23
Mayıs
2025
Cuma
ANASAYFA

Dile Kolay Tam 86 Yıl Geçmiş

Cumhuriyetimizin ilanından bu yana tam 86 yıl geçmiş… Dile kolay; zaman nasıl da akıp gitmiş… Büyük Atatürk başta olmak üzere cumhuriyete inanmış, ulusuna benlik kazandırmak isteyenler, kim bilir ne kadar güçlüklerle karşılaşmış ve o günlerin koşulları içerisinde bu büyük olayı gerçekleştirmişler… Osmanlının batmış mirası üzerinde yepyeni, mucizevî bir devlet kuruluyor. Bugün bizlere çok kolay geliyor. O günleri yaşayanlardan pek az kişi kaldı ve kalanlar da yaşamlarının son demlerini sürdürüyorlar. Ben dâhil olmak üzere çoğumuz cumhuriyeti, o günleri yaşayanların yazdıklarından okuyor, sonra da oturup akıl ve bilimin ışığı altında düşünüyor, kendimizce yargıya varıyoruz. Bu konuda bizlere ışık tutanların başında, olayları popüler olarak yazan Şevket Süreyya Aydemir ile Turgut Özakman geliyor. Cumhuriyet Tarihini bilimsel olarak irdeleyenler ise bunların dışındadır.

Geçmişe döndüğümüzde, 29 Ekim 1923 sabahı gece yarısında başlayan çalışmaları sonunda TBMM, 1923 Anayasasını oy birliğiyle onaylıyor.

Anayasa’nın 1. maddesi:

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Devleti’nin hükümet şekli cumhuriyettir.”

Bunun ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa yine oy birliğiyle seçiliyor. Bugün çok zor şartlarda kazandığımız, toprakları işgal edilmiş, yokluk içerisindeki memlekette kurulmuş cumhuriyetimizi içeriden ve dışarıdan yıkmak, bölmek isteyenlerin olduğunu görmek gerçekten çok acıdır. Bilinçsizlik mi, çıkarcılık mı, yabancılarla işbirlikçilik mi? Gerçekten kestirebilmek çok güç… Ne var ki, geçen yüzyılın büyük dâhisi Atatürk, ileriyi görmüş ve bunları “Gençliğe Hitabesinde” açık ve net olarak dile getirmiştir. Ayrıca cumhuriyetin ikinci yılında önündeki yolu da şöyle açıklamıştır;

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektedir.”

Cumhuriyetin kuruluşundan yirmi yıl sonra ilkokul öğrencisiydim. Cumhuriyet Bayramlarında ayrı bir sevinç ve coşku duyardık. II. Dünya Savaşı’nın zor günlerinde sınıflarımızı kâğıt bayraklarla, grapon kâğıtlarıyla süsler, o günlerin aydın öğretmenlerimizin verdiği bilgilerle Türk’ün bu büyük gününü kutlardık… Hemen herkesin evlerinde bayraklar asılır, İstiklâl Marşımızı büyük bir heyecan içerisinde hep birlikte okumaya çalışırdık. Aradan yıllar geçti aynı coşkuyu bizim kuşaklar dışında, acaba kaç kişi aynı duygularla hissedebiliyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Çoğu kez tanık olmuşumdur; bir okuldan İstiklâl Marşını okuyanların sesini duymazlıktan gelip yollarına devam eden hainleri veya cehalet içerisindeki örümcek beyinlileri görüyor ve onların hesabına üzülüyorum. İstiklâl Marşını dinlemenin de bir adabı usulü vardır. Futbol maçlarına bakıyorum, bazı futbolcularımız cehaletlerinden ayaklarını iki yana açıp, elleri arkalarında, sözüm ona marşın kelimelerini yuvarlamaya çalışıyorlar. Bunların çoğu yarım yamalak da olsa askerlik yapmışlardır. Ama daha esas duruş nedir onu bile öğrenememişler!..  Kuşkusuz, Türkiye liglerinde yabancı futbolcular çoğunlukta olursa, bizimkilerin de onlara uymaya çalışmalarını garipsememek gerekir diye düşünüyorum.

Cumhuriyetin ilanından 86 yıl sonra demir ağlarla örmeye, uygarlık yolunda ilerlemeye çalışan Türkiye’de hangi manzaralarla karşılaşıyoruz?

Bir takım hainler Türkiye’yi bölmeye, bir takım akılsız, çıkarcılar, eğitimsiz insanların beyinlerini öbür dünya masalıyla, hurafelerle yıkamaya çalışırken kendilerine din adamlığı yakıştırmış din baronları çıkarları uğruna yoğun çalışma içerisindeler. Bunlardan bazıları okyanuslar ötesinden aldıkları emirleri uygulamaya çalışırlar… Cumhuriyetin koruyucusu, her Türk insanının göz bebeği olması gereken ordumuz şu veya bu nedenlerle yıpratılmaya çalışılıyor. Darbe yapmakla suçlanan, tutuklanan subayların yargısı sürüyor, irtica belgesini savcılara gönderen, ne kadar gerçek olduğu bilinmeyen ihbarcı bir subay aranıyor? Bir albayın imzasının ıslak olup olmadığı araştırılıyor. Yargı ile ilgili bazı bilgiler, anında bir takım yayın organlarına gönderiliyor. Güneydoğu’da 25 yıldır terörü yok etmeye çalışan, canını ortaya koymuş askerlerimizi hiçe sayarak PKK’dan geri dönenleri, bazı gafiller kahraman (!) gibi karşılandılar. Avrupa’dan gelecek PKK’lar için İstanbul’u karıştırmak amacıyla miting yapmak istiyorlar. Kuzey Irak kamplarından gelenlere havai fişekli, davullu zurnalı, zılgıtlı gösteriler düzenleniyor. Şehit aileleri haklı olarak tepkilerini ortaya koyuyorlar, yürüyüşler düzenliyorlar, madalya ve beratlarını iade etmek istiyorlar, bazı gaziler protezlerini ortaya atıyor… Açılım diye dağdan inen veya inecek olan PKK’lıların hangisi hain, hangisi kandırılmış, hangisinin askere polisi kurşun sıkmamış oldukları bile bilinmiyor…Yıllardır Cumhuriyet Bayramına katılmayan bir belediye başkanının törenlere katılması ve hele hele İstiklal Marşını mırıldanması basında haber oluyor!.. Isparta Belediyesi Cumhuriyet Bayramında işyerlerine bayrak asmayanlara para cezası kesiyor!.. Bir vatandaş açılım var diye çocuğuna yasalara aykırı isim koyuyor. Bir milletvekilinin eşi olan öğretim üyesi “Osmanlı kendisine isyan edenlere paşalık verir uzak yerlere gönderirdi” derken kime paşalık verileceği sözü muallâkta kalıyor.

Nejat Uygur’un dediği gibi acaba anlayan anladı mı?

Avrupa Türkiye Cumhuriyet Kadınları Derneği’nin basında sürekli resimleri çıkan bazı hanımlar hakkında kıyafet yasasına uyulmadığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmaları ise işin tuzu biberi oluyor. Kimin laik, kimin cumhuriyetçi, kimin hukuka daha saygılı ve kimin de şeriatçı olduğu tartışılıyor. Bu konuda söylenen hamasi demeçler ise içi boş balonlara dönüşüyor.

Kısacası, gerçek anlamda cumhuriyetçi olabilmek kolay değildir. bizlere de bayramımız kutlu olsun demekten başka bir şey kalmıyor!..


erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 1 Kasım 2009 Pazar 11:47:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Cevdet Üstündağ IP: 78.162.131.xxx Tarih : 1.11.2009 16:06:36

Sevgili üstadım, elinize ve yüreğinize sağlık. Çok güzel özetlemişsiniz herşeyi. 86. yılında, laik ve çağdaş Atatürk Cumhuriyeti ne yazık ki, demokrasiyi amaç değil araç olarak görenlerce ele geçirilmiştir! Atatürk Cumhuriyetinin temelleri çok sağlam atılmıştı. Üzerine oturduğu ayaklar, laiklik, çağdaşlık, bilimsellik ve hukuktur. İşte bu ayaklar üzerine oturtulursa, demoktarik hale gelebilirdi ancak cumhuriyet. Yoksa adı Cumhuriyet olan çok rejim vardır dünyada. Çin Halk Cumhuriyeti, İran islam Cumhuriyeti ve vs. vs. Şimdi iredeleyecek olursak temeli oluşturan ayakları ne sonuç çıkar? Laiklik ilkesi zedelenmeyi bırak, yok edilmek isteniyor adeta. Çağdaşlık ilkesi de, Yeni Osmanlıcılık uydurmacası ile gericileşmeye dönüştürülmek istenmekte ve muhafazakarlık teşvik ediliyor. Bilimsellik ilkesi de, özellikle eğitim alanından silinmek isteniyor ve Darwin'in evrim teorisini öğretecek olan biyoloji öğretmenleri büyük bir baskı altında. Hukuk ise takla attırılıyor ve siyasallaştırılmış durumda büyük ölçüde. Bu tespitler ışığında şu soru akla geliyor? Neyi ve neden kutluyoruz peki? Yakında ortada Atatürk Cumhuriyeti kalmayacak endişesi herkesi sarmış durumda. Denizli'de korteje alınmıyor insanlar. Şehit yakınları yaka paça tartaklanıyor, hem de binlerce şehit veren polislerce... Türk Bayrağı ile TBMM'ne giremiyorsunuz. İşte böyle bir ortamda Cumhuriyet Bayramı kutlanıyor! İçi boşaltılmış bir bayram değil de mnedir bu peki? Ancak, herşeye rağmen ve bölücülere, gericilere, hain ve gafillere inat kutluyoruz bayramımızı, kutlamaya da devam edeceğiz. Rotasından çıkartılan  Atatürk Cumhuriyetini, hep birlikte yeniden doğuş rotası üzerine oturtmak için el ele verelim!..