Günlük konuşmalarda, televizyonlarda söylenenlere bakıldığında ne kadar boş konuştuğumuzun farkında mıyız?
Türk dilinin çok eskilere inen bir geçmişi vardır. Ural-Altay dil ailesinden olan ve daha çok Altay kollarıyla bağlantılı olan Türk dili, zamanla değişik ölçü ve kalıplara uyarlanmıştır. Türk dilinin en eski örnekleri ile Orhun ve Yenisey yazıtlarında karşılaşılır. Türk dilinin sözcüğün tam anlamıyla bir kelime hazinesi olduğunu bu yazıtlar ortaya koymuştur. Oradaki sözcüklerin bazıları günümüze kadar değişmeden gelmiştir. Sözcükler dilin şematik gelişimine uyumlu biçimde kullanılmış, bir takım eklerle yenileri türetilmiştir. Ayrıca edebi ve ilmi yollarla diğer komşu ülkelerden de alıntılar yapılarak zengin bir dil ortaya konulmuştur.
Latin alfabesinin benimsenmesinden sonra bilim, teknik ve sanat kavramlarını karşılayacak biçimde Türk dili zenginleştirilmiş, daha da geliştirilmiştir. Atatürk’ün önderliğinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti 1932’de kurulmuş; I.Türk Dil Kurultayı ile ondan sonra yapılan kurultaylarda derleme, sözlük, dilbilim, yayın ve tanıtma kolları kurularak çalışmalar sürdürülmüştür. Atatürk’ün başlattığı bu çalışmaların 1960’lı yıllardan sonra yavaş yavaş bozulmaya başlamış olması ise üzüntü vericidir.
Türk dili üzerindeki tartışmalar uzun süre yapılmış, 1980 darbesinden sonra Atatürk’ün kurduğu Türk Dil ve Tarih Kurumu bugün dahi anlaşılamayan bir nedenle kapatılmış ve yerine eskisiyle kıyaslanamayacak acayip bir kurum oluşturulmuştur...
Türkoloji’nin önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin gittikçe bozulmasına karşı çıkmış ve bu konuda yazdığı makaleleri “Türkçenin Karanlık Günleri” isimli kitabında bir araya getirmiştir. Türkçeyi yeterince bilmeden kullananlar, saçma sapan sözcükler, uydurma ifadeler ve yanlış kullanımlarla Türk dilini içerisinden çıkılamayacak duruma sokmuşlardır.
Türk dilindeki bu yozlaşma her geçen gün biraz daha artmaktadır. Bunun öncülüğünü bilerek veya bilmeyerek siyasiler, köşelere paraşütle inen köşe yazarları, kendilerini yazar sananlar (!) internet sohbetleri, televizyon ve radyo sunucuları, programcıları yapmaktadır.
Günümüzde pek çok şeyde olduğu gibi Türk diliyle yazmak bir yana konuşmalarımız da tam bir karmaşaya dönüştürüldü. Kısacası o güzel Türkçemiz bu karmaşa içerisinde karanlıklarla boğuşuyor.
Kökleri yüzyıllar öncesine inen bir dil, bugün yabancı dillerden alıntılanarak üretilen uydurma sözcüklerle nasıl bu hale getirildi?
Bunun sorumluları kimler?
Kuşkusuz, pıtrak gibi çoğalan ulusal ve yerel televizyonların bunda büyük katkısı olmalı...
Televizyon sunuculuğu ve program yapımcılığı; halka yönelik, kültürel yaklaşımın ağırlıklı olması gereken bir görevdir. Ayrı bir eğitim, diksiyon ve birikim ister… Televizyonun olmadığı günlerde radyo spikeri olmak isteyenlere sınavlar açılır, adaylar ince elenir sık dokunurdu. Televizyonun başlangıcında da ondan farklı değildi. Zafer Cilasun, Semahat Özdemir, Nuran Devres, Jülide Gülizar, Tuna Huş, Halit Kıvanç gibi haber ve spor programları sunanların yerleri bir türlü doldurulamadı.
Günümüze bakıyorum Türkçeyi bile düzgün konuşamayanlar, önündeki ekrandan kayıp giden haberleri okumakta zorlananlar, hızlı okumaya çalışınca da ne söylediği anlaşılamayanlar, her nasılsa stüdyoya düşmüş birikimli bir konuşmacının ulu orta sözünü kesen sunucular… Fiziği biraz düzgün olanlar ekranlarda boy gösteriyor… Şarkıcılıktan program yapımcılığına ve sunuculuğa geçerek astronomik ücret alanlar, canhıraş feryatla “canlarım ciğerlerim” diye program açanlar, olur olmaz kişileri ekranlara davet edenler… Genellikle ileri yaşlardaki insanları evlenme programlarına çıkararak konuştukları dille Türkçeyi katledenler…
Ramazan aylarında televizyon kanallarından birisinde, programın sunucusu konuğu din bilgisi üst düzeyde olan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e olur olmaz sorular soruyor; kendisinden Kuran okuması isteniyor. Öztürk de televizyonda bir iki kez okuduğunu söyledikten sonra bir sureyi okuyor. Kuran okunurken sunucu ayak ayak üstüne atmış sözüm ona dinliyor!.. İnsanda biraz saygı olur… Bir başka kanalda ise cüppeli lakaplı hoca (!) meddah veya ortaoyuncusunu aratmayacak şekilde din adına abuk sabuk şeyler söylüyor…
Televizyonları bir yana bırakın çoğunlukla otomobillerde dinlenen radyo program sunucularının Türkçesini duyunca acaba bunlar hangi dili konuşuyor diye düşünürsünüz.
Türk dilini güzel konuşmak, doğru yazmakta en büyük görev yazarlara düşer denirse de; bu kez kaçımız gazete kitap okur tartışması gündeme gelir!.. Dil kirliliği önce düşünce kirliliğine, o da kimlik kirliliğine yol açar. Bunu en iyi biçimde gösteren de günlük yaşamda kullanılan şu sözcüklerdir; showman (gösteri yapan kişi), discokey (radyo veya kulüpte müzik çalan kişi), fırst lady (hanım ağa), market (büyük bakkal dükkanı), gross market (daha büyük market), Store (dükkan), damping (ucuzluk), billboard (ilan tahtası), skorboard (sayı tablosu), hobby (merak), deklarasyon (bildiri), brifing (bilgi alış verişi), bodyguard (koruma), nostalji (özlem), plaza (iş merkezi), mega kent (büyük kent), dubleks (iki katlı daire veya ev)) , tripleks (üç katlı ev), spekülatör (vurguncu), mafya (eşkıya çetesi), cafe (kahvehane), neşeli şarkıcı (eşcinsel şarkıcı), seviyeli ilişki (Paraya dayalı aşk), seksi şarkıcı (sesi olmayıp yalnızca vücudunu teşhir eden şarkıcı), sosyete güzeli (işi gücü olmayan eğlence mekanlarında boy gösteren kadın), tele vole veya paparazzi programlarına yakalanmak (TV ekipleriyle danışıklı dönüşüklü yapılan program), ex aşk (eski sevgili), kafa koparmak ( bir kerede birini soymak), yürek hoplatmak (açık saçık giyinerek erkeklerin duygularını harekete geçirmek), yeni aşklara yelken açmak (yeni sevgiliye açığım demek), playboy (baba parasıyla eğlence mekanlarında boy gösteren genç adam), prestij (saygınlık), nostalji (eskiye özlem), Fast food (yol üstü lokantası), villa (köşk), spekülatif (vurguncu), flora (bahçe çiçekleri), sponsorluk (destek çıkmak)…
Kısacası kullanılan bu Türkçe bizim Türkçemiz (!) daha doğrusu yozlaşmış Türkçemiz…
Kuşkusuz, bunları gördükten sonra Karamanoğlu Mehmet Bey’in, Kaşgarlı Mahmut’un Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun, Ağah Sırrı Levent’in ve onlara gelinceye kadar nice Türkologların kemikleri sızlıyordur.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Türkçem benim ses bayrağım” sözü ise bu yozlaşmaya verilmiş en güzel yanıt olmalıdır.
Türkçemizin değerini bilmiyoruz, daha kötüsü de bilmediğimizi bilmiyoruz…
Ellerine saglik Hocam"Bos konusmalar ve yozlasan Türk dili,yazini zevkle okudum.Yaliniz burda yozlasan sadece Türk dili degil.Kanaatimce tüm dillerin %80 ni yozlasmis durumdadir.Bütün dillerde karmasik diller yozlasmaya yüz tutmus durumdadir.Buda tahminen söyliyorum,Uluslararasi yapilan seyahetlerden kaynaklaniyor.
Kusura bakmazsan sayet,Ben Hürriyet porta,ki yazin ile ilgili bir kac söz yazmak istiyorum.Ne yazik,ki Hürriyet porta mesaj yazamiyoruz.orasi cok karisik sayfayi okurken dahi, bir kac kere gidiyor ve tekrar bastan basliyor.yani sayfayi okuyuncaya kadar bes alti kere gidip ve bastan basliyor sayfa.Yani okumak istedigim yerden gelse normal derim,Hep bastan basliyor.
Ordaki yazin cok ilgimi cekti,Ne güzel baslik.Acaba alnimizda ne yaziyor, Enayi,mi Bu kelimeyi yadirgamadigim gibi,Ögle oldugumuza,da kanaat ediyorum.Hürriyet,Özgürlük,Demokrasiden söz ederiz,Bir yerde hakkimizi aramaya kalktigimiz zaman hemen kominist damgasiyi yeriz.Kusura bakma onun icin kimse bana demokrasiden,Özgürlükten,Hürriyetten söz etmesin.K:K ya tipis tipis ödemek zorundayiz,Sayende K.K yi da ögrenmis olduk saygilarimla.