Marmara Bölgesi'nde, İstanbul İline bağlı bir ilçe olan Eyüp, kuzeyinde Karadeniz, kuzeybatısında Çatalca, doğusunda Sarıyer, Kağıthane, güneyinde Fatih ve Zeytinburnu, güneybatısında Bayrampaşa, güneydoğusunda Beyoğlu ile çevrilidir.
Çatalca yarımadasının ucunda yer alan ilçe toprakları düz aynı zamanda da engebeli bir arazi yapısına sahiptir. İlçenin kırsal kesimi kuzeybatıda Karadeniz'e kadar uzanmaktadır. Yerleşim alanları ise daha çok fazla yüksek olmayan tepeler, sırtlar ve hafif dalgalı düzlüklerde kurulmuştur. İlçe merkezinde kıyı ile bütünleşen Eyüp Sultan Külliyesinden içeriye doğru gidildikçe arazi yükselmektedir. Bu bölgeler kıyıya dik vadilerle parçalanmıştır. Ayrıca Haliç'e hakim yerleşim alanı dışında, vadi ve tepeler bulunmaktadır. İhsaniye Köyü'nün güneybatısından başlayan Kağıthane Vadisi, Alibey Vadisine güneybatı yönüne doğru dik olarak uzanmaktadır. Çatalca Yarımadasının en büyük çukur alanı Haliç'tir. Haliç'in kıyıları girintili ve çıkıntılı olup, küçük koy ve burunlar bulunmaktadır. Eyüp-Halıcıoğlu arasında da suyun 5 m.nin altına düşmesinden ötürü küçük adacıklar oluşmuştur.
Eyüp'ün bulunduğu alan I.Zamanda oluşmuş olup, II.- IV. Zaman arasında da jeolojik yapısı oluşmuştur. Aynı zamanda eski bir akarsu vadisi olan Haliç İstanbul Boğazı ile birlikte kırılmış IV.Zamanda denizin yükselmesi ile suyun altında kalmıştır. İlçenin jeolojik yapısı grovak, killi şist, silisli şist ve kalkerden oluşmaktadır. Burada kil ve marnlar daha az olup, buna karşılık kum ve çakılların daha çok yoğunlaştığı görülmektedir. Bu yüzden de erozyona karşı fazla dirençli değildir. Haliç çevresindeki vadilerin kesiştiği düz alanlarda, bu toprak yapısı üzerinde sunni dolgu bulunmakta olup, burası yapılanmaya uygun değildir.Vadilerdeki yapılanma mezarlıklar dışında erozyon tehlikesini arttıracak konumdadır. Bunun sonucu olarak da Haliç'e her yıl toprak akışı olmaktadır.
İlçe sınırları içerisinden geçen Alibeyköy ve Kâğıthane dereleri Haliç'e dökülmektedir. Alibeyköy Deresi Arnavutköy ve İmrahor yöresindeki küçük dereleri de toplamaktadır. Bu derenin üzerinde Alibey Barajı kurulmuş olup, baraj gölü 1,66 km2'lik bir alanı kapsamaktadır. Bu baraj İstanbul'un su gereksiniminin %6.6'sını karşılamaktadır.
İlçenin yüzölçümü 242 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 255.912'dir.
Eyüp'ün coğrafi konumu ve fiziki coğrafya özellikleri nedeni ile aynı enlemde yer alan birçok yerleşmelerin ikliminden daha farklı özelliklere sahiptir. İlçenin bulunduğu akan Akdeniz ve Karadeniz iklimlerinin kesişme noktasında olduğundan Akdeniz iklimi ile etkisini yitirmiş Karadeniz ikliminin hakim olduğu bir geçiş iklimi özellikleri görülür. Yıllık sıcaklık ortalaması 13 C, yıllık yağış ortalaması 789 mm.dir. İlçenin bitki örtüsü, maki bitki toplulukları, çayırlar ve orman alanlarından oluşmaktadır.
Eyüp'teki ilk yerleşim Bizans döneminde başlamış olup, buradan Cosmidion (Yeşil) olarak söz edilmektedir. Bizans döneminde Haliç kıyısında Cosmidion isimli küçük köyün bulunduğu alanın çevresindeki ormanlarda av hayvanları yaşadığından Bizans imparatorlarının av sahası ve sayfiye yeri olmuştur. Nitekim Bizans imparatorlarından I.Leon (457-474) burada Ayamama isimli bir av sarayı yaptırmıştır. Bu sarayın yanına da Ayamam Kilisesi ile manastırı eklenmiştir. Bazı kaynaklarda bu manastırın yanındaki hipodromdan da söz edilmektedir.
Mehmet Ziya Bey İstanbul ve Boğaziçi isimli eserinde buradan şöyle söz etmektedir: "Kozmit denilen mahalle, Toklu İbrahim Dedenin ve diğer sahabenin medfun bulunduğu iç kalenin Yağhane Değirmeni Sokağı tarafına açılan, Vlaharna kapısı yakınında vaktiyle Aya Fotini, bugün Feshanenin bulunduğu yerde de Aya Ratelemon yahut Theodora'nın kilise ve şatosu vardı. Bu mabet taş köprünün civarında olup bir zaman Bizans'a yardıma gelen Got askerlerinin ikametine terk edilmişti. Bu kiliseden az ötede şimdiki defterdar mevkii civarında ahşap bir köprü vardı. Bunu Iustinianus sonradan 12 kemer üzerine kâgir olarak inşa ettirmiştir. Bu köprüyü geçince de Aya Mamas'ın limanı ile karşılaşılıyordu."
Eyüp'teki Bizans dönemine ait Aziz Kosmos, Damianos kiliseleri, manastırları ve Aya Mamas Sarayından hiçbir iz günümüze gelememiştir. Bunlar Bulgarların 913-924 yıllarında yapmış olduğu saldırılarda yağmalanarak yakılmışlardır.
İstanbul'un fethinden sonra İstanbul'a Arap akınları sırasında sahabeden Ebu Eyyub'a ait olduğuna inanılan mezarın bulunması ile yörede ilk Osmanlı yerleşimi başlamıştır. Bu mezar üzerine Fatih Sultan Mehmet tarafından türbe yapılmış, bunu Eyüp Cami ve Külliyesinin yapımı izlemiştir. Bursa'dan gelen göçmen ve Yörükler buraya yerleştirilerek İstanbulun tarım ve hayvancılıktaki gereksinimleri buradan karşılanmıştır.
Osmanlı döneminde Eyüp Sultan'ın mezarından ötürü Eyüp, kutsal olarak kabul edilmiş, Mekke ve Medine'den sonra önemli bir ziyaretgâh olmuştur. Bu nedenle çevresi önde gelen devlet ve din adamlarının, halkın türbe ve mezarları ile kaplanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli olayları sayılan tahta oturma (cülüs), bağlılık yemini (biat), kılıç kuşanma törenleri, sünnet, doğum ve zafer kutlamaları burada yapılmıştır. Eyüp'ün bu özelliği yerleşmenin daha da artmasına neden olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kırkçeşme Su Yollarının buradan geçmesi, yoğun yerleşim burasının Galata dışında, Kasımpaşa ile birlikte en yoğun sur dışı yerleşim alanlarından biri olmasında etkili olmuştur.
XVI.yüzyılda Evliya Çelebi'den öğrendiğimize göre; buradaki Çömlekçiler Mahallesi'nde bağlı bahçeli, manzaralı bine yakın ev, bir çok konak ve bostan bulunuyordu. Ayrıca burada üç yüz dükkanlı çarşıdan başka iki yüz elli çanak-çömlekçi dükkanı vardı. Eyüpün çanak-çömlek-testi, tabak, yağ, bal, su kapları ve oyuncak yapımı çok ünlü idi.
Eyüp, İstanbul'un en önemli dinsel ziyaret yeri olduğundan İmparatorluğun çeşitli yörelerinden gelen Müslümanlar tarafından özellikle ramazan aylarında ve dinsel bayramlarda ziyaret edilirdi. Ayrıca Haliç kıyılarındaki en parlak günlerini Lale Devrinde yaşamış, o dönemde yapılan yalılar, köşkler ve bahçeleri ile önemli bir mesire yeri olmuştur. XVIII.yüzyılda sur içindeki yangınlar sonucunda, orada yaşayan halkın bir büyük bir bölümü Eyüp'e yerleşmiştir. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı'ndan sonra Balkan göçmenleri için Hamidiye Köyü'nde (Rami) yerleşim artmış ve buradaki halkın bir bölümü de Eyüp'e yerleşmiştir.
XIX.yüzyılda Eyüp'teki yerleşim alanları ile yeni yeni kurulmaya başlayan sanayii iç içe olmaya başlamıştır. Türkiye'deki sanayileşme sürecinin ilk örneklerinden olan Feshane 1835'te Haliç kıyısında kurulmuş ve burada orduya yönelik üretim yapılmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra Balkan göçmenleri 1960 sonrasında Trakya ve Anadolu'nun çeşitli yörelerinden gelenler Eyüp çevresine yerleşmişlerdir. 1939'da uygulamaya konulan Prost planı uyarınca Haliç'te fabrika yapımı çoğalmış ve bu da birtakım sorunları beraberinde getirmiştir. Kıyı boylarındaki fabrikaların, kanalizasyonların, tersane ve dokların yanı sıra işyerlerinin atıkları Haliç'in kirlenmesine neden olmuştur. Böylece Haliç bütün tarihi özelliğini yitirmiştir. 1980'lerden sonra Büyük İstanbul Kanalizasyon Master Planı kapsamında yer alan Haliç Projesi doğrultusunda Eyüp ile birlikte Haliç de ele alınmıştır. Haliç'in kıyısındaki sanayii kuruluşları kaldırılmış ve onların yerlerini yeşil alanlar ve parklar almıştır. Bu arada Haliç sularının temizlenmesini sağlamak amacıyla Yenikapı Ön Arıtma Tesisi arasında bağlantı kuracak çalışmalar yapılmış, tüneller açılmıştır.
Önceki dönemlerde belediye sınırları dışında bulunan kırsal nitelikli bir yerleşim alanı olan Alibeyköy'de hızlı bir sanayileşme ve gecekondulaşma başlamıştır.
Eyüp'te günümüze gelebilen tarihi eserlerden bazıları:
Eyüp Sultan Cami ve Külliyesi (1458), Eyüp Sultan Türbesi, Cezri Kasım Paşa Camisi (1515), Zal Mahmut Paşa Camisi (1577), İslam Bey Camisi (1521), Kapıağası Mescidi, Fethi Çelebi Mescidi, Arpacı Hayrettin Mescidi, Ali Paşa Mescidi (XVI.yüzyıl), Abdülkadir Efendi Mescidi (1537), Zeynep Hatun Camisi (1538), Defterdar Camisi (1541), Nişanca Camisi (1543), Topçular Mescidi (1558), Kızıl Mescid (1581), Münzevi Mescidi (XVI.yüzyıl), Dökmeciler Mescidi (1579), Takyeci Mescidi (1591), Hoca Sadettin Efendi Dar-ül Kurrası, Alibeyköy Mescidi (1897), Ahmet Dede Mescidi (1732), Arpacı Hayrettin Mescidi (1456), Baba Haydar Mescidi (1550), Bali Hoca Mescidi (1853), Büyük İskele Camisi (Kaptan Paşa Camisi) (1567), Darül Hadis Medresesi Mescidi (1734), Darüs Saade Ağası Mustafa Camisi (1614), Davut Ağa Camisi (1555), Hacı Ali Rıza Camisi (1886), Kasım Çavuş mescidi (1579), Otakçılar Camisi (1599), Yeni Mahalle Mescidi (1691), Çifte Gelinler Türbesi (1520), Daya Hatun Türbesi (1775), Defterdar Nazlı Mahmut Efendi Türbesi (1546), Dakakinzade Ahmet Paşa Türbesi (1557), Ferhat Paşa Türbesi (1595), Ferhat paşa Türbesi (1783), Halil Rıfat Paşa ve Mahmut Paşa Türbeleri (1836), Hüsrev Paşa Türbesi (1855), Mihrişah Valide Sultan Türbesi (1805), Nakkaş Hasan Paşa Türbesi (1714), Pertev Paşa Türbesi (1772), Sokullu Mehmet Paşa Türbesi (XVI.yüzyıl), Sultan Mehmet Reşat Türbesi (1919), Şah Sultan Türbesi (1801), Şeyh Murat Efendi Türbesi (1855), Ya Vedüt Türbesi (XV.yüzyıl), Zal Mahmut Paşa, Şah Sultan Türbesi (1577), Mihrişah Valide Sultan İmareti (1794), Çömlekçiler Hamamı, Beylerbeyi Mehmet Paşa Çeşmesi (1783), Çorlulu Ali Paşa Çeşmesi (1707), Hatice Sultan Çeşmesi, (1711), Pertevniyal Valide Sultan Çeşmesi (1856), Sadrazam Mustafa Paşa Çeşmesi (1753), Gazanfer Ağa Sebili (1599), Mihrişah Valide Sultan Sebili (1794), Sultan I.Ahmet Sebili (1613) ve Türk sivil mimari örneklerinden evlerdir.
Kenthaber Kültür Kurulu
Fotoğraflar, www.eyup-bel.tr ve www.gursoygrup.com.tr adreslerinden alınmıştır.