Fatih Altaylı’nın düzenleyerek, sunuculuğunu yaptığı “Teke Tek” in siyasi ağırlıklı programlarını daha önceleri zevkle izliyordum. Yıllardır basının içerisinde olmama rağmen onunla yollarımız bir türlü çatışmadı ve kendisiyle de tanışma olanağım olmadı. Ancak babası Enver Altaylı ile Hergün gazetesinde birlikte olmuştuk. O yıllarda ben Hergün’de köşe yazarken, Enver Altaylı da gazetenin yayın yönetmeniydi. Sevdiğim ve saygı duyduğum bir insandı. Aradan uzun yıllar geçti ve bir daha görüşme olanağımız olmadı. Buna rağmen yine aynı duyguları beslerim.
Altaylı’nın Galatasaray kulübü yöneticiliğini yaptığı dönemdeki doğruları, bazılarının işine gelmemiş olacak ki, önce tribünde kendisine saldırdılar. O da fikir ayrılığına düştükleri ile çalışamayacağını anlayarak yönetimden ayrıldı.
Sözü uzatmadan Fatih Altaylı’nın “Teke Tek” programlarına dönmek istiyorum. Haber Türk’teki programlarını başlangıçta izliyordum ama eski tadı da alamamıştım. Sonra da izlemekten vakit kaybı diye düşünerek vazgeçtim. Bunun da kendimce birçok nedenleri var; öncelikle programa davet edilen konuklardan bazılarını yazmış oldukları tarihi ve siyasi yazılarından ötürü yargılamaya, onları zor duruma düşürmeye çalışıyorlar. Masonlukla ilgili bir programda yanındaki zat, “Dedem masondu” demesine rağmen masonluğu kötülemek için elinden geleni ardına koymamıştı. Gerçekten mason torunuysa böyle bir davranışta nasıl bulunur, o da tartışılacak apayrı bir konu… Mason ritüellerinin sürekli yenilendiğinden habersiz, yıllar öncesi dedesinden kalma ritüele dayanarak bir şeyler söylemeye çalışıyor. Yanındaki bir hanıma da bir takım acayip, gerçeğe uymayan hareketler yaptırıyor... Eline bir sopa tutuşturmuş, güya mason ritüellerindeki simgesel kılıçla alay ediyor!.. Kendi tabirleriyle de üfürüyorlar!.. Masonlardan bir tekinden yanıt gelir mi diye bekledim; baktım ses yok… Programda söylenen uydurma sözleri, hareketleri umursamamış olacaklar ki, sesleri çıkmadı…
Maşallah hepsi tarih allamesi (!) kesilmiş, ellerindeki eski yazılı kitaplarla bilgiçlik taslıyorlar. Ayasofya ile ilgili bir programda Evliya Çelebi’den bu yana Osmanlı inanışlarının sergilendiği, yabancıların da ilgisini çeken dilek taşı ile ilgili olarak “Gidip parmağımızı sokmayalım mı?” diye bir soruyu ortaya atarken, arka fonda kıs kıs gülen yardımcısının alaycı sesleri geliyordu. Bu nedenle de daha fazla sinir küpü olmaktansa izlememeyi yeğlemiştim. Çoğu kişinin yaptığı gibi kanalı değiştirmiş, bir daha da o programı açmamıştım…
Birkaç gün öncesi televizyonda zaping yaparken, “Teke Tek” de son Fenerbahçe-Diyarbakırspor maçının masaya yatırıldığını rastlantı sonucu gördüm. Kuşkusuz, katıldığı her programa renk katan Erman Toroğlu ile Diyarbakırspor Başkanı Çetin Sümer’in bir arada oluşları bana “Teke Tek’i” izlettirdi. Gerçekten de pek çok şeyi öğrenmiş oldum. Yanlış anlaşılmasın beni bilgilendiren Diyarbakırspor Başkanı ile Erman Toroğlu’ydu…
Futbolun arkasında bir takım siyasi ve mafya oyunlarının olduğu yılladır bilinen gerçeklerdendi… Nedense hiç kimse bunun üzerine içtenlikle eğilmemiş, sorunlar çözülmemişti… Büyük olasılıkla Ergenekon davası buna biraz olsun dur diyerek bazı ilişkileri gün yüzüne çıkarmıştır. Erman Toroğlu geçen yılki ligin en temiz lig olduğunu söyledi. Gerçekten de yerden göğe kadar bu sözünde haklıydı. Şimdiye kadar neler neler yaşamıştık… Bir büyük takımımız rakibine 8 gol atarak şampiyon bile olmuştu. Neyse konumuzu fazla dağıtmayalım…
Diyarbakır bu yılki lige çok zor şartlarda başlamıştı. Takım kampa girecek, ortada üç beş oyuncu dışında futbolcusu da yok… Başkan, bunu bir menajere yakınmış, o da ben sana futbolcu gönderirim demiş ve iki otobüs dolusu Afrikalı futbolcu çıkagelmiş… Antrenman sonrasında bunların hiç birisinin işe yaramadığı da görülmüştü!..
Diyarbakırspor Başkanı üstü kapalı da olsa bazı şeylerden yakınıyor, belki de başı derde girmesin diye detaylı konuşmaktan kaçınıyordu.
Diyarbakır, bir siyasi partinin ve illegal örgütlerin ele geçirmek istediği tarihi, öz be öz bir Türk şehridir. Yıllardır üzerinde çeşitli oyunlar tezgâhlanıyor. Nitekim son Fenerbahçe maçı da bunun tipik bir örneği oldu. Sayıları yüz civarında bölücü bir grup maçı provoke etmek için ellerinden geleni yaptılar ve sonunda Diyarbakırspor’un biri seyircisiz, diğeri de dış sahada oynamak ve on bin lira ödemek üzere ceza almasını sağladılar. Başkan, yılar öncesi Diyarbakır seyircisinin takım elbiseli, fötr şapkalı ve hatta papyonlu maçlara geldiğini ve bu son olaydan üzüntü duyduğunu haklı olarak dile getiriyordu.
Bazı illegal, saldırgan gruplara hoşgörü ile yaklaşmak sonuç vermiyor. Bence bu tiplere onları kışkırtanlara gereken yanıt verilmedikçe bu tür olayların önüne geçilmez, karşı tarafı daha da saldırganlaştırır. O da ayrı bir konu…
Teke Tek’te hayretle öğrendiğim bir diğer konu da bazı Diyarbakırlıların devlet takımı diye Diyarbakırspor’u tutmamaları, belediyenin takımına yönlemiş olmalarıymış… Gerçi Diyarbakır-Fenerbahçe maçında ilin tüm yöneticileri olmalarına rağmen Belediye Başkanı yoktu…Yalnızca vekilini göndermiş; lütfetmiş!..
Maçı provoke edenlerin gerçek Diyarbakırlı olmayıp, göç nedeniyle gelenlerin aralarına sızmış terör yandaşları olmalılar… Ancak burada parmak basılan ve üzerinde özenle durulan bir nokta da belediyelerin spordan, futboldan ellerini çekme zamanının gelmiş olmasıdır. Yalnızca Diyarbakır değil İstanbul ve Ankara’da da aynı durumla karşılaşılıyor. Belediye takımları o şehrin insanından destek bulmuyor, boş tribünlere oynuyorlar.
Belediye takımlarının gelirleri nereden geliyor? Gayet doğal olarak belediyelerin bütçelerinden sağlanıyor. Otopark parası, taraftar bağışı falan hikâye… Belediyeler halka yapacakları hizmet bedellerini kulüplerine aktarıyor, bundan da seçim getirimi sağlanıyor.
Bu kadar açık…
Profesyonel lig kurulmadan önce mahalli liglerde Harp Okulu, Karagücü, Havagücü, Denizgücü. Jandarmagücü gibi askeri takımlar vardı. Yıllar öncesi bunlardan Harp Okulu şampiyonlukta çok da iddialı olmuştu. Şimdi onlar yok ama yerlerinde kenti yönetenlere getirim sağlayan belediye takımları var… Şimdi nasıl askeri takımlar liglerde yoksa belediye takımları da olmamalı diye düşünüyorum.
Bilmem haksız mıyım?
Kısacası son haftaya kadar izlememeye kendimce karar verdiğim Fatih Altaylı’nın programı Erman Toroğlu ve Diyarbakırspor Başkanının katkılarıyla bazı gerçekleri dile getirdi. Açık ve net konuşmalarından ötürü kendilerini kutlarım…
erdemyucel2002@hotmail.com
Hocam sen sagol ellerine saglik"Spor demek yakinlastirma tanistirma demektir.Spor cevreyi arkadasligi cogaltan bir daldir.Fakat Türkiyede malesef sevmeyi sevilmeyi cogumuz bilmemekteyiz.Anladigim tek bir sey var Türkiyede cok Demokrasi,cok Hürriyet,cok Özgürlük yakismiyor.Bunlara ne kadar sahip oluyorsak biz Türkleri daha fazla hata yapmaga zorluyor sanki.Disipsizlik almis gitmis;Kücük büyük tanimiyor,Böyle olunca,da Büyükler,de küserek görmemezlikten gelinmektedir.Yani Disiplinsizlik,Hürriyet,Özgürlük,Demokrasi,nin kiymetini bilmiyoruz saygilarimla.