Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi’nin 46.kuruluş yıl dönümünde düzenlenen törendeki konuşmasında, üzerinde durulacak bazı mesajlar vermiştir. Bu sözler üzerinde, başta hükümet olmak üzere tüm yönetim kesimleri, yargı ve basın mensupları düşünmeli, kişisel çıkar hesaplarının ülkeyi ne duruma düşürdüğünü bir kez daha görmelidir.
Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde yapılan toplantı oldukça ilginçti. AKP’yi kapatma davasında siyaset yasağı istenenlerle, bu konuda kararı verecek mahkeme heyeti bir araya gelmişti. AKP davasını açan Yargıtay Başsavcısı törene katılmamış, davalılarla bir arada olmayı istememişti. Törende Onu Yargıtay Başsavcı Vekili temsil ediyordu. Onun yanı sıra, büyük olasılıkla CHP kongresinden ötürü Deniz Baykal ve bilinmeyen bir nedenle de Devlet Bahçeli törende bulunmuyordu.
Gerçeği söylemek gerekirse; Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın AKP ve DTP’ yi kapatma davası sürecinde böylesine sert mesajlar vereceği beklenmiyordu. Bununla beraber bu tür günlerde yargının, üniversitelerin, ordunun verdikleri mesajlar veya uyarılar çok önemliydi. Bu kez de aynısı oldu ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç bu geleneği bozmadı. Verdiği mesajlardan kim esinlenir kim esinlenmez onu bilemeyiz. Ancak bildiğimiz tek şey Başkanın doğruları, gerçekleri gözler önüne bir kez daha sermiş olmasıydı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın söylediklerinin üzerinde, biraz ayrıntılı duracağım.
Anayasa Mahkemesi Başkanı, öncelikle memleketteki güven bunalımdan söz ederek; sorunların çözümlenmesinden çok çözümlenmemesi üzerinde durulduğu, toplumun siyasal, etnik ve dinsel kesimleri arasında güven bunalımının ortaya çıktığını belirtmiştir. Ayrıca güvensizliğin kavgayı ve dayatmayı beraberinde getirdiğini vurgulanmıştır. Bunun ardından da her şeyin rejim sorununa dönüştürüldüğünü ileri sürmüştür.
Haşim Kılıç, çoğunluğun mutlak iktidarının sınırlandırılması gerekliliğini vurgulayarak, bir kişinin sınırsız iktidarı ile çoğunluğun sınırsız iktidarı arasında özde bir fark olmadığını belirtikten sonra “Çoğulcu demokrasi farklı olanı yani öteki’ni yok edilmesi gereken bir düşman olarak nitelendiği müddetçe, hoşgörü ve çoğulculuğu sağlamak mümkün değildir.” diyerek sözlerini sürdürmüştür. Günümüzde özgürlük adına çarpıtılan laiklik üzerinde durmuş, toplumun, sosyal barışın vazgeçilmezinin laiklik olduğunu yinelemiştir.
AKP’nin kapatma kararının alınmasından sonra AKP‘li siyasilerin ve yandaş, destekçi basının (!) yargıya olur olmaz ithamlarda bulundukları bilinmekteydi. Haşim Kılıç, bu yönde yargıya yapılan çirkin eleştirilerin üzerinde durma zorunluluğunu da duymuştur:
“Kurumlar ve kişiler mahkeme kararlarını beğenmeyebilirler. Ancak yargı kararlarının yerine getirilmesi veya savsaklanması hukuk devletinde düşünülemez. Yasama, yürütme ve yargı organlarının hareket alanlarını genişletme çabaları güçler arası çatışmanın en belirgin sebebidir. Bu güçler, kaynağını Anayasa’dan almadığı bir yetkiyi üstünlük kurmak için kullandığı sürece çatışma devam edecektir. Halk adına egemenlik yetkisi kullanan yargı halkın demokratik denetimine tabi olmadığı gibi yargısal faaliyetlere ilişkin kamuoyu oluşumunu engelleyebilecek önemli yetkilere de sahiptir. Verdiği kararlar bireylerin temel hak ve özgürlükleriyle ilişkili olduğu dikkate alındığında yargısal yetkilerin çok hassas dengelere işaret ettiği ve en küçük sapmada ciddi sorunlara yol açtığı bir gerçektir.”
AKP’nin kapatılma kararı çıkacak olursa, bunun bazı dış ülkelerin menfaatlerine dokunacağı da açıktır. Nitekim Anayasa Mahkemesi Başkanı bunun da üzerinde durmuştur;
“Anayasa mahkemesine intikal etmiş davalarla ilgili, ulusal ve uluslar arası çevrelerce Mahkemeyi yönlendirme, etkileme ve baskı altında tutma girişimleri büyük bir üzüntü ile takip edilmektedir.”
Bu sözlerin ardından ciddi olmayan bazı basın organlarının sürekli mahkeme üyelerini televizyonlarda göstermesinin hedef niteliği taşıdığı anlamına geldiğini belirten Kılıç, bunu da eleştirmiştir. Hukuk dışı bazı güçlerin ülkeyi kurtarma girişimlerinin ülkeyi batırır sözü ile de çetelere gönderme yapmıştır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın sözlerindeki satırbaşı aralarında geçen mutlak iktidarın ne olduğu tartışmasını da açmıştır. Mutlak iktidar bir bakıma diktatörlükle eşdeğer bir kavramdır. Çoğulculuğa dayanan mutlak iktidarlar yasama, yürütme ve anayasayı rafa kaldırır, isterse onları dilediklerince değiştirirler.
Şimdi sormak gerekir Türkiye bu duruma neden geldi?
Türkiye bu duruma 22 Temmuz seçimlerinden sonra hiçbir ciddi girişim yapamayan hükümet ile ona çözüm getirmeyen, anlaşamayan muhalefetin sorumsuzluğundan gelmiştir. Türkiye’nin gündemi, iç ve dış sorunları varken, hiç gereksiz İspanya’dan yükselen “Türban velev ki, siyasi simge olsun” sözleriyle iç siyaset ivme kazanmıştır. Türbana çözüm bulabilmek için aylarca anayasa üzerinde oynanmaya çalışılmış, taraflar birbirlerini yakışıksız sözlerle eleştirmiştir. Ekonomi büyük yara almış, kadrolaşma, işsizlik büyük boyutlara ulaşmış, cumhuriyetin temel ilkesi laiklik kavramı büyük ölçüde yara almıştır.
Kısacası, Türkiye’nin büyük çoğunluğu Orta Çağın karanlığına, dini taassuba gitmek istemiyor.
Bu konuda öfkelenmeye de gerek yoktur. Nitekim Hz. Muhammed’in bir sözü üzerinde durulmalıdır:
“Öfke ateşten bir közdür. Sizden biri ona kapıldığında ayakta ise otursun, oturuyorsa yatsın.”
Merhaba Sayin Erdem hocam,Ellerine saglik ders alinacak yazilar yaziyorsun.Ama velakin biz Türk toplumu olarak ders alacagimiza hep ders vermeye calisyoruz.Öfke ile oturup öfke ile kalkiyoruz,1 mayis olaylarini seyrederken veya okurken nasil bir miletiz diye kendi kendime ne diyeceyimi sasirdim.Biz Türk milleti olarak örf ve adetlerimizi gün be gün malesef kaybediyoruz.Cocuklugumuzda bizlere Büyüklere hürmet saygi kücüklere,de sevgiyi ögretiler,Oysa bugün ne büyük kücügü nede kücük büyüyü tanimaz hale geldik.Anayasa Baskaninin konusmasini dinledim,Acaba onun güzel konusmasindan dolayi kac kisi destekledi.1 mayis olaylarinda sanki Türk Halkinin karsisinda düsman varmis gibi Polisin o saldirgan hareketlerine ne anlam verebiliriz,ki Hükümetlerin üst düzey yöneticileri Halkinin refah ve huzur icinde yasatmalari gerekirken bu tür olaylari kinamalari gerekirken sanki Halka meydan okur gibi görünmekteler.Devletler arasindaki savaslarda Hastahane ve Dini mabetlerin vurulmamasi icin büyük caba göstermekteler,Oysa Hastahaneye gaz bombasi atiliyor,Bunu savunacak bir tek Allahin kulu oldugunu sanmiyorum.Neden biraz ilimli veya terorans sahibi degiliz. Temennim bir daha böyle olaylarin olmamasini diler sizede saygi ve selamlarimi sunarim.