Geçtiğimiz hafta Türkiye büyük bir felaketi yaşadı. Yaşanan olayları biliyorsunuz; yinelemeye hiç gerek yok… Aşırı yağışlar dereleri taşırdı, çamur yığınları halinde akan seller önüne ne gelirse sürükleyip götürdü, evleri sular bastı… Hepsinden daha kötüsü de otuzun üzerinde can gitti ve hala da kayıplardan söz ediliyor.
Bunun sorumluları kim? Dereler mi? Bilinçsizce dere yataklarına yaptıkları ruhsatlı veya ruhsatsız yapılar mı? Yoksa başta İstanbul olmak üzere Karadeniz’de de bu işlerden getirim sağlayanları mı? Yandaşlara, eşe dosta yer tahsis edenler mi? Bunlardan sebeplenen müteahhitler mi?
Yıllar öncesi lisede okuduğumuz çok bilinmeyenli denklemler gibi çözümü güç problemler!
Bazılarına göre Allahın gazabı… Takdir-i ilahı… Bazılarına göre Allah’tan gelen… Bazılarına göre Allah oruç tutmayanları helak etti… Oruç tutmadıkları için onları sel aldı diyenler...
Bunların hepsine tamam diyelim de, yıllardır bizleri yönetenlerin, vatandaşların hiç mi suçu yor?
Dere yataklarına ev yapanlar hadi suçlu diyelim, ya onlara izin verenlere ne demeli?
Gerçekte akıl ve bilimden yoksunluk… Göz karartan rant sağlama telaşı… Geliyorum diyen tehlikeyi görmezden gelmek…
Yoksa tufan değil de beklenen bir cinayet mi? Bilinçsiz katliam mı?
Bu felaketin nasıl ve neden geldiği tartışılırken Başbakan suçluyu hemen teşhis etti; suçlu dereler, derenin intikamı! İki bakan da istediği yere ev yapan vatandaşları suçluyor. İstanbul Belediye Başkanı sel felaketinden tüm insanlık sorumludur buyurmuş!.. Türkiye Partisi Genel Başkanı ise “Çok partili siyasi hayata girdiğimiz günden bu yana Türkiye’de görev yapmış bütün belediye başkanları suçludur. Bunun cezasını çekmelidir diyor.
Yaraların sarılması, maddi zararların giderilmesi öncelikli olması gerekirken siyasiler işe karışarak ortalığı kayıkçı kavgasına dönüştürdüler. Sanırım en akıllı yanıtı da yağmurun, selin Ankara’ya geleceğini düşünen Ankara Belediye Başkanı vermiş; Alt kattakiler, üst kattaki komşularına misafir olsunlar demiş!.. Başkan, Ankara su sıkıntısı çektiği günlerde de tatile çıkın demişti! Bazıları suçluluk telaşı içerisinde televizyonlarda birbirlerine temelsiz, belgeye dayanmayan, yanlış bilgiler vermeyi sürdürüyorlar. Açıkçası kendilerini temize çıkarmak, başkalarını suçlamak için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Kısacası felaket siyasi polemiklere, sen yaptın ben yaptım havasına dönüşüverdi. Bu arada sanki yönetim on altı yıldır işbaşında değilmiş gibi 30–40 yıl öncesinin hesaplarına dönüştü.
İstanbul’un yerel yöneticileri ve muhalefetin temsilcileri televizyon ekranlarına çıkıp, düzmece değil, gerçek belgelerle halkın karşısına çıkıp kozlarını paylaşmalıdır. Madem ki, bunun suçlusu CHP koy ortaya belgeleri bizim bir suçumuz yok de!..
Güleriz acınacak halimize sözünü söyleyen ne kadar da doğru söylemiş…
Siyaset, felaket karşısında bile oy toplama veya oy kaybetmeme telaşı içerisinde, kendini aklama amacıyla yapılmamalıdır. Öncelikle belediyecilik halka hizmettir. Ne yazık ki, bunun bilincinde bile değiliz. Siyaset adına yalan yanlış söylemler, halkı kandırmaya yönelik davranışlar çirkin siyasetin gelişmemiş ülkelere özgü tutumlarıdır.
Ortada bir felaket var; bunun sinyalleri çok önceden Karadeniz’de verilmişti. Karadeniz’e akan derelerin önlerini asfalt yollar kapatmış, vadilere setler yapılmış, ağaçlar kesilmiş… Karadeniz ile derelerin ilişkisini kesen, törenle yolları açan siyasetçilere, bu işe olur diyen bürokratlara, alkış tutan Karadenizlilere ne demeli? Müteahhidi boş verin o para kazanma derdinde!..
Bu acı olaydan sonra İstanbullular yaşadıkları şehirde denize ulaşan kaç derenin olduğunu, başta Ayamama Deresi olmak üzere Tavukçu Deresinin, Papaz Deresinin, Kilyos Deresinin, Silivri Boğluca Deresinin, Kağıthane Deresinin, Sazlıderenin, Istranca Deresinin, Karasu Deresinin, Çatalca Koğuk Deresinin isimlerini öğrendiler. Ayamama Deresi, Basın Ekspres Yolunun genişletilmesi için dört metreye indirilmişti, derelerin yatakları kaçak ev ve iş yerleriyle dolmuştu. Her şey bir yana burada mahalleler kurulmuş, okullar sağlık ocakları, alış veriş merkezleri kurulmuştu. Derenin bazı yerlerinin üzerleri örtülmüş, dev alışveriş merkezinin temelleri dere yatağına bitiştirilmişti. Oysa 530 bilim adamının dört yıl boyunca çalışıp düzenlediği “İstanbul Çevre Düzeni Planı” Çatalca ile Silivri’yi kapsamına alan yeraltı sularının yüzeyde olduğunu, herhangi bir toprak kaymasının sel oluşturabileceğini belirtmişti. Haklı olarak buna deprem riski bile işlenmişti. Ayrıca bölgenin yerleşime açılmaması için uyarılar yapılmıştı.
“Kentsel Dönüşüm Alanları” hakkındaki kanun tasarısının akıbeti ne oldu?
Dere yataklarının rant uğruna nasıl yağmalandığını, nasıl daraltıldığını felaket öncesi pek az kişi biliyordu. Seçim sırasında dere yataklarının çevresine kurulan özel mülklerin dışında devlet eliyle buradaki yapılanma, İkitelli-Başakşehir’de tır parkı bile yapıldı. İstinye Deresindeki yapılanmalar, Bostancı Deresi çevresindeki bloklar, Fulya Deresindeki gökdelenler, rant uğruna kaldırılan Kadıköy Salı Pazarının önünden geçen Kurbağalı Dere, Halkalı konutlarının yükseldiği alanlar, Kilyos Deresi çevresi, Silivri, Çatalca, yapılanmaları, Alibeyköy Deresindeki yapılanmalar, fabrikalar, TOKİ inşaatları ve çeşitli iş yerleri… Bunların çoğu anlı şanlı törenlerle açıldı.
Kuşkusuz, bundan vatandaşlarımız ders çıkarır, bazı şeyleri öğrenir ve buna göre de önümüzdeki seçimlerde oylarını kullanır…
Amerika başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde yeni yapılanmalar ve alt yapılar konusunda sözde kalmayan, uygulanan bazı kurallar vardır. Özellikle ABD’de sel baskınlarını ve su basmalarını önlemek için en azından yüz yıllık yağmur verilerine göre hidroloji (su bilimi) hesapları yapılır ve zorunlu bölgelerde ise su tutma havuzları yapılma şartı aranır.
Felaketi hazırlayanlar, sürekli değiştiren imar plan tadilatlarını kimler hazırladı? Bundan kimler rant sağladı ve bundan pay sağlayanların yönetimlerle yakınlıkları var mı? Bütün bunlar ortaya çıkarılıp gözler önüne serilmelidir. Bu arada hiç kimsenin parmak basmadığı bir gerçeği de dile getirmek isterim. Belediyecilik başlı başına bir eğitim işidir ve başlı başına bir meslektir. Mimarlık, şehircilik, peyzaj mimarisi, meteoroji eğitim işidir. Bugün işbaşında olanlardan kaçı bu eğitim almıştır? Başkanların altındaki müdürlerden kaçı bu yönde eğitilmiştir? Belediye meclis üyelerinin parti yandaşı olmaktan başka ne gibi özellikleri vardır. Bunlardan kaçı bu konularda eğitim almışlardır? Pek sanmıyorum ama içlerinde bu yönde eğitimli olanlar varsa neden sesleri solukları çıkmıyor?
Kısacası sel felaketinin ortaya koyduğu gerçek; çıkarlar ve buna yol açan bazı bürokratların akıl ve bilimden yoksun oluşlarıdır. Özellikle korunması gereken su havzaları, dereler imar planlarıyla yerleşime açıldı. Ağaçlar kesildi, ormanlar yok edildi, kuruyan derelerin üzerlerine, kıyılarına evler fabrikalar yapıldı ve yollar açıldı. Çarpık kentleşme her yerde kendisini gösterdi. Bu arada adama sormazlar mı, alt yapısı olmayan yere neden imar izni verildi, neden ruhsat çıkarıldı? Vatandaşlara aşırı yağış geliyor, sele dikkatli olun demekle bu iş olmaz. Sormazlar mı; öyleyle sen ne önlem aldın diye? Tehlike vardı da bölgeyi neden boşaltmadın, vatandaşları sağlıklı, korunaklı yerlere yerleştirmedin diye… Vatandaş uyarıldı demekle de işin içinden sıyrılamazsın. Önlemleri almak devletin ve belediyelerin görevidir. Derelerin denize döküldüğü deltalara tatil siteleri kurulmasına, bunların çarpıklığına göz yumar, ruhsat verirsen bir gün o insanları maddi yönden çökertir, canlarını alırsın. Kıyı kent ne demek oralara site yapanlar ve onları satın alanlar hiç mi kıyı kent sözcüğünün anlamını bilmezler? Yıkılan köprüler ise başlı başına bir mimari konu. XVI. yüzyılda Mimar Sinan’ın yaptırdığı, başta Büyükçekmece köprüsü hiçbir şey olmamacasına ayakta dururken, XX. Yüzyılda yapılarak yıkılanlara ne demeli? Yıkılan köprüleri yapan teknik elemanlar hiç mi Mimar Sinan’ın inişli çıkışlı, su yatağına göre yapılmış gözlerinden, sel yaranlarından bir şey öğrenmediler?
İnsanın elinde olmadan aklına günümüzden yaklaşık 100 yıl önce Tevfik Fikret yazdığı ”Yağma Sofrası” şiiri geliyor;
“Bu sofracık efendiler ki yiyip yutmanıza hazır
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin yutun hapır hapır
Yiyin efendiler yiyin, bu sofra iştaha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin...”
erdemyucel2002@hotmail.com
merhaba erdem abi.köşenizi takip ediyorum ama uzun zamandır köşenize yorum yazmıyorum.geçen haftalarda marmara bölgesinde yaşanan sel felaketini köşenize konu almışsınız.daha öncede sizin köşenize yorum olarak yazmıştı.eski cumhur başkanımız sy:süleyman demirelin söyledigi sözleri"dereye ev yaparsanız derede birgün gelir kirasını alır demişti.ülkemizin başbakanıda ayrı bir söz etti.!bence eski cumhur başkanımızda,başbakanımızda yerinde söz söylemişler diye düşünüyorum.gelelim bu kadar yağmur neden bir anda yağdı.bence dünyada ve ülkemizdeki orman yangınlarının yağmurda ve selde büyük payı var.eger doganın dengesiyle oynarsak erdem abi;doganın intikamıda kötü olur diye düşünüyorum.!doganın dengesini degiştiremeye biliriz ama iyileştire biliriz.!mesela ben yarın sabah evimizin önüne bir ağaç dikerek katkıda bulunacam.!herkes evinin önüne bir ağaç dikerse,doganın dengesine iyi gelecegini düşünüyorum.!sel felaketinden sonra yaşananları,selin götürdügü malları alanları izlerkende aklıma"batan geminin malları bunlar gel vatandaş gel diye söylendim..vallaha söylenecek o kadar söz varki erdem abi.sizler söylüyorsunuz ve de yazıyorsunuz.bizler de elimizden geldigi kadar yorumluyoruz.saygılarımla.erdal geyikçi/sanatcı..
Sayın Yücel,yönelttiğiniz soruların cevabı hem rant ,hem bilinçsizliktir.Ama esas sorumluluk ya da sorumsuzluk yerel yönetimlerdedir.Bugünkü mimari, şehircilik ve estetik anlayışımız ile antik çağın çok gerisindeyiz.O devirlerde mimari kurallara uymanın çok sıkı denetlendiğini tarihi belgelerden görüyoruz. Yeşil alan,su yolu,kanalizasyon ve diğer şehircilik gereksinimleri en ince ayrıntısı ile planlanıyordu.Bugün ise imar ve ruhsat alımlarında usulsüzlük olduğu için çarpık kentleşme çok yaygın.
Japonya ve Avrupa'da da bu tür doğal felaketler oluyor ama bizdekilerin sonuçları ağır. 15 yıldır İstanbul'u yöneten zihniyet hala bulanık suda balık avlama peşinde. El insaf yani? Hatalı kent dizaynı ve yönetimin mesulleri bellidir ama pişkin çıktılar. Sonra daşuna buna kara çalma işi. Bu kentin planlanmasından ve planların uygulanmasından büyükşehir beldiyesi sorumludur. Umut ederim ki, halkımız ilk seçimde bu ihmalin hesabını ilgililerden oracaktır!
Sükür kavusturana hocam"Kenthaber yayinina baslamis gene.Yazin gene mükemmel olmus,Yorumu ise baslikta bulunmaktadir.Yanilmiyorsam bu tamamen bedava rant pesinde,Ve bu ranti oy ugruna saglayan belediyelerdir.Belediyeler oy alsin ugrunda insanlar ölmüs onlar icin sorunmu. Eger Halki düsünmüs olsalardi,Halka alt yapi yapar ve dere kenarlarina degil,de derenin üstüne konaklama imkani saglardi.
Türkiye,de oldugu gibi,Dünyanin degisik bölgelerinde aceyip doga olaylari olmaga baslamistir.Örnegin gök yüzünde hic bulut yokken ispanya,nin bir bölgesine buz parcalari düsmesi.Ve bunun karsisinda bilinc caresiz kaliyor.Panama,da insan ogluna benzeyen yaratik.ve buna benzer degisik olaylar. Artik insanoglu degistigi gibi dogada degisiyor.Ve insanlar bundan ders alip ona göre insaatlarini yapmalari gerekiyor.Bu dere kenarinda yapilan evler tamamen bilincsizlik degilde göz acliliktan kaynaklanmaktadir.Bunun üzerine Belediyeler,de sünger cektimi tamanlaniyor.Saka yollu olsa,da arkadas arasinda bedava mezar bulsan icine girersin diye hitap ederdik.Dere kenarlarinda yapilan binalarda o kelimenin benzeridir. Insanoglu ac gözlüdür,Tipki ates gibidir,Atese ne atarsan su haric herseyi yutar.Doymak nedir bilmez,ondan sonra böyle vakalar olunca suclu aramaya baslariz.kendimizi asla suclu oldugumuzu kabul etmeyiz.Biz kendi aynamiza bakmamiz lazim,Elin aynasi emanettir ögle bilinsin.Kenthaber bir daha kapanmamak dilegiyle tüm kenthaber yazarlarin ve okurlarin Ramazan Bayramlarini kutlar nice hayirli bayramlar dilerim saygilarimla.