Televizyon bağımlısı olmadığımı; güncel ve tarihi olayları objektif biçimde yansıtan “Sakarya Fırat”, “Muhteşem Yüzyıl” dizileriyle, bazı futbol maçlarını, bana bir şeyler verebilecek tartışma programlarını ve bazı kanalların haberleri dışında kalanları izlemediğimi daha önce söylemiştim. Boş boş dizi ve programlar benim için zaman kaybından başka bir şey değildir.
Kısa bir reklâm arası sözünün ardından dakikalarca süren, aynı reklâmın tekrarının da insanı aptal yerine koymaktan öteye gitmediğinin de bilincindeyim. Geçenlerde bir sunucu kısa bir reklâm arasından sonra tartışmaya devam edeceğiz demiş, ardından gülerek eklemişti; kısa diyoruz ama inanmayın yine de yedi dakika diye… Reklamların ardından tanıtıcı reklam, sonraki dizilerden görüntüler de işin cabası!..
Televizyon muhabbetini bir kenara bırakıyorum. Birkaç gün öncesi Habertürk kanalında rastlantı sonucu bir tartışma programına rastladım ve sürekli kesilen reklâmlarla sinir olmama rağmen tamamını izledim. Ertesi günü aynı programın tekrarını bir kez daha izlerken, telefonla yakın dostlarımı arayarak, programın Türkiye’nin gerçeğini yansıttığını düşündüğümden, onların da bu yayını izlemelerini istedim…
Habertürk’ün “Türkiye’nin Nabzı” isimli programına CHP’den aday adayı olan Sincan Hâkimi olarak ün yapan Osman Kaçmaz ile Ergenekon sanığı(!) olarak tanınan Erzincan’ın yine ünlü Başsavcısı İlhan Cihaner katılmışlardı. Onların karşılarına ise AKP’nin aday adayları avukat-köşe yazarı Fikri Alyüz ile Prof. Dr. Mümtazer Türköne çıkarılmıştı…
Aday adaylarının tartışmasını yorumlamadan önce bir noktaya değinmek isterim; seçime sayılı günler kaldı… Siyasi partilerde aday adayları başvuruları umulanın dışında büyük yoğunluk kazanmış… Basından öğrendiğim kadarıyla meclisteki 550 koltuk sayısı için yalnızca üç partiye başvuranların sayısı 12,500’e ulaşmış… Adeta bir aday adayı enflasyonu yaşanıyor… Siyasi partiler genel merkezlerinde aday adayları için masalar kurmuş, aday adayları da önlerinde kuyruklar oluşturmuşlar… Türkiye’nin geleceği, vatan ve millet aşkı (!) için göz yaşartıcı bir durum… Onları izlerken kendi kendime düşünüyorum; acaba bunlardan kaçı gerçek vatan millet sevgisiyle hizmet için oradalar? Dokunulmazlık zırhını kazanıp haklarındaki bazı davalardan mı kaçmak istiyorlar, yoksa 10.000 TL üzerinde maaş ve bunun yarısı kadar harcırah için mi? Bir sonraki dönem seçilemezlerse de kıyak emeklilikten nemalanmanın hayallerini mi kuruyorlar?
Bilemeyiz…
Yine düşünüyorum; acaba içlerinden kaçı aynanın karışına geçip ben özgür irademi kullanarak, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilecek cesaretim var, liderin doğru bulmadığım isteğine karşı dururum diye…
Onu da bilemeyiz…
Aday adaylarını gerçekten zorlu günler bekliyor… Önce müracaatlarını yapacak, belirli bir ücreti yatıracaklar, sonra her şey liderin iki dudağı arasında… Gerçekten zor iş…
Şimdi yeniden asıl konuya Habertürk’deki tartışmaya dönelim…
Eski Sincan Hâkimi ve Erzincan Savcısı bürokratlığın verdiği alışkanlıkla takım elbise ve kravatlı olarak ekranlara çıkmış, izleyiciye olan saygısını çoğu kişi gibi göstermişlerdir. Buna karşılık profesör yaka bağır açık, üzerinde bir mont ile arz-ı endam etmişti!..
Programda, iki parti aday adaylarının seçilirlerse neler yapmayı düşündüklerini, neden aday olduklarını anlatacaklarını sananlar yanıldılar. Daha başta Akyüz ve Türköne saldırıya geçerek karşılarındakilere abuk sabuk sorular yöneltmeye kalkıştılar. Belki de öyle emir almışlar veya ne kadar çok saldırırsak o kadar aday adaylığından sıyrılır, aday olur, bazılarının gözüne gireriz diye düşünmüş olmalılar...
İlhan Cihaner’i utanmadan, sıkılmadan, sonuçlanmamış bir Ergenekon davası sanığı olarak suçlamaya kalkıştılar!.. Profesör ise Osman Kaçmaz’a eski ağır ceza yargıcı olarak daha önce CHP’den aday olmayı düşünerek yargıda öyle mi kararlar verdiniz diye akıl dışı soru sormaz mı? Kısacası savcı ve hakim yıllar öncesi CHP’den aday olmayı düşünmüşler, biri iddianameleri, diğeri de kararlarını ona göre vermiş!.. Bu soruları küçük bir çocuk bile sormaz.
Pes vallahi!...
Güler misiniz ağlar mısınız? Bunu soran zat da profesör unvanlı!... Aziz Nesin gerçekten çok erken öldü… Ne olurdu bunları görebilseydi…
İlhan Cihaner ile Osman Kaçmaz, saldırılara, sinirlenmeden, ağırbaşlılıkla, hukuka uygun yanıtlar vererek kendilerini savundular. Kısacası her iki grup arasındaki kalite farkı da daha programın ilk dakikalarında ortaya çıkıyordu… Olur, olmaz her söze karışan, karşısındaki gerçek hukukçuların sözlerini kesmeye uğraşan ve kendisini Milletvekili Suat Kılıç’a benzetmeye çalışan Akyüz, sunucuya da zor anlar yaşatıyordu…
AKP’li iki aday adayı bu seçimin çok önemli olduğunu vurguladılar. Onun bu sözünde herkes hemfikir… Bu seçim Türkiye’nin kaderini belirleyecek, ona kimsenin şüphesi yok… Meğer önemi neymiş biliyor musunuz? Bu seçimle Türkiye asker vesayetinden kurtulacakmış!..
Asker vesayeti nerede, içinizde bilen var mı?
Asker’in sesi soluğu mu çıkıyor?
Asker vesayeti varsa, içerdeki emekli veya muvazzaf subayların orada işi ne?
Anlayamadığım, asker düşmanlığının tohumları neden ekildi de şimdi aday adaylarınca yeşertiliyor… Bunu bir de aday adayı avukat-gazeteci, inanarak söylüyorsa yandı gülüm keten helvam…
Ola ki, bu iki AKP’li aday adayı meclise girebilirse, gelenin gideni aratacağı gerçeği bir kez daha ortaya çıktı…
Tartışma sırasında ortaya bir de yandaş medya sözü atıldı… İki aday adayı çirkin bir sözcük bu demekle yetindiler ama biz özgür, kendi hür irademizle inandığımızı yazıyoruz da diyemediler… Seçilecek olurlarsa liderin emirlerine körü körüne itaat edeceklerinin sinyallerini verdiler…Bu yüzden de program onlar için referans oldu!...
Bu arada çoğu insanın bilmediği bir başka gerçek ortaya çıktı; Mümtazer Türköne’nin eşi AKP milletvekiliymiş, ancak bu seçimde kendisi başvuru yapmamış, yerine kocası aday adayı… Ola ki, seçilirse, eve iki kıyak emeklilik girecek… Böylece bir ilke imza atarak eşli kocalı kıyak emeklilikten nasıl nemalanılacağını akıllarına getirmeyenlere akıl verdiler.
Türköne meğer bir zamanlar Çiller’in danışmanıymış… O dönemde faili meçhullerle ilgili listeyi biliyormuş. Programa mail ile katılan bir izleyicinin sorusuna kaçamak yanıtlar vererek aklınca, işin içinden sıyrıldığını sanıyor… Gerçekten o günlerde Çiller’e örtülü ödenek ile yanıtlayamadığı bir harcama sorulmuştu da “Söyleyemem, söylersem savaş çıkar” demişti… Birileri bu konuları deşecek olursa alın size en sağlıklı tanık; Türköne…
Program bitiminde izlemelerini istediğim dostlarıma ne düşünüyorsunuz diye sordum. Aldığım yanıtlar beni şaşırtmadı… O avukat-gazeteci ile gazeteci-profesörün söylediklerini, karşılarındaki gerçek hukuk adamlarını sorgulamaya kalkmalarını görünce sinir olup televizyonu kapattık… Ne yalan söyleyeyim; avukat- gazeteci ile gazeteci profesörü gördükten sonra, iki ayrı üniversitede ders vermiş olmaktan ve 1968’li yıllardan bu yana gazetecilikle uğraştığımdan çok utandım…
Ne derler; hepsi kan kırmızı, kesmece bunlar…
erdemyucel2002@hotmail.com