30
Nisan
2025
Çarşamba
ANASAYFA

Bit yeniği!..

Ne tuhaf bir toplum olduk; her işte bit yeniği arıyoruz…

Garipsediğimiz, beklemediğimiz bir olayı ne zaman duysak hemen bu işte bir bit yeniği var diyoruz!..

Çoğumuzun kullandığı, hele günümüzde ağzımızdan düşürmediğimiz “bit yeniği” sözcüğü acaba nedir?

Aslına bakarsanız bu sözcük insanlara ve hayvanlara musallat olan asalak, kanla beslenen kanatsız, küçük bir böcek veya haşareden geliyor. Yokluk ve sıkıntı içerisinde yaşayan bir kişi paraya, varlığa kavuşunca biti kanlandı deriz.

Biti kanlanmak, bit yeniği gibi sözler deyimlerde de yer almış… Argo’da zorla kavga çıkarmaya çalışanlara da bitlemek denilmiştir. Aslında kuşkulu durumları tanımlamakta çok sık kullandığımız bir deyimdir. Bu deyimi bir işin gizli kalmış, kötü ve aksak yönü sağlam görünmesine karşılık güven vermeyen bir tarafı olduğunda kullanılarak kuşkuyu da belirtir. Örneğin birilerinin para yatırmasıyla banka hesabı kabaran bir kişi bir dostuna şu kadar param var diye övünecek olursa, karşı tarafın kuşkulandığında “Bu işte mutlak bir bit yeniği var” diye düşünmesi kaçınılmazdır.

Günlük yaşantımızda veya siyaset, toplumsal alanlarda öylesine olaylarla karşılaşıyoruz ki, önce şaşıp, “Bu işte bir bit yeniği var” demekten kendimizi alamıyoruz!..

Siyasilerin konuşmalarına bakıyoruz, bazen söylediklerini unutup onun tam aksini söylüyorlar. O zaman düşünüyor, bu işte bir bit yeniği var diyoruz…

İstanbul Başsavcısı ile başsavcı vekili birbirinin tam aksini söylüyor, birbirlerini tenkit ediyorlar…

Bu işte bir bit yeniği var diyoruz.

Bir savcı adliye önünde bildiri dağıtıyor.

Bu işte de bir bit yeniği var demekten kendimizi alamıyoruz…

Bir banka genel müdürünün evinde ayakkabı kutularında ayakkabı değil, yüklü miktarda yabancı paralar çıkıyor.

Bu işte de bit yeniği var diyoruz.

Savcı yolsuzluk soruşturması yapmak istiyor; soruşturmanın ucu zülfiyare dokununca soruşturma engelleniyor…

Bu işte de bir bit yeniği var diyoruz…

Savcının isteği ile mahkemenin kararını uygulamaya kalkan polislerin başı derde giriyor, görevlerinden alınıyor.

Bu işte de bir bit yeniği var diyoruz.

Polis polisi yakalıyor.

Bu işte de bir bit yeniği olmalı diyoruz…

Savcı savcıya soruşturma açıyor. HSYK görüş bildiriyor. İktidar hepsine kızıyor…

Bu işte de bir bit yeniği var diyoruz.

Soruşturmayı soruşturmalar izliyor.

Bu işte de bir bit yeniği olmalı…

Bir mahkeme diğer mahkeme ile taban tabana ters karar veriyor… TSK’ya kumpas kurulduğu sözü üzerine bazıları harekete geçerek yeniden yargılamaya gidilmesini istiyor…

Bunda da bir bit yeniği olmalı…

Bazıları benim polisim, benim savcım, benim hakimim, benim valim, benim kaymakamım diyor. İnsan merak ediyor devletin polisi, hakimi, savcısı, valisi ne oldu diye…

Kuşkusuz bunda da bir bit yeniği olmalı…

Kimileri de benim hırsızın senin hırsızın diyerek bölücülük (!) yapıyor… Herkes kendininkini korumaya çalışıyor. Acaba bunda da bir bit yeniği mi var?

Ortalarda bir de koyma lafı dolaşıp duruyor; Neyi neyin yerine koyacağız onu da bilen yok.

Bunda da bir bit yeniği olmalı…

Bazıları hukuk ortadan kalktı diyor. Yıllar öncesi hukuk fakültesine devam etmiştim. Fakültenin Guguk diye bir dergisi vardı.

Şimdi bazıları soruyor hukuk mu, guguk mu diyor…

Mutlaka onda da bir bit yeniği olmalı…

Kimileri, komplo, dış güçler, karanlık çıkarlar, şantaj, tezgah, yalan dolan, çeteler, sermaye piyasası, faiz lobisi diyor… Herkes ortada suç varsa birbirinin üzerine atıyor…

Bunda da bir bit yeniği olmalı…

Bir savcının yurt dışına yılda yirmi iki defa gittiği en ehil ağızlardan söyleniyor…

Savcı “giderlerimi ben kendi paramdan harcadım” diyor. Söylenenler yalan dolan diye beyanat veriyor…

Son yıllarda palazlanmış bir iş adamı “ailesiyle birlikte harcamalarını benim şirketim yaptı” diyor.

Bunda da bir bit yeniği olmalı…

Yeni Adalet Bakanı adeta özel yetkilerle donatılıyor; anlaşılan her şey onun isteği doğrultusunda olacak. Gerisi laf-ı güzaf…

Bunda da bir bit yeniği olmalı…

Bir bakanın kolundaki saat 700.000 TL diye iftira (!) atılıyor…

Anlaşılan kol saati de siyasetimize girmişse, bunda da bir yeniği aranmalı…

Kol saati mol saati denirken, vatandaşa kim bilir ne kollar girmiş diye insan elinde olmadan düşünüyor.

Sanırım bunda da bit yeniği olmalı…

İktidar ile cemaat mücadelesi sürerken bir gazeteci Pensilvanya’ya giderek mektup götürüp, mektup getiriyor. Birilerinin isteği doğrultusunda ara bulmaya çalışıyor. Anlaşılan bunda da bir bit yeniği olmalı…

Kısacası biz öpülmeye layık toplum olduğumuzdan öpülmekten hoşlanırız. Kuşku yok ki, bunda da mutlak bir bit yeniği vardı…

Haydi hayırlısı…

Başka ne denir ki; onda da bit yeniği var mı acaba?

Yazımıza bityeniği diye başladık; yeri gelmişken, ona Yılmaz Ergüvenç’in gönderdiği bir fıkrayı ekleyelim de tam yerine rast gelsin:

İki çocukluk arkadaşı, yıllar sonra yolda karşılaşmışlar. Birbirlerine sarılıp, öpüşmüşler, duygusallaşmışlar. Öpüşme koklaşma faslı bittikten sonra:

Birinci Adam: Eee, daha ne var ne yok, senin bir oğlun vardı, neler yapıyor?

İkinci Adam: İyi, iyi, yıllar önce bir şirkete çaycı olarak girmişti…

Birinci Adam: Oh, oh, ne güzel, bu dönemde iş bulmak da kolay değil.

İkinci Adam: Evet ama benim oğlan çok iyi çay yaptığından 6 ay sonra patronun odacısı oldu…

Birinci Adam: Desene sana çekmiş, sen de iyi çay yapardın…

İkinci adam: Evet, patron bakmış benimki gel-git işlerini çok iyi yapıyor, masa başı bir iş verdi, bir de ev kiraladı benim oğlana…

Birinci adam: Desene becerikli çocukmuş.

İkinci adam: Evet ya, beni de şaşırttı, dışarıda çok iyi iş bitirdiğinden hem bir araba aldı, hem de ciddi zam yapıp müdür yaptı.

Birinci adam: Bak sen kerataya!..

İkinci adam: Sorma, oğlan patronuna iyi para kazandırınca, ona hem ev aldılar, hem de ortak yaptılar…

Birinci adam: Vay be, severim başarılı çocukları…

İkinci adam: Evet, çok başarılıydı ama ortağı pısırıktı, o yüzden patronunu gönderip tüm şirketi aldı…

Birinci adam: Oh, oh, ne güzel, Allah doyursun…

İkinci adam: Sağol, sağol, şirketleri çoğalttı ve holdingleşti, bu aralar meclise hazırlanıyor. Senin de bir oğlun vardı, o ne yapıyor?

Birinci adam: Ne diyeyim, benimki de hırsız oldu ama ben senin kadar güzel anlatamıyorum!..

erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 12 Ocak 2014 Pazar 12:12:24


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
senay gülçe IP: 88.244.142.xxx Tarih : 12.01.2014 13:25:19

Son günlerin olaylarını çok güzel hicvetmişsiniz. Gerçekten yaşanan olayların hepsinde birer bit yeniği var. Bu ne zamana kadar  gidir, bilemiyoruz ama herşeyden önce toplumun belirli bir kesiminin uyanması artık şart oldu.


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.251.88.xxx Tarih : 12.01.2014 18:35:51

Bit deyip geçmeyelim. Mübarek hayvandır. Muhteşem Yüzyıl dizisiyle hemen herkesin âşina olduğu Rüstem Paşa Diyar-ı Bekir valisiyken Sultan Süleyman, onu kızı Mihr-i Mah ile evlendirmeye karar verir. Ne var ki çekemeyenler onda cüzzam vardır şayiasını yayarlar. Sultan hekimbaşını çağırır, cüzzamın nasıl anlaşıldığını sorar. Hekimbaşı ''Hünkârım, cüzzamlıda bit yaşamaz'' der. Hemen ulaklar yola çıkar, bir emr-i vâki ile Rüstem'i soyar, çamaşırına bakarlar ki sıra sıra bitler resm-i geçit yapıyorlar. (Muhteşem Yüzyıl bu olayı saptırdı; güya dışarıdan bir biti denemek için vücuduna koymuşlar. İnanmayın, doğrusu bitler kendi bitidir.) Sonuçta Sultana damat olur. Kehle-i İkbal diye anılır. Osmanlı'nın en zengin sadrazamı olur. Bilmem bu günlerde onun kadar zengin sadrazam var mı? Şair durur mu, hemen bir dize uydurur: Olacak bir kişinin tali'i yar, Kehlesi dahi mahallinde ânın işe yarar. (Gençlere: Kehle = Bit.)


Dr. S. A. IP: 95.15.238.xxx Tarih : 12.01.2014 20:10:15

Muhterem Erdem Yücel;
Günümüzde gelişmelerini izlediğimiz fütûrsuzca bir siyaseti, muhteşem sunumunuzla gerçekçi ve de mizahî olarak ortaya koymuşsunuz ve Muhterem Yılmaz Ergüvenç'in naklettiği -çok değerli ve açıklayıcı- 'bir fıkrası' ile, sunumunuzu bir gerçeğe bağlamışsınız. Acaba, "- yerinde olur mu, yoksa olmaz mı ?.." diyerekten ve de bunu sizlerin takdirlerinize sığınarak, ben de, şu hikayeyi anlatmak gereksimimi duydum:
Bu hikaye, demokrasinin olmadığı, jurnalcılığın kol gezdiği, devrimci insanların yargılanmaksızın çuvallar içinde İstanbul Boğazının derin sularına atıldığı bir döneme mahsustur. Gene bu dönem, bizim malûmlarımızın 'pek meraklı oldukları ve bu dönemleri yaşatma sevdasında olduğu' bir dönemdir.
Fazla uzatmadan gelelim sâdede ve hikayemizi anlatalım. Abdülhamid döneminde, uzun yıllar boyunca birbirinden ayrı kalan iki arkadaş, birgün karşılaşırlar.. Birinin adı Mehmet, diğerinin adı Ahmet dir..
Ahmet, görkemli ve sedeflerle donanımlı bir faytonda, elinde asâsı, başında fesi, giyimi pek şık olarak dolaşmaktadır. Tesâdüf bu ya, Mehmet ile Ahmet birbirlerini görürler ! Mehmet pejmürde bir halde Ahmet i tanır; Mehmet de bu eski arkadaşını tanır ! Ve-l-hâsıl aralarında şu konuşmalar geçer;
Mehmet; "- vay ahmet, ne iş yaparsın ki, bu hâle gelebildin !"
Ahmet; "- saray a damat oldum !"
Mehmet; "- peki, damat oldun da başka ne iş yaparsın ? !"
Ahmet; "- 'saray a damat oldum' dedim ya !"
Mehmet; "- saray a damat olduğunu anladım da, böylesine şa'şaalı duruma gelebilben için ne iş yaptığını anlayamadım !"
Ahmet; "- senin anlayacağın şu, ben paşanın kızını .....yorum, bu sayede bu hale geldim !"
Mehmet; "- ulan ahmet, sen beni de bu saray a damat yap, yemîn-bi-ilâh, ben bu saray ın tüm sülâlesini ....im !"
(not: Yüce Altemur Kılıç ile yaptığım görüşmelerimden birinde bu fıkrayı ilk kez kendilerinden dinlemiştim; Muhteremime âfiyetler dilerim)