Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra başa geçenlerin, Türkiye’nin dış politikasında izledikleri tutum yanlışlarıyla doğrularıyla tenkit edilmiştir. Türkiye’nin sınır komşularıyla yaşadıkları sorunlar bir türlü rayına oturtulamamış ve geçmişte kalması gereken düşmanlıklar her zaman ısıtılıp ısıtılıp ortaya konulmuştur.
Türkiye’nin dış politik tutumunu irdelemeye başlamadan kısa bir süre önce Fransa Cumhurbaşkanı Nıcolas Sarkozy ile Alman Başbakanı Angela Merkel’in Paris Şanzelize Caddesinin batısındaki Charles de Gaulle Meydanında anlamlı buluşmalarına değineceğim. Gerçekte bu tarihi olay pek çok kişinin gözünden kaçtığı gibi basınımızda da önemsenmedi. Hürriyet’ten Arzu Çoker’in bununla ilgili haberini Kenthaber de manşet altından aynen yayınladı. Oysa Fransa ve Almanya’nın iki yöneticisinin Paris’teki tarihi anıtın altında buluşmaları son derece önemliydi.
Fransa’nın dört ünlü heykeltıraşının yapmış oldukları heykellerin süslediği bu anıtın altında I.Dünya Savaşında ölen Fransız askerlerinin sembolik mezarları bulunuyor. Mezarın üzerindeki meşale 1923 yılından bu yana hiç söndürülmemiş ve her akşam tazelenmektedir. II. Dünya Savaşında, 14 Haziran 1940’da galip Alman askerlerinin buradaki geçit resminde bile bu ateş sönmemiştir. Önceki yıllarda, Fransız Cumhurbaşkanı Franhçois Mitterrand ile Alman Başbakanı Helmut Kohl da 1984’de Fransa’nın yüz binlerce askerini yitirdiği Verdun’da buluşarak her iki ulusa mesaj vermişlerdi.
N.Sarkozy ile A.Merkel’in bu tarihi anıtın altında buluşmaları bu yönden de çok önem taşıyordu. N.Sarkozy, 11 Kasım gününün bundan böyle bir zafer günü olarak değil, Fransız ve Alman halklarının bütünleşmesinin, yakınlaşmasının günü olarak kutlanmasını önermiştir. Bu buluşmadan bizim de ders almamız gereken çok şey vardır. I ve II. Dünya Savaşlarında birbirleri ile kıyasıya savaşan Almanya ile Fransa günümüzde dost iki ülkedir. Ayrıca geçen yüzyılın dünyanın kaderini değiştiren, yeni devletlerin ortaya çıkmasına neden olan savaşlar sonrasında A.B.D, Avrupa ve Asya ülkeleri bugün geçmişten, hamasetten söz bile etmek istemiyorlar. Ülkeler çıkarları doğrultusunda ekonomik nedenlerle birbirlerine yaklaşıyorlar.
Türkiye ve komşuları evrenselleşme düşüncesinden uzak olarak yıllardır birbirlerine hasmane tutumlar sergilediler. Özellikle Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Irak, İran ve Ermenistan ile karşılıklı olarak bu durum sürdürüldü. Türkiye’nin komşuları da hiçbir zaman sütten çıkmış ak kaşık olmadılar. NATO ülkesi olmamıza rağmen Yunanlılar ile zaman zaman sorunlar yaşanmaktadır. Kıbrıs, Eğe Deniz kıta sahanlığı, fır hattı gibi konular henüz çözüme kavuşturulmamıştır. Ege Denizindeki Kardak ve Karaada gibi yerleşime müsait olmayan kayalıklar bile senin, benim kavgasına dönüştürüldü. Ancak bugün rahmetli olan iyi niyetli siyasiler, Zülfü Livaneli, Teodorakis gibi sanatçılar gün olmuş, dostluk görüntüleri sergileyerek havayı yumuşatmışlardı.
Türk dış politikasında son günlerde yine bir takım değişimler gözlemleniyor. Avrupa Birliğine girebilmenin artık biraz fazla iyimserlik olduğunu anlamamız ve İsrail ilişkilerinin gerginleşmesi Türkiye’nin gözlerini komşularına çevirmesine neden oldu. Batının “The Economist”, “The Wall Street Journal” ve “Voice of America” gibi yayın organlarından öğrendiğimize göre batı dünyası Türkiye’nin doğuya yönelik yeni dış politikasından rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Türkiye’nin değişen dış politikasını etkileyen nedenler üzerinde duruluyor. Bu arada batının peşinden gitmek yerine, Osmanlının yıkılışından sonra kurulan göstermelik yönetimlere, başsız kalan İslam dünyasının liderliğine soyunup soyunmadığını, yeni durumun bazı problemler yaratıp yaratmadığını tartışıyorlar.
Cumhurbaşkanının Ermenistan, Başbakan’ın Pakistan ve İran gezileri bu tür tartışmalara etkili olup olmadığını haklı olarak düşünülüyor. Bunun yanı sıra Dışişleri Bakanı ile Devlet Bakanının K.Irak’a giderek Barzani ve yerel Kürt yönetimleriyle görüşmesi; Irak’a yönelik tehditleri Türkiye’ye yönelik olacağının vurgulanmasının ortaya konulmasının amacı batıda tam olarak anlaşılamamıştır. Bu arada İsrail ile ilişkilerimizi gerginleştiren, batının terörist olarak kabul ettiği Hamas yakınlaşmanın da üzerinde duruyorlar. Ermenistan açılımında, yapılan protokol, Karabağ meselesini ayrı süreç diye nitelendirilmesi de tam olarak anlaşılamamıştır. Nitekim bu yüzden Azerbaycan ile bir de kriz yaşanmış ve geçiştirilip geçiştirilmediği de tam netlik kazanamamıştır. Yıllar öncesi Ermenistan’a karşı şiddeti savunarak, TBMM kürsüsünde bunu dile getirenlerin, günümüzde tam tersini konuşmalarının altında da İslam ülkelerine yöneliş olup olmadığı tam olarak anlaşılamamıştır.
Bulunduğu coğrafi konumda her geçen gün çok daha önemli, güçlü bir duruma gelen Türkiye’deki aydın çevreler, doğuya yönelişin üzerinde pek fazla durmamakla beraber bunun komşularıyla iyi ilişkiler içerisine girmekten yana çok boyutlu bir politika izlendiğini düşünüyorlar. Bazıları da bu durumu küreselleşmeye dayandırarak AB üyeliğinin kamçılanması için atılan bir adım olarak görüyorlar. Büyük olasılıkla da Türkiye’nin AB üyeliğinin her seferde batılılar tarafından engellenmesinin, askıya alınmasının yüzünü doğuya dönmesinin başlıca nedeni olduğunu sanıyoruz. Ne var ki, Türkiye açısından bu durumun sıkıntıya yol açıp açmayacağı da ayrıca tartışılmalıdır. Kaldı ki, Türkiye, özellikle ekonomik yönden artık batının ayrılmaz bir parçasıdır ve bunun dışındaki bir davranışın bazı açmazlar yaratacağı da açıktır. Ancak bu değişimin laik ve demokratik Türkiye’nin ümmet düzeninde, feodal yapıda, şeriatla yönetilen ülkelerle nasıl bağlantı kurabileceğinin üzerinde durulmalıdır.
erdemyucel2002@hotmail.com
Amiral Webb, İstanbul Hükümeti'nin temsilcisi Damat Ferit Paşa ile yaptığı görüşmesinde, "İkili gizli bir antlaşma teklifinin kendisine sunulması" üzerine, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a şu mektubu gönderdi: "Ferit Paşa, şikayetlerini tekrarladı ve (Anadolu'da başgösteren huzursuzluklar (!) konusunda) tek çözümün Büyük Britanya (İngiltere) ile gizlice bir antlaşmaya varmak olduğunu belirtti ve Türkiye'yi fethedenin Britanya olduğunu ve Türkiye'de en fazla hakları ve çıkarı olanın yine Büyük Britanya olduğunu söyledi. Anlaşık Devletler (Batı emperyalist devletleri) arasında huzursuzluk ve güvensizlik yaratmadığını, buna neden olabilecek herhangi bir harekette bulunmak isteğinde olmadığını, herşeyden önce kendisinin bunun aksini hoş karşılamayacağını, çünkü sonuçta Türkiye'nin daha kötü durumlara maruz kalacağını da vurguladı. Ferit Paşa'nın amacı, havayı temizleyerek Anlaşık Devletlerin (Emperyalistlerin) bir vesileyle Büyük Britanya'nın (İngiltere'nin. Bugün için karşılığı: ABD ve AB'dir) istekleri hakkında etraflı antlaşmaya varmaktır. (kaynak: "Ben de Yazdım" Celâl Bayar. Cilt: 7, sayfa: 191)
Yoruma açık bir soru: Yukarıda bahsi edilen kişi, bugünün siyasilerinden kime benzemektedir ?
Merhaba Hocam"Bu güzel yazin icin tesekkürü bir borcum olarak sunmak isterim.Takdire sayan bir yazidir,Hocam affina siginarak sormak isterim,ki biz Türk milleti bagimsiz bir ulus muyuyuz, YOKSA BIR ULUSA VEYA ULUSLARIN BOYUNDURLUKLARINDA MIYIZ! Bunu önce bir aydinlatilmasi gerekiyor.
Eger Türkiye Cumhuriyeti Bagimsiz bir Ülke ise,Önce Politikacilarimiz Ülkemiz icinde Halkimiza kime hizmet ettigimizi aciklamak zorundadirlar.1950 den sonra gelen Hükümetlerimiz hep dıs siyaseti benimseyip yola cikmislardir.Ve Türk Halkini kandirarak hareket etmislerdir.
Türkiye eger bir ABD ye, bir ingiltereye,bir Fransaya, veya Almanya,ya,veyahutta herhangi bir ülkeye biz Türkiye Cumhuriyeti senin himayesindeyiz diye imza atmissa bunu cekinmeden Halka aciklamalari lazim.Kendimin tesbitlerini göz önüne aldigim zaman,Avrupanin egemenligini yürüten Almanya ve Fransa oldugu müddetce Türkiyre hicbir zaman AB ye üye olamaz.
Ortada Türkiyeyi oyalamaktan ve kendi cikarlari dogrultusunda Türkiye üzerinde politika yürütmekten öteye gitmiyeceklerdir.Anayasamiz belki simdiki Türkiye Cumhuriyeti icin yeterli olmaya bilir.Ama gelistirilerek Halkina hizmet verebilinilir duruma getirilir.Oysa AB ülkeleri Anayasamizi ve kanunlarimizi degistirmek istiyor.
Kendi cikarlari dogrutulsunda ne gerekyorsa Türkiye,ye uygulatmak istiyorlar.O zaman Türkiye Cumhuriyeti Bagimsiz bir Ülke degil anlamina geliyor.Eger bagimsiz bir millet degilsek,Halka aciklanmasi ve aydinlatilmasi gerekiyor.Bizde bagimsiz bir ulus olmamiz icin kendi yagimizla kavrularak mücadele etmek gerekir diye düsünüyorum.
Kalben bana elini uzatana ben yüzüne bakarak samimiyetimi bildiririm.Bu Dogu,mu olur;Bati,mi olur,Kuzey,veyahutta güney benim icin fark etmez.önemli olan sadakat ve samimiyettir saygilarimla.