Canlı varlıkların kaçamayacağı, yaşamın sonu olan ölüm beklenmedik anda insanların karşısına çıkıyor. Her ne kadar ölümden kaçış olmasa da, daha çok işler yapacak kişilerin ölümü insana çok fazla acı veriyor. Necdet Sevinç’in ölümü de benim için öyle oldu…
Necdet ile yıllarca aynı gazetelerde yollarımız keşişti, dostluğumuz, arkadaşlığımız 1969 yılından bu yana, elimizde olmayan nedenlerle zaman zaman kesintiye uğramasına rağmen sürüp gitti... Yaşam şartlarından, tutukluluk hallerinden ötürü sıkça yüz yüze görüşemedik ama yine de telefonla birbirimizle bağlantı kurduk, konuştuk ve dertleştik… Bunların bazısı memleket meseleleri, bazıları da basınımızdaki sıkıntılar ve ortak dostlarımızdı… Çoğu kez geçmişte yaşadıklarımızı hicvederek yorumlardık…
Dostluğun, arkadaşlığın, inancın simgesiydi bence Necdet… Bir dostun arkasından yazmak da gerçekten çok zor. Belki birileri de bu âlemden göçtüğümde, benim arkamdan bir şeyler yazacak…
Türk Dünyası Araştırma Vakfından gelen bir mail ile Sevinç’i yitirdiğimizi öğrendim. Önce milliyetçi cephenin usta, saygın ve önemli kalemlerinden Necdet Sevinç’i yitirdiğimize inanamadım, sonra evini telefonla aradım, eşi Sevgi Hanım acı haberi doğruladı… Söyleyecek söz bulamadım, yalnızca başınız sağ olsun diyebildim.
Necdet dostum, yaklaşık altı ay öncesi tutulduğu akciğer kanserinden ötürü Florance Nightangel Hastanesinde 22 Temmuz günü yaşamını yitirmişti. Bugün artık Necdet, maddi âlemde yok, yazmış olduğu binlerce makale ve kitaplarıyla yaşayacak… Gerçek ülkücüler her zaman O’nu hatırlayacaklar…
Milliyetçi cepheden kimleri, kimleri yitirmiştik; Bizim Anadolu Gazetesi sahibi Mehmet Emin Alpkan, İrfan Atagün, Emin Bilgiç, Abdülkadir Billurcu, Ahmet Kabaklı, Necati Sepetçioğlu, Erol Güngör, M.Ali Yörük, Sahir Özbek, İlhan Darendelioğlu, Tahir Kutsi Makal, Emel Esin ve daha niceleri…
Türk milliyetçiliğinin son yılarda, inanmış, mücadeleci yazarı, keskin kalemi Necdet Sevinç öyle bir günde aramızdan ayrıldı ki, insan elinde olmadan rastlantı mı diye kendi kendine düşünüyor. Necdet’in ölümü, Türkiye Cumhuriyetinin varlığının, bağımsızlığının belgesi olan Lozan Antlaşmasının 88.yıldönümüne denk geldi… Osmanlı onurunun parçalanışının belgesi Sevr’in yerini 24 Temmuz 1923’de Atatürk’ün tanımlamasıyla “Tarihte misli görülmemiş bir hesaplaşmanın sonucu” olarak Lozan antlaşması almış, sömürgeciliğe, kapitülasyona, devletlerarası eşitsizliğe, hıyanetlere son verilmişti…
Necdet de yaşamı boyunca Türk milliyetçiğini ön plana çıkarmış, bozguna, hıyanete, sömürüye karşı durmuş, bu uğurda kurşunlanmış, yıllarca hapis yatmıştı…
Ne gariptir ki; yazılarından ötürü, Asliye Ceza, Ağır Ceza, Devlet Güvenlik ve Sıkıyönetim Mahkemelerince yargılanan, Bayrampaşa, Paşakapısı, Silivri, Kastamonu/Daday, Erzincan/Tercan cezaevlerinde yaklaşık beş yıl yatan, 12 Eylül 1980’de bir kez daha tutuklanan Necdet’in ölümü Türk basınından sansürün kaldırılışının 103 yıldönümü ile de aynı güne denk geldi... Kısacası, buruk bir basın bayramı kutlanırken Necdet’i yitirdik…
Bir zamanların efsane gazetecilerinden Ali İhsan Göğüş de hemen hemen aynı günde, 88 yaşında yaşama veda etti. Gazetecilikten siyasete geçen, Necdet gibi Gaziantepli olan Göğüş, 1963’de İsmet İnönü’nün Başbakanlığında kurulan hükümette Turizm Tanıtma Bakanı olmuştu… Ne gariptir ki, İsmet İnönü, Demokrat Parti ile yapılan mücadelesinde yanında kalemiyle yer alan Göğüş’ü unutmayarak bakan yapmıştı. Öte yanda Türk milliyetçiliği uğruna yaşamından birçok şeyi feda eden, kurşunlanan, milliyetçi yazılarından ötürü yargılanan, hapishanelerde bin bir cefa çeken Sevinç, yanılıyorsam 2007 seçimlerinde MHP’ye milletvekili olmak için başvurmuşsa da partiden yanıt alamamıştı!.. Oysa onun yerine halterci Naim Süleymanoğlu MHP listesinde kendisine yer bulmuştu…
Necdet’in suçu neydi? Alpaslan Türkeş’e yakın kadrolardan mı olmak mıydı?
Gariplikler peş peşe birbirini izliyor, bazıları timsah gözyaşları dökerek ardından bir şeyler karalıyor. Devlet Bahçeli de O’nun Fatih Camisindeki cenaze törenine katılıyor ve bir de taziye yayınlıyor;
“Ülküsünden ve ilkelerinden taviz vermeyen bu dava insanı, ülkücü, milliyetçi harekete gönül verenlerin kalplerinde her daim yaşayacak…”
Ne gariptir ki, Alpaslan Türkeş’in kadrolarına sıcak bakmayan, adeta onları tasfiye eden zihniyet, insanın aklını karıştırıyor. Fırsat buldukça Necdet’in ayağını kaydırmaya uğraşanlar, milliyetçi geçinenler, ölümünün ardından timsah gözyaşları dökerek, belki de günah çıkaracaklar…
Acaba bazıları Necdet’in vakitsiz ölümüne ah vah ederken, aynaya bakıp kendi iç dünyaları ile hesaplaşacaklar mı? Onu da bilebilmek çok güç…
Necdet Sevinç ile yollarımız bir zamanların güçlü milliyetçi gazetesi “Bizim Anadolu” da kesişmişti… O günlerin “Bizim Anadolu” gazetesi milliyetçi çevrenin buluştuğu, adeta milliyetçiliğinin öğretisini veren bir okuldu. Gazetenin sahibi Mehmet Emin Alpkan, yozlaşmamış, maddi çıkar gözetmeyen, idealist bir patrondu. Yazarların yazılarına hiç karışmazdı. Abdülkadir Billurcu, M.Ali Yörük, Yaşar Okuyan, İlhan Darendelioğlu, Hasan Aksay, Sahir Özbek, Cemal Anadol ve benim de katıldığım yazarlar kadrosu gerçekten eğilmeden, bükülmeden, çıkar gözetmeden, mideden bağlı olmadan yıllarca yazdılar. Böyle olunca da bazı çevrelerden tepki, tehdit alıyorduk.
Necdet Sevinç, Gaziantep’ten İstanbul’a gazetecilik yapmak için gelmiş, temiz, milliyetçi bir arkadaşımızdı. Gaziantep yerel gazetelerinden sonra Haber ve Durum’da yazdıktan sonra Bizim Anadolu’ya gelmişti. Kısa sürede ülkücü ve gerçek milliyetçi çevrelere kendisini tanıtmış, sevilmiş ve sayılmıştı… Ben ise o günlerin önde gelen gazetelerinden Tercüman’dan bizim Anadolu’ya Nezih Uzel’in aracılığıyla geçmiştim.
Gazetecilikte pişip, gelişmemde Bizim Anadolu’nun büyük payı olmuştu. Başlangıçta inceleme yazıları ile işe başladım, ardından spor sayfasına, tiyatro eleştirmenliğine, köşe yazarlığına, sanat ve ramazan sayfaları yapmaya, tarih sohbetleri yazmaya orada başlamıştım. Kısacası Bizim Anadolu tam bir basın okuluydu… Seçim zamanları gazeteyi dolduran, seçim bitince yok olan milletvekilleri ve adaylarıyla konuşmak ufkumuzu daha da açıyordu!..
Necdet ile kanımız orada kaynamış, daha sonra Hergün ve Ortadoğu’da üç aşağı beş yukarı Bizim Anadolu kadrosundaki arkadaşlarla birlikte köşe yazarlığı yapmıştık… Başka bir görevimden ötürü gazeteden ayrıldıktan sonra Necdet, Kurultay ve Günaydın’da yazmış, sonradan yolumuz, kısa süreli olsa da Yeniçağ’da yine birleşmişti…
Necdet Sevinç, basınımızın çok çile çekmiş yazarlarının başında gelenidir.
Yanılmıyorsam 1969 veya 1970 yıllarında Adalet Partisi ile MHP’nin koalisyon yapma olasılığına karşı çıkmış, “Lağım suyuyla pınar suyu birleşemez” başlıklı yazısı o günlerin meclisinde fırtınalar koparmıştı.
Necdet birkaç kez kurşunlanmış, bir keresinde Bizim Anadolu’yu basarak ona kurşun yağdıranlara önündeki yazı makinesiyle karşı koymaya çalışmıştı… Geçmiş günlerle ilgili konuşmalarımızda MHP yöneticilerinin kadir bilmezliğinden hiçbir zaman şikâyet etmeyecek kadar asil bir ruha sahipti…
Yeniçağ’dan neden ayrıldı veya onu çok sevdiği “Divan” başlıklı sütunundan neden ayırdılar? Bu konuda tek bir söz söylemedi… Konuyu açtığımda bir şey söylemiyordu ama içinde fırtınalar koptuğunu hissediyordum... Oysa milliyetçi kesimde yazmış olmamama rağmen, MHP iktidara geldiğinde benimle de ilgilenmek bir yana, MHP’li bir bakan beni İstanbul’dan uzaklaştırmıştı ama iktidar değiştiğinde sol kesim sahiplenmişti…. Ne yazık ki, Necdet’i, yaşamını adadığı milliyetçi kesimden pek az kişi dışında yönetimden sahiplenen olmamıştı…
Günümüzde ahde vefa sözünü gerçek anlamda bilen kaç kişi kaldı?
Yeniçağ’dan ayrıldıktan sonra Necdet’i Kenthaber kadrosuna katmayı çok istemiş, bu yönde patronumuzdan onay da almıştım… Ancak internet basınına pek alışamadığından olacak bu işi gerçekleştiremedik…
Necdet Sevinç ardında her biri günümüze de ışık tutacak binlerce köşe yazısının yanı sıra; Sanık Yazılar, Yazarını Kurşunlatan Yazılar, Tutanak, Ferman, Ülkücüye Notlar, Ajan Okulları, Gaziantep’te Türk Boyları, Osmanlının Yükselişi ve Çöküşü, Osmanlıdan Günümüze Misyoner Faaliyetleri, Eski Türklerde Kadın ve Aile, Osmanlılar da Sosyo-Ekonomi, Arşiv belgeleriyle Tehcir, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Pontus’la Hesaplaşma, Duruşmalar ve Acının Tadı isimli kitapları bıraktı… Son olarak Gaziantepli Karayılan’ı yazıyordu…
Necdet’in değme akademisyenlere taş çıkartacak araştırmaları da vardır.. Bazılarını Türk Dünyası Araştırmaları Dergisinde yayınlamıştı… Yeri gelmişken onlardan birkaç örnek vermek isterim;
Kürtlerin Türklüğü Üzerine Notlar (1979); İslam’dan Önce Türk Tababeti (1979); Anadolu İsyanlarının Sebepleri ve Bir Sebep Olarak Milliyetçilik (1979; Türklerin İslamiyet’e Geçişini Kolaylaştıran Sebepler (1980); Anadolu Türk Devletlerinde Ticari-İktisadi Faaliyetler ve Osmanlı sanayi (1980)…
Ölümün erken oldu sevgili dostum Necdet… Gerçekten bizleri yalnız bıraktın… Şimdi ben, ara sıra bir dost sesi duymak istediğimde kime telefon açacağım?
Ne denir; ölüm karşısındaki her insan gibi çaresizim. Nur içinde yat aziz dostum… Yerini gerçekten kimse dolduramayacak…
erdemyucel2002@hotmail.com
Ellerine saglik Hocam"Dost dedigin iyi günde degil kara günde belli olur derler.Cok dogru bir tespit,Necdet sevinc´e Arkadasina Allahtan rahmet geri kalanlarin basi sag olsun ve Allahtan sabirlar dilerim.Iste buna sözün bittigi yer denir,Bu gibi durumlarda timsah göz yaslari degil,Kalben bas sagligi dilenir. Ayriyeten senin arkadasin oldugu icin basin sag olsun derim selamlar.
Erdem bey başınız sağ olsun. Selamlar
Sayın erdem vefanın anlamsızlaştığı günümüzde sizin yazınız bize dostluğun yok olmaması gerektiğini hatırlattı.Mutlaka herkes fani.Sizin gibi kalemi ile yaşayanlar kolay kolay ölmezler.Asil ölüm geride iz bırakmayanlardır.Benim korkumda bu.
Necdet Sevinci sizinde yazdığınız gibi bütün tarihi seyri biliyorum.Bahsettiğiniz pınarlardan su içerek bilgi ve bilinç dünyamızı besledik.Bu günlere geldik.Allah mekanını cennet eylesin.İçi içine sığmayan beyninde Türk Mİlliyetçiliği volkanının kaynadığını çıkışları ile hatırlıyorum.
Hatta ona ait olduğu bir hatırasını da okuyucu ile paylaşmak istiyorum.Orta okulu yıllarıdır.Okulda yıl sonu nedeni ile bir temsil yapılacaktır .Bu aradada Necdet Beye okuması için bir şiir verilir.Gün gelir sahneye çıkar şiir okunur.Herkes şaşkındır.Necdet bey verilen şiiri değilde Arif Nihat Asyanın BAYRAK şiirini okur.
Müdür bey yanına çağırır,kulağını çeker .Bu bayrağı nereye dikeceksin be çocuk.
Necdet Bey.Moskovanın göbeğine der.
Sizlere teşekkür ve uzun ömürler dilerken tekrar necdet beye rahmet Ülkücü dotslarına ve yakınlarına sabırlar diliyorum.Artık Necdet bey gibiler de yetişmiyor. Selam ve saygılar.e.karaavcı/ BURSA