile toplumun farklılıklarını, renklerini yansıtacak ve yaşı yetmişin üzerinde olan bin kişiye ait yaşam öykülerini, tanıklıklarını kaydettik, ediyoruz.
Hedefimiz tarihe başka türlü de bakabilmenin patikalarını oluşturmak; ders kitaplarında yer alan büyük insanların, kahramanlıklarla ve savaşlarla dolu tarihin gerisinde duranı, sıradan insanların yaşamlarını da tarihe dahil etmek. Büyük toplumsal olayların, dönüşümlerin içinde bunları bizzat yaşayan insanların yaşam çizgilerini, onların tüm bunları nasıl tecrübe ettiklerini, yaşadıklarını nasıl anlamlandırıp nasıl aktardıklarını kaydetmek temel amacımız. Projemizin izlediği sözlü tarih yöntemi bugün, tarihin eksik olan büyük resmini, yaşamların bilgisi ile tamamlamak için en önemli araçlardan biri.
Tarih Vakfı, Tarihe 1000 Canlı Tanık Projesi’ni, yıllardır bu alanda gerçekleştirdiği toplantıların, yayınların ve yürüttüğü diğer sözlü tarih projelerinin oluşturduğu birikim ve deneyime ekleyerek ulusal düzeyde büyük bir sözlü tarih arşivi oluşturma çabasında... Bu arşivden sosyal bilimler alanında araştırma yapanlar kadar örneğin modanın tarihi, kadın erkek ilişkilerinin değişimi, bir şehrin eski hali veya unutulan masalları dinlemek isteyenler de yararlanabilecek. Proje boyunca kaynak kişilerimiz yaşamlarını, tanıklıklarını sıkılmadan yeniden yaşayarak, ağlayarak, gülerek, durup düşünerek, öykülerini bir kez daha değerli bularak anlattılar. Evlerinde, villalarda, kapıcı dairelerinde, ayakkabıcı atölyelerinde, huzurevlerinde yaptık görüşmelerimizi. Onlar bizleri yaşamlarına dahil ettiler. Elleriyle yaptıkları pastaları ikram ettiler, fotoğraflarını verdiler, köylerini gezdirip şiirlerini okudular, günlüklerini gösterdiler… Hepsine bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz. Tarih Vakfı TBCT ekibi olarak yolumuza devam ediyoruz... "Yaşamı" tarihe katmak için daha görüşülecek çok kaynak kişi var, biliyoruz. Ve onlar sabırsızlıkla bizi bekliyor... (Kaynak kişi önerileriniz ve projeye yönelik her türlü destek için Tarih Vakfı Tarihe 1000 Canlı Tanık Proje Ekibi iletişim bilgilerini veriyoruz. 

Vekilinize soru sormak/sorununuzu iletmek ister misiniz?
Sorular/Cevaplar