21
Kasım
2024
Perşembe
İSTANBUL

Osmanlı Padişahları 3


OSMANLI PADİŞAHLARI 3

Sultan I.Abdülhamid   (28 Mart 1725-7 Nisan 1787)


Osmanlı Padişahlarının yirmi yedincisi ve İslam Halifelerinin doksan ikincisi olan Sultan Birinci Abdülhamid, İstanbul’da doğdu. Sultan Üçüncü Ahmed ile Rabia Şermi Sultan’ın oğludur. Küçük yaştan itibaren dönemin ünlü alimlerinden ilim öğrendi. Akıllı,zeki,ileri görüşlü, kültürlü,gayretli bir şehzade olan Abdülhamid, ağabeyi Sultan Üçüncü Mustafa’nın 21 Ocak 1774’de ölümü üzerine 49 yaşında tahta geçti. 

Hat sanatı ile de meşgul oldu. Merhametli, nazik ve saf bir insan olarak tanınıyordu. Saltanatı süresince bir çok ıslahat ve imar hareketlerinde bulundu. Devlet işleriyle daima yakından ilgilendi. Her sorun hakkında fikir ve görüşlerini vezirlerine bildirirdi. Yetenekli vezirler atamaya çalıştı. Halka karşı daima şefkatli ve ılımlı davrandı. 

Osmanlı devletinin en sorunlu döneminde tahta çıkan Sultan Birinci Abdülhamid, Rus savaşını kardeşi Sultan Üçüncü Mustafa gibi en az zararla kapatmayı düşünüyordu.Altı yıl boyunca devam etmekte olan Rus savaşı Osmanlı Devleti’nin aleyhine gelişiyordu ki sonuçta Sultan İkinci Abdülhamid, Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılması, Rusların Karadeniz’de donanma bulundurmaları ve Ortodoks koruyuculuğunu yapmaları şartlarını kabul etmek zorunda kaldı. 

Bu antlaşmanın en ağır maddelerinde biri Kırım’ın Rusya’nın müdahalesine açık bırakılması idi. Bu nedenle Rusya ile her an barış döneminin bozulabileceğini hesaplayan Sultan Birinci Abdülhamid, Kapıkulu ocaklarının yeniden düzenlenmesi için harekete geçti. Fransa’dan mühendisler getirtti. Mühendishâne-i bahr-i hümâyunu (Devlet Deniz Mühendishanesi’ni) kurdurdu. Topçu ocağı geliştirildi.
Yeniçerilerin sayımını yaptırdı ve gereksiz yere fazla para alanları tespit ettirdi. Bu çalışmaları yürüten Sadrazam Halil Hamid Paşa, çıkarları bozulanlar tarafından padişaha şikayet edildi. Halil Hamid Paşa, yaptığı tüm olumlu çalışmalara rağmen, bu konuda yanıltılan Sultan Birinci Abdülhamid’in emriyle idam edildi.Bu arada Rus savaşlarının yarattığı karşılıklardan yararlanarak Anadolu, Mısır, Hicaz ve Şam’da çıkan isyanları bastırdı. İran kuvvetlerinin sınır ihlali üzerine başlayan savaşlar Osmanlıların zaferiyle sonuçlandı. Basra ele geçirildi. Rus tehlikesine karşı Soğucak ve Anapa kaleleri sağlamlaştırıldı. Öte yandan 1784’de Rusya, Kırım’daki hanlık çekişmelerini fırsat bilerek bu ülkeye girdi ve binlerce Müslüman ve Türk’ü öldürdükten sonra kendi topraklarına kattı. 

Rusların Kırım hanlığını ele geçirmeleri üzerine Sultan Birinci Abdülhamid, 1787’de Rusya’ya savaş ilan etti. Ancak Rusların Avusturya’yı da savaşa ikna etmesi, Osmanlı Devleti’ni iki cephede savaşmaya mecbur bıraktı. Serdar Koca Yusuf Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Sebeş’de Avusturya kuvvetlerini yendi. Buna karşılık Rus cephesinde komutanlar arasındaki rekabetler, bozguna zemin hazırladı. Ruslar Yaş ve Hotin kalelerinden sonra Özi’ye de girdiler ve katliam yaptılar. 

Sultan Birinci Abdülhamid, bütün başarısızlıklara rağmen Osmanlı padişahları arasında iyi niyeti ve gayreti ile anıldı. 1782 yılı yazında İstanbul’da çıkan yangında itfaiye işlerini bizzat kendisi yürütmesi sonucu halkın sevgi ve takdirini de kazanmıştı.
Dindarlığı ve iyiliği sebebiyle halkın "veli" olarak gördüğü Sultan Birinci Abdülhamid, 15 yıl 2 ay 17 gün süren saltanattan sonra, 1789 yılı Nisan ayında 64 yaşında öldü. Cenazesi Bahçekapı’da kendi yaptırdığı türbesine gömüldü. 

Sultan Birinci Abdülhamid devrinin güç şartlarına rağmen yapıcı bir padişah olarak kabul edilir. Annesi Rabia Sultan adına Beylerbeyi Camisi’ni, kızı Hümaşah Sultan ile oğlu Şehzade Mehmed için Emirgan Camisi’ni yaptırmıştır. İsmini taşıyan bir camisi olmamakla beraber Bahçekapı’da imaret, sıbyan mektebi, sebil, medrese ve türbeden ibaret bir külliye meydana getirmiştir. Medine’de bir medresesi, İstanbul’un çeşitli yerlerinde de çeşmeleri vardır. Kasımpaşa Deresi’nin kıyısında Denizciler Kışlasının yapımına Onun zamanında başlanmış (1730) Sultan I.Mahmud’un yaptırdığı Bahçeköy Bendini de (1784) tamir ettirmiştir. Bahçekapı’daki bugünkü Dördüncü Vakıf Hanı’nın bulunduğu yerdeki imareti meşrutiyetin ilk yıllarında yıktırılmıştır.

Bu yapı topluluğunu yapmadan önce aynı yerde bir cami yaptırmak istemiş, ancak Yeni Cami gibi büyük bir mabedin yanında kurulacak imaretin daha hayırlı olduğunu düşünerek bu kararından vazgeçmiştir. Sultan Birinci Abdülhamid’in türbesi medresenin yanındaki Apologotheton Manastırı’nın arsası üzerine barok üslupta Mimar Tahir Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Sultan III.Selim   (24 Aralık 1761-28 Temmuz 1808)

Osmanlı padişahlarının yirmi sekizincisi ve İslâm Halifelerinin doksan dördüncüsü olan Sultan Üçüncü Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde İstanbul’da doğdu.Sultan Üçüncü Mustafa ile Mihrişah Sultan’ın oğludur.Falcılara inanan babası Sultan Üçüncü Mustafa, onların yeni doğan oğlu Selim’in eşsiz bir cihangir olacağını söylemeleri üzerine, büyük bir sevince kapılmış, yedi gün yedi gece bayram yapılmasını emretmiştir. 

Sultan Üçüncü Selim, doğum günündeki bu hava içinde büyüdü. Sarayda çok güzel bir şekilde yetiştirildi. Sultan Üçüncü Mustafa, kendisinden sonra oğlu Sultan Üçüncü Selim’in padişah olmasını istemişti. Ancak, babasından sonra padişahlığa amcası Sultan Birinci Abdülhamid getirildi. Sultan Birinci Abdülhamid, Sultan Üçüncü Selim’i sarayda göz önünde bulunduruyor, ancak yine de onun eğitimine önem veriyordu. Amcası Sultan Birinci Abdülhamid’in ölümü üzerine 7 Nisan 1789 günü 28 yaşındayken Osmanlı tahtına çıktı. 

Sultan Üçüncü Selim edebiyata ve güzel yazı yazmaya çok meraklıydı. Yazmış olduğu hat ve levhalardan bazıları cami ve türbelere asılmıştır. Arapça ve Farsça dillerini çok iyi konuşuyordu. Çok merhametli bir insan olan Sultan Üçüncü Selim dinine, vatanına ve milletine çok düşkündü. Ciddi bir eğitim görerek yetişti. İyi bir şair, tamburi neyzen ve hanende idi. Bestekar da olan Sultan Üçüncü Selim, güzel sanatlara düşkün, açık fikirli, ancak zaafa varacak kadar yumuşak karakterliydi. Osmanlı Devleti’nde batıcılığın yerleşmesini istiyordu. 

Sultan Üçüncü Selim’in hükümdar olduğu sırada Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşları devam etmekteydi.Bu ordularla başa çıkamayacağını anlayan Sultan Üçüncü Selim, Avusturya ile 1791’ de Ziştov, Rusya ile de 1972’ de Yaş antlaşmalarını imzaladı. Bu sırada Avrupa’nın ve komşularının Fransa ihtilali ile meşgul olmalarını fırsat bilen Sultan Üçüncü Selim, yenileştirme hareketine girişti. Devlet adamlarının bu konudaki fikirlerini raporlar halinde aldı.
 
Bir komisyon kurarak ıslahat programını hazırlattı. Bu programda askeri ıslahatın yanı sıra, mülki, idari, ticari, sosyal ve siyasi düzenlemeler de yer alıyordu. Bu programa bağlı olarak 24 Temmuz 1793’ de Bostancı ocağına bağlı, modern tarzda Nizam-ı Cedid adıyla yeni bir ordu kurdu. Ordunun teknik sınıfları takviye edilerek , humbaracı, topçu ocakları için yeni kanunlar yapıldı. 

Avusturya, Fransa, Prusya ve İngiltere merkezlerine gönderilen elçiler, oralardaki her türlü ilerlemeler ve gelişmeler hakkında bilgiler toplayarak İstanbul’ a rapor edeceklerdi. Sultan Üçüncü Selim, bu yenilikçi çalışmaların sonuçlarını kısa sürede almaya başladı. Mısır’ ı işgal eden Napolyon’ un 17 Mart 1799’ da Akka kuşatması Nizam-ı Cedid ordusu tarafından kırıldı. Akka önünde bozguna uğrayan Napolyon, 22 Ağustos 1799’ da Mısır’ı da terk etmek zorunda kaldı. 1803’ de Arabistan’da ortaya çıkan Vehhabi isyanı bastırıldı. 

1805’ de Fransız ihtilalinin etkisiyle Rumeli’de baş gösteren isyan hareketleri Abdurrahman Paşa komutasındaki Nizam-ı Cedid askeri tarafından kısa bir sürede bastırıldı. Bu olayları fırsat bilen Rusya, Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmaya başladı. Osmanlı topraklarına girerek Hotin, Bender, Kili ve Akkerman’ ı ele geçirdi. İngilizler Mısır’ a saldırdı.Ancak, yeni Osmanlı orduları, İngiliz ve Ruslara her cephede üstünlük kurdular. 

Osmanlı ordusu cephede başarılar elde ederken, İstanbul’ da Nizam-ı Cedid karşıtları harekete geçti. Fransa ve İngiltere’nin de etkisi ile Osmanlı devlet adamlarının bazıları da olayları kışkırttı.Büyük bir isyanın başlaması üzerine Sultan Üçüncü Selim, Nizam-ı Cedid ıslahatlarını kaldırdığını açıkladı. Ancak isyancılar yine de Nizam-ı Cedid taraftarı devlet adamlarını şehit ettikleri gibi, Sultan Üçüncü Selim’i de tahttan indirdiler (29 Temmuz 1808) ve Şehzade IV.Mustafa’yı padişah ilan ettiler. Alemdar Mustafa Paşa kuvvetleriyle gelerek Sultan Üçüncü Selim’i tekrar tahta çıkarmak istedi ise de, daha önce davranan yeni padişahın adamları tarafından Sultan Üçüncü Selim öldürüldü (28 Temmuz 1808).Cenazesi Laleli Camisi avlusundaki babası Sultan Üçüncü Mustafa’nın türbesine gömüldü. 

İmar faaliyetlerine de önem veren Sultan Üçüncü Selim,
İstanbul Selimiye Camisi, Tophane Kışlası, Haliç Humbaracı ve Lağımcı Kışlaları’nın dışında
İsakçı ve Üsküdar Zahire Ambarları gibi büyük ve önemli binalar inşa ettirdi. Eyüp Sultan Camisi’ni onartıp, türbenin kapılarını gümüşten yaptırdı. Konya’daki Mevlana türbesinde bazı kısımları da tamir ettirdi. Soma Hızır Bey Camisi, Yozgat Cevahir Ali Efendi Camisi, Eyüp Mihrişah Valide Sultan Külliyesi, Safranbolu İzzet Mehmed Paşa Camisi, Bursa Emir Sultan Camisi ve Türbesi, İzmit Hisar Bey Camisi de Sultan Üçüncü Selim döneminde yapılan diğer eserlerdir. Devrinin divan şairi Şeyh Galip ile çok yakın dostluğu olmuş, aynı zamanda da Mevlevi olduğu da söylenir. Nitekim harap ve perişan haldeki Galata Mevlevihanesi Onun zamanında yeniden onarılmış, bunu belirten kitabeler de, Mevlevihanenin avlu girişine konulmuştur.

Sultan IV.Mustafa   (8 Eylül 1779-16 Kasım 1808)

Osmanlı Sultanlarının yirmi dokuzuncusu ve İslâm Halifelerinin doksan dördüncüsü olan Sultan Dördüncü Mustafa, 8 Eylül 1779 günü İstanbul’da doğdu. Sultan Birinci Abdülhamid ile Nüketseza Kadın Sultan’ın oğludur. Şehzadeliğinde yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi. Kabakçı Mustafa İsyanı sonunda tahttan indirilen amcazadesi Sultan Üçüncü Selim’in yerine, 29 Mayıs 1807 günü tahta çıktığında 28 yaşındaydı. Tahta çıktığında devletin merkezi otorite ve hakimiyeti gittikçe zayıflıyor, Sultan Üçüncü Selim ve Nizam-ı Cedit yandaşları yakalandıkları yerde öldürülüyordu. Sultan Dördüncü Mustafa’nın tahta çıkmasını sağlayan Kabakçı Mustafa ve yandaşları devlet yönetiminde etkin rol oynuyor, kendi adamlarını önemli mevkilere getiriyorlardı. 

Osmanlı Devleti bu isyandan sonra yeniçerilere çok büyük tavizler verdi. Ancak yeniçerilerin istekleri hiçbir zaman bitmedi.Osmanlı tarihinde o zamana kadar hiç görülmemiş bir antlaşma yapıldı. Kabakçı Mustafa isyanında baş rol oynayan yeniçeri ağalarının, kendilerini sağlama almak için yaptıkları bu antlaşmaya göre, yeniçeriler devlet işlerine karışmayacak ve Osmanlı Devleti bu isyandan dolayı Yeniçeri ocağını sorumlu tutmayacaktı. 

Sultan Üçüncü Selim taraftarları, bu karışık ortam içinde Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa’ya sığınmışlardı. Alemdar Mustafa Paşa Osmanlı-Rus savaşları sırasında büyük başarılar göstermiş ve ordu mensuplarının sempatisini kazanmıştı.
Devlet idaresini ele geçiren asiler, Nizam-ı cedid kuvvetlerini dağıttılar. İsyanın teşvikçisi Köse Musa Paşa, Sultan Üçüncü Selim taraftarlarını birer birer ortadan kaldırdı. İstanbul’daki isyan, Rus cephesindeki ordunun disiplinini de bozdu. 

Orduda bulunan Sultan Üçüncü Selim taraftarlarının, Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşanın yanına sığınmaları üzerine Sultan Dördüncü Mustafa Sadrazam Hilmi Paşa’yı azlederek yerine Çelebi Mustafa Paşa’yı sadarete getirdi. Osmanlı Ordusundaki bu karışıklıktan faydalanan Ruslar, Eflak ve Boğdan’da bazı kaleleri ele geçirdiler. Ancak bu sırada Ruslar’ın Fransa imparatoru Napoleon karşısında zor durumda kalmaları, barış istemelerine sebep oldu. 20 Ağustos 1807’de yapılan antlaşmaya göre Ruslar, Eflak,Boğdan ve ele geçirdikleri diğer yerleri boşaltarak geri çekilecekti. 

Sultan Dördüncü Mustafa, Rusya ile yapılan antlaşmadan sonra, İstanbul’da düzeni sağlayabilmek için harekete geçti. Bu sırada asiler halkın mallarını yağmalamaya, yeniçeriler de her işe karışmaya başlamışlardı. Sultan Dördüncü Mustafa, öncelikle asilerin bir kısmını çeşitli bahane ve vazifelerle saraydan uzaklaştırdı. Ancak zorbaları tamamen sindirebilmek için büyük bir güce ihtiyaç vardı. Bunun için Alemdar Mustafa Paşa’nın İstanbul’a gelmesi istendi. Kendisine sadık 16 bin kişilik kuvvetle harekete geçen Alemdar, öncelikle boğaz nazırlığı yapmakta olan Kabakçı Mustafa’yı öldürterek kafasını sadrazama yolladı. 

Kabakçı’nın öldürülmesi, saray erkanı ve yeniçeriler arasında büyük telaşa sebep oldu. Daha sonra İstanbul’a giren Alemdar, zorbaları ortadan kaldırmaya ve fesatçıları sürmeye başladı. Bu sırada Alemdar’ın taraftarları Sultan Üçüncü Selim’i tekrar tahta çıkarmaları için tahrike başladılar. Bunun üzerine sadrazam Çelebi Mustafa Paşa, kendisinden İstanbul’u terk etmesini istedi. 

Buna karşılık Alemdar Mustafa Paşa 28 Temmuz günü on beş binden fazla askeri ile Bab-ı Ali’yi bastı. Sadrazamdan mührünü aldı. Ancak Sultan Üçüncü Selim’in yeniden tahta çıkması halinde kendilerini öldürteceğinden korkan asiler ve bazı devlet adamları, padişahtan Sultan Üçüncü Selim ve Şehzade Mahmud’un öldürülmeleri için ferman çıkarttırdılar. Nitekim zorla saraya giren Alemdar Mustafa Paşa, Sultan Üçüncü Selim’in cesedi ile karşılaştı. 

Bu ayaklanmadan Cevri Kalfa’nın saray merdivenlerinde asilerin üzerine kızgın kül atarak zaman kazanması ile kurtulan Şehzade Mahmud Padişah ilan edildi (28 Temmuz 1808). Sultan Dördüncü Mustafa ise, Topkapı sarayına yerleştirildi.
Sultan Dördüncü Mustafa, zeki ve tedbirli olmasına rağmen, Sultan Üçüncü Selim’in tahttan indirilmesi ve başlatmış olduğu ıslahatların neticesinde tahta çıkarıldığından, isyancıların etkisinde kaldı. Yeniçerilerin zorbalardan oluşmasından isyancıları cezalandıracak bir kuvveti yanında bulamadı. 


Bu nedenle onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Daha sonra asileri sindirmek üzere çağırdığı Alemdar Mustafa Paşanın,Sultan Üçüncü Selim’i tekrar tahta çıkarma çabaları, Sultan Dördüncü Mustafa’nın aleyhte hareketine sebep oldu. Sultan İkinci Mahmud’un saltanatı döneminden ve ıslahatlarından memnun olmayan bazı devlet adamları, yeniçerileri tahrik ettiler. Ayrıca kendilerine yakın gördükleri Sultan Dördüncü Mustafa’yı tahta geçirmek için harekete geçtiler. Bu durum Şeyhülislam’ın verdiği fetva üzerine Sultan Dördüncü Mustafa’nın öldürülmesine yol açtı (16 Kasım 1808). Cenazesi Bahçekapısında babası Birinci Abdülhamid’in türbesine defnedildi. 

Sultan Dördüncü Mustafa hat sanatıyla uğraştı. Gayet güzel yazıları vardır. Osmanlı hanedanında Sultan Beşinci Murad’dan sonra en az padişahlık yapanlardan birisidir.


Sultan II.Mahmud   (20 temmuz 1785-01 Temmuz 1839)
 
Sultan Birinci Abdülhamid ile Nakşidil Sultan’ın oğlu olan Sultan İkinci Mahmud, 20 Temmuz 1785 tarihinde İstanbul’da doğdu. Küçük yaştan itibaren din ve fen ilimlerini, devrin değerli alimlerinden öğrendi. Amcası Üçüncü Selim onun yetişmesine çok özen göstererek, modern askeri ve teknik bilgilerle devlet idaresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı. Tahttan indirildikten sonra da Onunla görüşerek tavsiyelerde bulundu. 28 Temmuz 1808’de Alemdar Mustafa Paşa olayı üzerine Osmanlı tahtına çıktı. Cesur, temkinli, sabırlı ve azimli bir kişiliğe sahip olan Sultan İkinci Mahmud, Alemdar Mustafa Olayı sonrasında, 28 Temmuz 1808 tarihinde tahta çıktığında 23 yaşındaydı.Sultan İkinci Mahmud, Avrupa’daki yenileşme hareketlerini benimsemişti. Adalet işlerine gereken önemi verdi, yeni kanun ve tüzükler hazırlattı ve bu sebeple kendisine "Adli" sanı verildi. 

Alemdar Mustafa Paşa’yı sadrazamlığa getiren Sultan İkinci Mahmud, öncelikle asileri ortadan kaldırdı. Sekban-ı Cedid adıyla yeni ve modern bir ordu kurdu. Yeniçerileri itaat ve disiplin altına almak için kanunlar koydu. Ancak bu gelişmelere karşı çıkan yeniçeriler, 15 Kasım 1808’de büyük bir isyan çıkararak Alemdar’ı öldürdüler. Sultan İkinci Mahmud, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı. 

Sultan İkinci Mahmud iç işlerle uğraşırken, Eflak ve Boğdan’a sahip olmak isteyen Ruslar, Osmanlı Devleti’ ne savaş açarak Eflak, Boğdan, Besarabya ve Dobruca’yı ele geçirdiler. Balkanlarda Sırp ve Hicaz’da Vehhabi isyanları genişledi. Bu isyanlar üzerine Sultan İkinci Mahmud, 1812’de Ruslarla Bükreş antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Serasker Hurşid Paşa, Sırp isyanını bastırdı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa da Vehhabi ayaklanmasını önlemek üzere görevlendirildi. Kavalalı Mehmed Ali paşa Hicaz’ı istila eden Vehhabiler’in isyanlarını bastırdı ve Hicaz’ı ele geçirdi. Sultan İkinci Mahmud, 1821’de ortaya çıkan Mora isyanını bastırırken, ayaklanmanın ele başısı olarak gördüğü Patrik Gregorios’u patrikhanede astırdı.

Sultan İkinci Mahmud bu olaylar sırasında yeniçeri ve sipahilerin tecavüz ve zorbalıklarının önüne geçilemeyecek bir hal alması ve yeni talim ve eğitim kurallarını da reddeden sipahi ocağının ortadan kaldırılması emrini verdi. Sancak-ı şerif çıkarılıp dinine ve padişaha bağlı olanların onun altında toplanarak mücadeleye girişmesi istendi. Böylece Türk Tarihinde eşine ilk defa rastlanan bir olayla Padişaha bağlı birlikler halkla bütünleşerek, yeniçeri ve sipahi ocaklarını ortadan kaldırdılar.Yeniçeri ocağının kaldırılması hayırlı bir olay kabul edilerek, tarihe "Vak’a-i Hayriye" adıyla geçti. 

Sultan İkinci Mahmud, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adıyla yeni ve Avrupai tarzda sistemli bir ordu oluşturdu. Topçu, lağımcı ve humbaracı ocaklarını ıslah etti. Mekteb-i Bahriye’yi kurdu. Eğitim ve öğretimi en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar getirtti. Ancak Osmanlı Devleti’ndeki bu olumlu gelişme, Avrupa devletlerini hoşnut etmedi. İngiliz ve Fransızlar Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid Paşa gibi adamları yardım vadiyle aldatarak, Rusya ile savaşa sebebiyet verdikleri gibi, Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa’yı da devletine karşı kışkırttılar ve ordusu ile İstanbul üzerine yürümesine neden oldular. 

Sultan İkinci Mahmud bu durumda; bir yandan devlete yeni düzen verirken, bir yandan da isyan çıkaran iç ve dış düşmanlarla uğraşarak isyanları bastırmaya ve imparatorluğu kurtarmaya çalışıyordu. Bunlar arasında en kötüsü Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa’nın çıkardığı isyan olup, bu olay milletler arası ağır bir mesele halini aldı. 

Sultan İkinci Mahmud, ilim ve sanat adamlarına ve eserlerine ilgi göstermiş, değer vermiş ve onları her zaman korumuştur. Osmanlı Devleti’nin ilerlemesini, teknik ve sanayide devrin seviyesine ulaşılmasında görüyordu. Devrindeki bütün olaylar karşısında ümitsizlik ve gevşeklik göstermemiştir. Düşmanlara ve asilere karşı aciz, fakat devlet düzenine ve yeniliklere engel olan yeniçeri ocağını ve başına buyruk kimseleri ortadan kaldırmakla en büyük devrimi gerçekleştirmiştir. 

Şiiri, edebiyatı ve bilimi seven, halk arasında dolaşmayı ve onların dertlerini dinlemeyi gerekli gören Sultan İkinci Mahmud, Osmanlı İmparatorluğu’nu gerek sosyal bakımdan, gerekse uygarlık açısından ileri bir ülke yapmaya çalıştı. Sultan İkinci Mahmud yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak, 1 Temmuz 1839 günü dinlenmek için gittiği kardeşi Esma Sultan’ın Çamlıca’daki köşkünde, 54 yaşında öldü ve Divan Yolu’ndaki türbesine gömüldü. 

Bugün Sultan İkinci Mahmud’un türbesinin bulunduğu alan bir Osmanlı Panteon’u olarak anılmaktadır.
Sultan İkinci Mahmud döneminde, mimari alanda da yeni bir gelişmenin başladığı görülmektedir. Sultan İkinci Mahmud, Rodos Süleymaniye Camisi, İzmir Bıyıklıoğlu Mahmud Camisi, hayatını kurtaran Cevri Kalfa’nın adını verdiği Sultanahmet’deki sıbyan mektebi, Nusretiye Camisi, İstanbul Kocamustafapaşa Küçük Efendi Cami ve Külliyesi, Taş Kışla, Gülhane Parkı girişindeki Alay Köşkünü yaptırmıştır.Ayrıca, İstanbul’daki bazı büyük camilerin onarımını yaptırmıştır.Unkapanı köprüsü, Mekke-i Mükerreme’deki medrese Onun zamanında yapılmış ve Mescid-i Aksa da onarılmıştır.

Sultan Abdülmecid   (25 Nisan 1823-25 Haziran 1861)

Osmanlı Sultanlarının otuz birincisi ve İslam Halifelerinin doksan altıncısı olan Sultan Abdülmecid, 25 Nisan 1823 günü doğdu. Sultan İkinci Mahmud, ile Gürcü Bezm-i Alem Valide Sultan’ın oğludur. Sultan Abdülmecid, babasının arzusu yönünde bir eğitim ve terbiye gördüğü için yenilikçi düşünceye sahipti. Batıya karşı hayranlık besliyordu. 

Babasının ölümü üzerine, henüz 17 yaşında iken Osmanlı tahtına oturdu. Devletin ilerleyişi için Avrupai yaşam tarzının ülke çapında yaygınlaştırılmasını istedi. Saltanatının henüz dördüncü ayında ilan ettiği Gülhane Hatt-ı Hümayunu sebebiyle Tanzimat Dönemi padişahı olarak ün salmıştır. 

Sultan İkinci Mahmud, ölüm döşeğinde iken, Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmış olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa Osmanlı kuvvetlerini Nizip’te yenilgiye uğratmıştı. Sultan Abdülmecid böyle karmaşık bir ortamda tahta çıktı. Mısır sorununun yanı sıra, Rus donanmasının Hünkar İskelesi Antlaşmasına dayanarak İstanbul’a gelmesi üzerine bir Avrupa sorunu haline gelmişti. Başta İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya olmak üzere Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti ile Mısır Hidivi Kavalalı Mehmed Ali Paşa arasındaki Mısır Sorununu çözmek için bir konferans düzenlediler. Avrupa Devletleri Mısır’da güçlü bir yönetim istemiyorlardı. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya karşı Osmanlı Devleti’nin tarafını tuttular ve bu ortamda Londra Sözleşmesi imzalandı (1840).Buna göre; Mısır Osmanlı Devleti’ne bağlı kalacak, ancak yönetimi Mehmed Ali Paşa ve oğulları yürütmeye devam edecekti. Mısır 80.000 altın vergi ödeyecekti. Antlaşmaya göre; Suriye, Adana ve Girit tekrar Osmanlı yönetimine bırakıldı. Hünkar İskelesi Antlaşması’nın süresi bitince, Londra’da yeniden bir konferans düzenlendi (1841). Toplantıya Osmanlı Devleti’nden başka Rusya, Fransa, İngiltere, Prusya ve Avusturya katıldı. Konferansta alınan kararlara göre, Boğazlarda egemenlik hakkı Osmanlı Devleti’ne ait olacak, ancak barış döneminde hiçbir savaş gemisi boğazlardan geçemeyecekti. Bu antlaşma ile Fransa ve İngiltere Akdeniz’deki güvenliklerini sağlamış oluyorlar, Osmanlı Devleti’nin boğazlar üzerindeki kayıtsız şartsız haklarına kısıtlama geliyordu. 

Rusya ise Hünkar İskelesi Antlaşması ile boğazlar üzerinde sağladığı üstünlüğü kaybetmiş oluyordu.
Sultan Abdülmcid devri, Sultan İkinci Mahmud’un açtığı yenileşme yolunun, Reşid Paşa ve yandaşları tarafından bozulduğu ve Avrupa’nın her bakımdan özendiği bir devir olarak göze çarpmaktadır. Sultan Abdülmecid ülkeyi iç ve dış düşmanlara karşı korumak üzere çareler aramıştı. Ancak Osmanlı Devleti’nin iç isyanları ve dışta Rusya ile yapılan savaşlarından yararlanan İngilizler, kendilerinden yana olan devlet adamları sayesinde Ona bu fırsatı tanımadılar. 

Sultan Abdülmecid batılı yazarların takdir ve sevgiyle andıkları bir padişahtı. Adil, merhametli, ıslahatçı, yenilikçi bir insan olan Sultan Abdülmecid, 25 Haziran 1861 tarihinde 39 yaşında iken İstanbul’da veremden dolayı ölmüş ve Yavuz Sultan Selim’in türbesi yanına gömülmüştür. 

Sultan Abdülmecid, iç ve dışta çok karışık bir devrede hükümdar olmasına rağmen ülke içinde çok başarılı işler de yaptı. 1844’de bugünkü Galata Köprüsü olarak bilinen Mecidiye Köprüsünü, 1848’ de Küçük ve Büyük Mecidiye (Ortaköy) camilerini, Fatih Hırka-i Şerif Camisi, Humus Ulu Cami, Fuat Paşa Camisi ve Türbesini, Dolmabahçe Camisini yaptırdı. 1853’de İstanbul-Varna-Kırım arasında ilk telgraf hattı döşendi. Bu harekete hız verilerek, 1870’de 36.000 km’lik telgraf hattı ile Osmanlı Devleti dünya devletleri arasında en ön sıralarda yer aldı. 1860’da İzmir-Turgutlu arasında demiryolu yapıldı. Bunların yanı sıra Dolmabahçe Sarayı, Küçüksu Kasrı, Mecidiye Kasrı ve Sultanahmet Darülfunun binası gibi birbirinden güzel sanat eserleri yine Sultan Abdülmecid döneminde yapılan eserler arasındadır. Sultan Abdülmecid aynı zamanda iyi bir hattat olup, eserlerinden bazıları yaptırmış olduğu camiler ile Vakıflar Hat Sanatları Müzesi’nde bulunmaktadır.

Sultan Abdülaziz   (08 Şubat 1830-04 Haziran 1876)
Osmanlı padişahlarının otuz ikincisi ve İslam Halifelerinin doksan yedincisi olan
Sultan Abdülaziz, İstanbul’da doğdu. Sultan İkinci Mahmud ile Pertevniyal Valide Sultanın oğludur. Ağabeyi Sultan Birinci Abdülmecid’in ölümü üzerine 25 Haziran 1861 günü tahta çıktığında 31 yaşındaydı. Babası öldüğü zaman dokuz yaşlarındaydı. Ağabeyi Sultan Birinci Abdülmecid, onun eğitimine çok önem verdi. Şehzadeliği sırasında rahat ve korkusuz bir yaşam sürdü. Çok iyi Fransızca konuşurdu. Şiire ve müziğe de ilgisi vardı. Kendine ait besteleri vardır. Resim yapma yeteneği de olan Sultan Abdülaziz, Osmanlı donanmasına ısmarlayacağı gemilerin planını kendisi çizmişti. Ok atmayı, ata binmeyi, avlanmayı ve özellikle güreşmeyi çok severdi. 

Sultan Abdülaziz’in tahta çıktığı sırada devletin durumu son derece karışıktı. Mali sıkıntı son haddinde idi. Karadağ, Hersek ve Girit’te büyük karışıklık hüküm sürüyordu. Avrupa devletlerinin müdahalede bulunacaklarını anlayan Sultan Abdülaziz yayınladığı bir fermanla onların Tanzimat konusundaki endişelerini, kısmen de olsa ortadan kaldırdı. Mali konulardaki sıkıntının önüne geçebilmek için gereksiz harcamaların önlenmesine çalıştı. Rüşvet alanları ve bu işe karışanları cezalandırdı. 1862’de Karadağ bölgesinde çıkan isyanı Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa kumandasında gönderdiği bir ordu ile bastırdı. 

Mısır’da son yıllarda Osmanlı Devleti’ne karşı bağlılığın azaldığının farkında olan Sultan Abdülaziz , bu bölgeye bir seyahat düzenledi. Mısır valisi İsmail Paşa’ya Hıdiv unvanını verdi. Osmanlı Devleti’ndeki bu olumlu gelişmelerin önüne geçmek isteyen batılı devletler yeni bir sorun yaratmak için Girit’te bir isyan çıkardılar. Böylece Girit’in uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesini istediler. Bunu reddeden Sultan Abdülaziz, bazı imtiyazlarla meseleyi bir süre için halletti. 

Sultan Abdülaziz, 21 Haziran 1867’de Fransa, İngiltere, Belçika, Prusya ve Avusturya’yı da içine alan bir geziye çıktı. Osmanlı Sultanları arasında il kez böyle bir geziye çıkan Sultan Abdülaziz’in bu gezisi genel barışın sağlanması ve dış politika yönünden önemli bir rol oynadı. Avrupa devletleri ile olan ilişkiler iyileşti. Sultan Abdülaziz, devlet ve milletin devamı ve huzurun sağlanması için çalışırken, içte bazı devlet adamlarını destekledi. Buna rağmen bu düzenin bozulmasına çalışanlar da vardı. Nitekim Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Süavi gibi yazarlar halkı Padişaha karşı kışkırtıyorlar, Mütercim Rüştü, Hüseyin Avni ve Mithat Paşalar da Padişahı tahttan indirmenin hesaplarını yapıyorlardı. Sonunda bunlar 1875’de patlak veren Bosna-Hersek isyanı ile, ardından çıkan Rus savaşını fırsat bildiler. Sultan Abdülaziz, devletinin zor durumda olmasına rağmen Sırbistan’ı mağlup etti. Bulgaristan’da çıkan isyanları bastırdı. Hüseyin Avni, Mithat, Redif ve Süleyman Paşalar 30 Mayıs 1876 günü Dolmabahçe Sarayı’nı kuşatarak Sultan’ı tahttan indirdiler. Sultan Abdülaziz, tüm yakınlarıyla birlikte çeşitli hakaret ve işkencelere maruz bırakıldıktan sonra 1 Haziran 1876’da Fer’iye Sarayı’na nakledildi. 

Sultan Abdülaziz bilekleri makasla kesilerek öldü. Bazı tarihçilere göre kendisi intihar etti, bazılarına göre de Hüseyin Avni Paşa tarafından öldürtüldü. Olaya intihar süsü verilmeye çalışıldı. Sultan Abdülaziz’in ölüm nedeni Osmanlı tarihinin aydınlatılmamış olaylarından birisidir. Sultan Abdülaziz’in cenazesi 5 Haziran 1876 günü Babası Sultan İkinci Mahmud’un Çemberlitaş’taki türbesine gömüldü.
Sultan Abdülaziz, padişahlığı döneminde sürekli devletin önde gelenlerini, alimlerini toplar ve onlarla çeşitli toplantılar yapardı. Devlet işlerinin yönetiminde de onlardan fikir aldığı, kendi görüşlerini de bu arada ortaya koyduğu bilinmektedir. Ancak, devlet yönetiminde yine de son sözü kendisi söylerdi.
 
Döneminde ilim ve teknikte ilerlemeye yönelik çalışmalar olduğu kadar imara da önem vermiştir.Zamanında deniz kıyılarına gemilere yol göstermesi için deniz fenerleri yaptırdı (1863). Devlet Şurası kuruldu. Sultan’i Mektepleri (1867)(Liseler), Sanayi Mektepleri (1868) açtırdı. Bunları 1870’de Rüşdiye Mekteplerinin açılması izledi. Süveyş kanalının açılması, Osmanlının da denizlere önem vermesini gerektiriyordu. Bu nedenle Sultan Abdülaziz donanmaya büyük önem verdi. Osmanlı donanması Hint Okyanusu’na kadar giderek, Osmanlı deniz gücünü İngilizlere kabul ettirdi.Sultan Abdülaziz’in denize ve Osmanlı donanmasına verdiği önem daha sonra Birinci Dünya savaşında görülmüştür. 

Sultan Abdülaziz, diğer Osmanlı padişahları gibi mimari çalışmaları desteklemiştir.Nitekim Harbiye Nezareti, Aksaray Valide Cami, Sadabad Cami, Maçka sırtlarında Aziziye Cami,Yine Konya’da Aziziye Cami, Beylerbeyi Sarayı ve Çırağan Sarayı onun döneminde yapılmış eserlerdir.

Sultan V.Murad   (21 Eylül 1840-29 Ağustos 1904)

Osmanlı sultanlarının otuz üçüncüsü ve İslam halifelerinin doksan sekizinci olan Sultan Beşinci Murad, İstanbul’da doğdu. Sultan Abdülmecid ile Şevk-Efza Kadın Efendi’nin oğludur. Sultan Beşinci Murad, çocukluğunda ve gençliğinde iyi bir eğitim gördü ve Fransızca öğrendi. Okumaya çok meraklı olduğundan dolayı, Fransa’dan kitaplar getirtir ve sürekli olarak okurdu. Edebiyata karşı çok ilgiliydi. Aralarında Ziya Paşa ve Namık Kemalin de olduğu devrin bir çok şairi ile yakın dostluk kurmuştu. Yabancı kültürlerin etkisi altında kalan Sultan Beşinci Murad, piyano çaldığı gibi, Batı müziği türünde de besteler yapmıştır.
 
Avrupalı prenslerle dost olmuş, onlarla mektuplaşmış, yerli ve yabancı gazeteleri sürekli izlemiştir. Sultan Abdülaziz ile beraber çıktığı Avrupa seyahati sırasında Avrupa’yı yakından görüp hayran kalmış olan Sultan Beşinci Murad, bu gezi sırasında İngiltere’de tanıştığı Gal Prensi (sonradan İngiltere Kralı olan VII. Edward) ile yakın bir dostluk kurdu. Sultan Beşinci Murad, tahttan indirilen Sultan Abdülaziz’in yerine 30 Mayıs 1876’da padişah oldu. Sultan V.Murad’ın hükümdarlık süresi Osmanlı İmparatorluğu’nun güç bir dönemidir. Bir tarafta Meşrutiyet’in kurulmasını isteyenler, diğer yanda da kendi çıkarlarını kollamayı düşünen devlet adamları vardı. Sultan Beşinci Murad, Sultan Abdülaziz ve Pertevniyal Sultan’a karşı yapılan hakaret ve işkenceleri bir türlü unutamamış bu durum Onun sağlığını bozmuştu. Özellikle Amcası ve annesine yardım edememesi Onu perişan etmişti. Buna doktorların yanlış teşhis ve tedavilerinin de eklendiğini söylemekte de yarar vardır. O dönemde devletin yönetimindeki bütün yetkiler Hüseyin Avni, Kayserili Ahmed, Mithat ve Reşid Paşaların elindeydi. Sultan Beşinci Murad’ın bu durumu iktidarı ele geçiren Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Kanuni Esasi’nin ilanını isteyen Mithat Paşa’nın da işine geliyordu. Bu sırada başlayan Sırp-Karadağ savaşları mali zorluklar, yönetim boşluğu Osmanlı İmparatorluğu’nun daha da perişan olmasına neden oluyordu. Sonunda Padişah, 93 gün kaldığı Osmanlı tahtından 31 Ağustos 1876 günü indirildi, Sarayda kendi halinde yaşadı ve 29 Ağustos 1904 tarihinde öldü.Cenazesi annesi Şevk-Efza Kadın Efendi’nin Yeni Camideki türbesine gömüldü.

Sultan II.Abdülhamid   (21 Eylül 1842-10 Şubat 1918)
Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve İlam Halifelerinin doksan dokuzuncusu olan Sultan II.Abdülhamid, İstanbul’da doğdu.Sultan Birinci Abdülmecid ile Tir-i Müjgan Kadın Efendi’nin oğludur. Sultan İkinci Abdülhamid, çok küçük yaşta iken annesini kaybettiği için üvey annesi Piristu Kadın tarafından yetiştirildi. Çocukluğunda çok zayıf bir bünyeye sahip olan Sultan İkinci Abdülhamid, sık sık hastalanır bu yüzden de özel ilgi görürdü. Veliahtlığı sırasında kültür derslerinin yanında musiki dersleri aldı ve piyano çalmayı öğrendi.Ayrıca Fransızcıyı da çok iyi bilirdi.Amcası Sultan Abdülaziz, Onu Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Sultan Abdülaziz’i tahttan indiren, yönetimi ele geçiren Osmanlı paşaları Sultan Beşinci Murad’ın sağlığının bozulması üzerine, Sultan İkinci Abdülhamid’i tahta geçirirken belki de Onun devlet işlerine karışmayacağını düşünmüşlerdi.Sultan İkinci Abdülhamid, tahta çıktığında Osmanlı Devleti içeride ve dışarıda zor günler geçiriyordu. Karadağ ve Sırbistan’da Savaşı Osmanlı’nın aleyhine dönmüş, Bosna-Hersek ve Girit’te ayaklanmalar başlamış, kapitülasyonların etkisi ile de devlet ekonomisi kriz haline dönüşmüştü. Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine, padişah 23 Aralık 1876’da Birinci Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı.Meclis-i Meb’usan önce Rusya’ya savaş ilan etti. 93 Harbi olarak tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti’ni tam bir felaketin eşiğine getirdi. Rus orduları, İstanbul önlerine, Yeşilköy’e kadar geldi ve orada Ayestefanos Anıtını diktiler. Balkanlarda yapılan savaş nedeniyle bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan İstanbul’a göçtü. 

Sultan İkinci Abdülhamid, Meclis-i Meb’usan’ı (13 Şubat 1878) kapatarak devlet idaresini eline aldı. Bundan sonra Ruslarla yapılan Ayastefanos antlaşması ile Osmanlı Devleti, Mekodonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum’u Onlara bırakmak zorunda kaldı. Ne var ki İngiltere ile anlaşan Sultan İkinci Abdülhamid , Kıbrıs’ın yönetimini onlara bırakmak koşuluyla, Berlin Konferansı’nda kaybedilen toprakların bir kısmını geri aldı.Gerçekte çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nu, dış devletlerle yapılan denge siyaseti ile 33 yıl ayakta tutmayı başardı. Sultan İkinci Abdülhamid, sıradan bir vatandaş gibi yaşardı. Yunan seferi sırasında, kendisine hazinede yeterli para bulunmadığı söylenince, atalarından kalma şahsi servetinden masrafları karşılamış, devletten karşılığını almamıştı. Sultan İkinci Abdülhamid iyi bir marangozdu.Yıldız Sarayı’nda kurduğu marangozhanede çok güzel eserler yapar bazen bunları sattırır ve parasını fakire fukaraya dağıttırırdı. Günümüzde Onun yaptığı bu eserler Yıldız Sarayı Müzesi’nde bulunmaktadır.Kültürel ve eğitim yönünden de bazı hizmetleri bulunmaktadır. Örneğin Üniversite, Güzel Sanatlar Akademisi, Ticaret ve Ziraat Okulları kurmuş, ilk ve orta dereceli okullar, dilsiz ve kör okulları, kız meslek okulları da yaptırmıştır. İmparatorluğun bazı illerine liseler, ilçelere ortaokullar kurdurmuş, köylerde ilkokullar açmıştır.İstanbul’da Şişli Etfal Hastahanesi, Darülaceze kendi parasıyla yapılmıştır. Hamidiye içme suyunu borularla İstanbul’a getirtti. Karayollarını Anadolu içlerine kadar uzatarak, Bağdat ve Medine’ye kadar da demiryollarını Almanlardan aldığı yardımla döşetmiştir.Ayrıca büyük şehirlere atlı tramvay hatları döşetti.
Yahudilerin Filistin’de bir Cumhuriyet kurma teşebbüslerine karşı çıktı. Doğu Anadolu’da Ermeni hararetlerine karşılık Hamidiye Alaylarını kurdu ve bölgede düzeni sağlayarak Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi.Sultan İkinci Abdülhamid’e karşı olan, Avrupa’ya kaçan ve tarihte Jön-Türkler olarak isimlendirilen aydınlara karşı hafiye teşkilatını ve jurnali ortaya koyması da o dönemin bazı aydınlarını tedirgin etmiştir.Bu yüzden de bir çok Osmanlı aydını Anadolu dışına sürgün edilmiştir.
Sultan İkinci Abdülhamid’in tutumuna karşı olan yerli ve yabancılar Onun aleyhinde kampanya başlattılar ve Ermeni asıllı Fransız Yazar Albert Vandal’ın"Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan" ismini ortaya attı. Ne var ki Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında büyük payı olan İttihat ve Terakki mensupları 23 temmuz 1908’de ikinci Meşruiyeti ilan ettirdiler.Tarihte 31 Mart Vak’ası denilen isyan hareketi sonunda padişah İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından tahttan indirildi ve Selanik’e gönderildi (27 Nisan 1909). Sonradan İstanbul’a Beylerbeyi Sarayı’na getirildi ve 10 Şubat 1918’de orada öldü. Sultan İkinci Abdülhamid Çemberlitaş’ta dedesi Sultan İkinci Mahmud’un türbesinin yanındaki türbeye gömüldü.
Sultan İkinci Abdülhamid döneminde,Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle yabancı mimarların çalışmaları göze çarpar.Bu dönemde; İstanbul Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi, Yüksek Ticaret Merkezi, Tarabya İtalyan Sefareti, Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi, Düyun-ı Umumiye ve Karaköy Osmanlı Bankası, Karaköy Palas İş Hanı, Maçka Palas, Ankara İş Bankası, İstanbul Maçka İtalyan Sefareti, Haydarpaşa Garı, Sultanahmet’te Alman Çeşmesi, Sirkeci Garı, Kütahya Ulu Camii, İstanbul Yıldız Hamidiye Cami, Cihangir Cami yapılmıştır.

Sultan Mehmed Reşad   (02 Kasım 1844-03 Temmuz 1918)
Osmanlı Padişahlarının otuz beşincisi ve İslam halifelerinin yüzüncüsü olan Sultan Mehmed Reşad, İstanbul’da doğdu. Sultan Birinci Abdülmecid ile Gülcemal Kadın Efendi’nin oğludur. Çocukluğu, padişah olan babasının yanında geçti. Eğitim ve öğrenimine gereken önem gösterildi. Arapça ve Fransızca’yı iyi bir şekilde öğrendi. Uzun şehzadelik devrinin çoğunu okumakla geçirdi. Sultan Mehmed Reşad, amcası Sultan Abdülaziz zamanında rahat bir şehzadelik yapmasına rağmen ağabeyi Sultan İkinci Abdülhamid zamanında sarayda gözetim altında yaşadı.
Sultan Mehmed Reşad, İttihat ve Terakki partisinin desteğiyle tahta çıktığında 65 yaşındaydı. Sultan İkinci Abdülhamid’in padişahlığı sırasında devlet işleriyle yeterince ilgilenmemişti. Padişahlığı sırasında yönetim daha çok İttihat ve Terakki partisinin ileri gelenlerinden Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’nın eline geçmişti. İttihat ve Terakki Fırkası 1909 yılında Sultan İkinci Abdülhamid’i tahttan indirdi ve yerine Sultan Mehmed Reşad’ı geçirdikten sonra tamamen devlet yönetimine hakim olmuştu. İttihatçılar istedikleri kabineyi iş başına getiriyorlar, istemediklerini ise baskı ve tehditle görevden uzaklaştırıyorlardı. Bu sırada Arnavutluk’ta isyan başlamıştı. Arnavut milletvekilleri hükümete başvurarak şiddet uygulanmadan bölgeye bir iyi niyet heyetinin gönderilmesini istediler. Bunun üzerine İttihat ve Terakki mensupları, Mahmud Şevket Paşa komutasında büyük bir orduyu Arnavutluk’a göndermelerine rağmen isyanı önleyemediler. Böylece Balkan milletleri aralarındaki çıkarları çözümledikten sonra Osmanlı Devleti’ne karşı birleştiler. Bu birleşmenin sonucu olarak 8 Ekim 1912’de Balkan Savaşı başladı. Osmanlı Orduları, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan karşısında bozguna uğradı ve 30 Mayıs 1913’e kadar devam eden savaş sonunda, Yenipazar, Libya, Girit, Rodos, Onikiada, Arnavutluk, Epir ve Trakya’yı kaybedildi. Edirne bir süre Bulgarların eline geçti ise de yeniden Osmanlı topraklarında kaldı.
İttihat ve Terakkinin Almanlardan yana olması izlenen yanlış politika sonunda, Osmanlı devleti o zamanki dünyanın süper güçlerine karşı Almanya’nın yanında Birinci Dünya Savaşına katıldı (11 Kasım 1914). Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale’de kazandığı zafer biraz olsun Osmanlı’yı rahatlatmıştı. Ancak dört yıl süren savaş sonunda, Almanya’nın yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu da yenildi.
Sultan Mehmed Reşad, 3 Temmuz 1918’de öldü. Cenazesi kendisi tarafından hazırlanmış olan Mimar Kemaleddin Bey’in Eyyüp’te yapmış olduğu neo-klasik üsluptaki türbesine gömüldü.
Sultan Mehmed Reşad, Meşrutiyet anayasası çerçevesinde devleti idare etmek istedi ise de Sadrazam Talat Paşa’ya Başkumandan vekili Enver Paşa’ya söz geçiremedi, daha doğrusu onların istekleri doğrultusunda hareket etti.


Sultan VI. Mehmed Vahdeddin   (02 Şubat 1861-15 Mayıs 1926)
Sultan Altıncı Mehmed Vahdeddin, otuz altıncı ve son Osmanlı padişahıdır. Sultan Abdülmecid ile Gülistu Kadın Efendi’nin oğlu olup, 2 Şubat 1861 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, Sultan Mehmed Vahdeddin doğduğu yıl, annesi Gülistu Kadın Efendi de, o henüz çok küçükken öldüğünden babası Sultan Abdülmecid’in kadınlarından Şayeste Kadın tarafından büyütüldü. Ağabeyi Sultan Mehmed Reşad’ın öldüğü gün padişah ve halife oldu.Eğitim ve öğrenimi ile ağabeyi Sultan İkinci Abdülhamid henüz padişah değilken bile yakından ilgilendi. Sultan İkinci Abdülhamid, saltanat yıllarında da bu tutumunu değiştirmedi, ona hep değer verdi ve korudu. Bu yüzden ağabeyinin saltanat yıllarında rahat bir hayat yaşadı.
Sultan Altıncı Mehmed Vahdeddin, çok okur, az konuşur, daha çok dinlemeyi seven bir kişiliğe sahipti. Sultan Mehmed Reşad, padişah olduğu zaman, yaş bakımından Sultan Mehmed Vahdeddin’den daha büyük olan Sultan Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzeddin veliaht idi. Ancak Yusuf İzzeddin’in ölümü üzerine veliahtlığa Sultan Altıncı Mehmed Vahdeddin getirildi.Onun veliahtlığı sırasında Birinci Dünya Savaşı çıkmıştı. Savaş sırasında Osmanlı Devleti’nin veliahtı olarak Almanya’ya resmî bir gezi yaptı. Bu seyahatinde yanında Mustafa Kemal de bulundu. Sultan Mehmed Reşad’ın ölümü üzerine padişah oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilmesinden sonra, Osmanlı Devleti’ni sebepsiz yere savaşa sokan, milyonlarca askerin cephelerde ölmesine neden olan Talat, Enver ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçmışlardı.Osmanlı İmparatorluğu savaşın bitimi ile birlikte yapılan Mondros ve Sevr Antlaşmalarını imzalamak zorunda kaldı. Bunlardan Mondros Antlaşması, 30 Ekim 1918 tarihinde, Limni adasının Mondros Limanı’nda, Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Orbay’ın Başkanlığındaki Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp’un Başkanı olduğu İtilâf Devletleri Heyeti arasında imzalandı. I. Dünya Savaşını sona erdiren bu antlaşma aslında Osmanlı İmparatorluğu için çok ağır şartlar taşıyordu. Bu antlaşma Osmanlı Devleti’nin yıkılışını öngördüğü gibi, İtilâf Devletleri’ne Osmanlı Devleti’nin herhangi bir bölgesine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni ile işgal etme hakkını tanıyordu. 

Mustafa Kemal Paşa bu mütareke ile ilgili olarak şunları söylemiştir; “Osmanlı Hükümeti bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeğe muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilâsı için onlara muaveneti (yardımı) de vaat eylemiştir. Bu Mütareke olduğu gibi tatbik edildiği takdirde memleketin baştan sona kadar işgal ve istilâya maruz olacağı şüphesizdir”.
Mondros Mütarekesinin ardından, 24 Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920’de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti’ne verilmişti. 

Antlaşması’nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilâf Devletleri’nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920’de Anadolu’da ve Trakya’da saldırıya geçti. Bursa’nın, Balıkesir’in, Uşak’ın ve Nazilli’nin peş peşe işgali ile Sevr’in uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir değişikliğe meydan vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu. Sultan Vahdeddin’in başkanlığında toplanan Şûra-yı Saltanat 22 Temmuz 1920’de "zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih edilmeğe değer" görerek Antlaşmanın onanmasına karar vermiştir. Tevfik Paşa’nın, Türk topraklarını parçalayan, millî şeref ve haysiyetle bağdaşmayan bu antlaşmayı imzalamaması üzerine Damad Ferit Paşa tarafından görevlendirilen Reşat Halis Bey, Hâdi Paşa ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey Sevr Antlaşmasını 10 Ağustos 1920’de imzaladılar. Sevr Antlaşması’na göre, Osmanlı Devleti parçalanıyor, Türk Milleti de yasama hakkından yoksun bırakılıyordu.Rumeli sınırımız aşağı-yukarı İstanbul vilâyeti olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu ( İzmir ve çevresi) Yunanlılara veriliyordu. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye’nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa’ya bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan’ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye’ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak’ın kuzey kısmında nüfuz bölgeleri tesis ediyorlardı. İstanbul’da ise hükümet ve padişah oturacak fakat, İstanbul uluslar arası bir şehir olacak, Boğazlar’da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı. Türklere bırakılan bölge, hakimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilâyetleri ve dolayları idi. 

Sevr’e göre, memleket dahilinde bulunan azınlıklar Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak ayrıcalıklı bir durumda bulunuyordu. Türk uyruğundan çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtuluyorlar, yeniden hiç kimsenin Türk uyruğuna girmesine de izin verilmiyordu. Devletin askerî kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azamî miktar 50.700 kişi olacak; tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan mâlî ve iktisadî hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devleti’ni İtilâf Devletlerinin müşterek sömürgesi haline getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mâli Komisyon, Osmanlı Devleti’nin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi. Sevr Antlaşması’nın Osmanlı Hükümeti’nce imzalanması, Anadolu’daki millî mücadele azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti’nden ümitlerini kesmesine neden olmuştur. İstanbul, 16 Mart 1920’de itilaf devletleri tarafından işgal edildi. Yunanlılar İzmir’e, İtalyanlar Güneybatı’ya, Fransızlar da Güney Anadolu’ya girdiler. 11 Mayıs 1920’de düşmanların hazırladığı ve Anadolu’nun işgalini ihtiva eden Sevr antlaşmasını bütün baskılara rağmen imzalamadı. Osmanlı ordusu kısmen lağvedildi. Medine muhafızı Fahri Paşa, Onikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve Harbiye Nazırı Mersinli Cemal Paşa gibi değerli kumandanlar

Vekilinize soru sormak/sorununuzu iletmek ister misiniz?
Sorular/Cevaplar